Yaşam

Levent Artüz: Midye yerine pil emin daha az zarar görürsünüz!

Hidrobiyolog Levent Artüz: Şu an yürürlükte olan çevre mevzuatını uygulasanız İstanbul Valisi’ni, Belediye Başkanı’nı ve tüm sanayicileri hapse atmanız lazım

30 Eylül 2013 19:58

 

Marmara Denizi’nin Değişen Oşinografik Şartlarının İzlenmesi Projesi’nin (MAREM) Başkanı Hidrobiyolog Levent Artüz, "Denizde arıtma diye kabul edilebilecek hiçbir unsur yok. Tamamen bir gözboyama. Türkiye’de hiçbir denizde arıtma yok" dedi. Denizlerdeki kirliliğin çift kabuklular üzerindeki olumsuz etkisine de değinen Artüz, “Kum midyesi, istiridye, kara midye gibi çift kabukluların 90’lı yılların ortasından beri Marmara Denizi’nden çıkarılması yasak. Nedeni ise kirlenme yüzünden çift kabuklularda oluşan toksin organizmalar. Bunların ihracatta muazzam bir potansiyeli var ama insan sağlığına zararlı olduğu için değerlendiremiyorsunuz. Çünkü o kadar zararlılar ki midye yemek yerine pil emin daha az zarar görürsünüz" ifadesini kullandı.

Marmara Denizi’ndeki kirlilik nedeniyle balık türleri yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. 1954’den bu yana faaliyette olan Marmara Denizi’nin Değişen Oşinografik Şartlarının İzlenmesi Projesi’nin (MAREM) Başkanı Hidrobiyolog Levent Artüz Marmara Denizi’nin son halini ve mevcut durumununu Taraf  gazetesinden Billur Özgül'e anlattı. 17 üniversitenin birlikte yürüttüğü projede Marmara Denizi’nin jeolojisi, oşinografisi (okyanus bilimi), biyolojisi, mikrobiyolojisi her bakımdan araştırılıyor.

 

Kirliliğin mimarı Damalı ve Dalan

 

Son yıllarda kirliliğin üst seviyeye çıkması nedeniyle denizlerde oksijen miktarının azaldığına dikkati çeken Hidrobiyolog Artüz, kirlenme sürecinin deniz canlıları, insanlar ve çevre üzendeki etkisini şöyle anlattı: “Elimizde Marmara Denizi’yle ilgili 1954’ten beri tutulmuş raporlar mevcut. Çok uzun yazılara konu olabilecek bir değişim söz konusu. Bu değişim 1980’lere dayanıyor. İlk olarak Atom Damalı ve Bedrettin Dalan zamanında İstanbul kanalizasyon projesi master planının revize edilmesi sonucu arıtmaların yapılması yerine atıkların Boğaz’daki alt akıntının taşıyıcı bant olarak kullanılması sonucunda Marmara Denizi kirlenmiştir. O gün bilim insanları buna çok karşı çıktı, bugünkü tabloyu çizdiler. Ama onlara inanılmadı ve proje uygulandı. Yabancı uzmanların o zamanki projeyi değerlendirme raporlarında, ‘Siz bu projeyi uygularsanız Marmara Denizi balıkçılığına noktayı koyarsınız’ yazıyor.”

 

ÇED raporuna rağmen tüp geçit yapılyor

 

Marmara Denizi’nde yapılan tüp geçidin etkilerini anlatan Artüz şunları söyledi; “Marmara Denizi’nde ilk tüp geçit Sezai Türkeş ve Fevzi Akaya zamanında gündeme geldiğinde Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) raporlarında atıkların arıtmadan alt akıntıya verilmesi devam ederken, tüp geçit de yapılırsa vahim sonuçlar elde edileceği raporlanmıştı. Bunların hepsi hasıraltı edildi ve bugünkü duruma gelindi. Hiçbir ölçüme gerek kalmadan beş duyumuzla algılayabileceğimiz düzeyde denizin pis olduğu belli.”

 

Oğlum denizden mikrop kaptı

 

Marmara Denizi’nin insan sağlığına yönelik olumsuz etkilerini başından geçen bir olayla anlatan Artüz, “Mesela bu sene Marmara Denizi’nde sörf yarışı yapıldı. Benim oğlum da yarıştı. Ama mikroptan orta kulak iltihabı, ciltte lezyonlar oluştu. Örneğin Florya Menekşe Plajı’na gidin denizde açığa doğru bakın. Kıyıdan 300 ila 500 yar ilerde üç tane şamandıra göreceksiniz. O şamandıralardan İstanbul’un kanalizasyon akıntıları dökülüyo ve siz insanlara ‘Menekşe Plajı’nda denize gir’ diyorsunuz. Bu kabul edilebilir bir şey değil” şeklinde konuştu.

 

Sağlık Bakanlığı engel oldu 

 

Sevinç-Erdal İnönü Vakfı bünyesinde yürütülen proje kapsamında Marmara Denizi’ndeki ağır metallerinin insan sağlığına etkilerini araştırdıklarını ifade eden Artüz çalışmaları sırasında yaşadıkları engelleri şöyle anlattı: “Marmara deniz suyunda bulunan ağır metallerin insan sağlığı üzerindeki etkileri konusunda yaptığımız araştırma, etik kurul iznimiz olmasına rağmen Sağlık Bakanlığı tarafından engellendi. Sebebini bilmiyorum ama çıkacak sonuçlardan korkuluyor galiba. Çünkü biz Marmara Denizi’nin göreceli olarak en kirli ve en temiz yerinde çalışmalarımızı yapacaktık. En kirli yerinde araştırmamızı yaptık, en temiz yeri olan Tekirdağ Hoşköy’de yapacağımız çalışma engellendi. Araştırma için 350 denekten saç ve kan örnekleri alacaktık.”

 

Boğaz'da fenerbalığı, kılıçbalığı artık yok

 

Yeni kuşağın 20 yıl önce bulunan birçok balık türünü yiyemediğini söyleyen Artüz sözlerine şöyle devam etti: “Balık türleri çok ciddi bir şekilde yok oldu. İlk önce ekonomik getirisi yüksek türler ortadan kalktı. Onları ekonomik getirisi olmayan türler kapattığı için eksikliği fark edilemedi. Lüfer, palamut azaldı ama av baskısı istavritin, sardalyanın üzerinde olduğu için toplam tonajlarda çok büyük değişim olmadı. Toplam tonajların içindeki tür sayısı azaldı, kirliliğe en dayanıklı türler paltama yaptı. Çok ciddi bir tür erozyonu oldu. 124 tane ekonomik öneme sahip türden 1,5 balık türüne indik. Boğaz’da eskiden olan dülger, fenerbalığı, kılıçbalığını yememiş, kömürcüm karası, çakal eriği gibi Boğaz’da çıkan balık türlerini de duymamışsınızdır bile.”

 

Çift kabukluların ihracatı yasak

 

Hidrobiyolog Artüz denizlerdeki kirliliğin çift kabuklular üzerindeki olumsuz etkisini de şu sözlerle ifade etti: “Kum midyesi, istiridye, kara midye gibi çift kabukluların 90’lı yılların ortasından beri Marmara Denizi’nden çıkarılması yasak. Nedeni ise kirlenme yüzünden çift kabuklularda oluşan toksin organizmalar. Bunların ihracatta muazzam bir potansiyeli var ama insan sağlığına zararlı olduğu için değerlendiremiyorsunuz. Çünkü o kadar zararlılar ki midye yemek yerine pil emin daha az zarar görürsünüz”

 

Atıkları denizin dipine itiyorlar

 

Haliç’in artık sadece temiz göründüğünü işin aslının öyle olmadığını anlatan Artüz şunları söyledi: “Çünkü tüm kirletici unsurlar kuşaklama kolektörü ile toplanıp Ahırkapı’nın önünden 65 metre derinliğe, denizin dibine hiçbir arıtma yapılmaksın basılıyor. Onun için bunca senedir atıkları toplayan kolektörler, denizin dibine atık basan pompalama istasyonları arıtma cihazı olarak gösterildi. Ama denizde arıtma diye kabul edilebilecek hiçbir unsur yok. Tamamen bir gözboyama. Türkiye’de hiçbir denizde arıtma yok.”

 

Dünya bize  gülüyor

 

Günümüzde teknoloji geliştiği için mutfakta bulaşık makinesi deterjanı, parlatıcı, lavabo aç gibi kimyasallar kullanarak artık evsel atık değil sanayi atığı seviyesinde kimyasal atık ürettiğimizi söyleyen Levent Artüz şunları aktardı: “Hâlâ biyolojik atıkların arıtılması için çok büyük yatırımlar yapıldığı söyleniyor. Bizim biyolojik arıtmayı 1980’lerde yapmamız gerekiyordu. Bu yüzden ‘Biyolojik arıtma tesisleri için büyük yatırımlar yapıyoruz’ deyince bize gülüyorlar. Bizim artık direk kimyasal arıtma tesisleri kurmamız gerekiyor. Marmara Denizi’ne elimizden gelen her türlü kötülüğü yapıyoruz. Marmara çok önemli bir koridor olduğu için kirlilikle canlı yaşamını bitirirseniz ne Akdeniz ne Karadeniz sağlam kalır.”

 

Doğum kontrol hapları balıkları kısırlaştırıyor

 

Artüz, insanların kullandıkları kimyasal ilaçların kanalizasyon vasıtasıyla denize karıştığını ve balıkları da etkilediğine dikkati çekti: “Doğum kontrol hapları gibi cinsel içerikli haplar kullandığınız zaman idrarınızla dışarı atsanız bile işlevini kaybetmiyor. Bu kanalizasyon ile denize atıldığında aynı işlevi balıklar üzerinde de sürdürüyor. Bu da balıkların üremesinde olumsuz etkiler yaratıyor. Birçok ilaçta da aynı durum söz konusu.”

 

Sanayiler kâr amaçlı özdenitim yapıyorlar

 

Sanayiinin de denizleri kirlettiğini ama kâr amaçlı bir şekilde yeterli olmasa da arıtma faaliyetini yürüttüğünü belirten Artüz, “Çünkü sanayii de kirletmek demek kârdan zarar etmektir. Bu yüzden özdenetim yapmak zorundalar. Örneğin klor üretiyorsanız ve atığınızda klor varsa zarar etmiş oluyorsunuz. Onun için mümkün olduğu kadar az kaçak yapmaya çalışıyorlar. Bizim Marmara Denizi’nde en büyük problemimiz evsel atıklar” dedi.

 

Mevzuat uygulansa tüm sorumlular hapse girer

 

Çevre mevzuatının uygulanmadığına dikkati çeken Hidrobiyolog Levent Artüz “Şu an yürürlükte olan çevre mevzuatını uygulasanız İstanbul Valisi’ni, Belediye Başkanı’nı ve tüm sanayicileri hapse atmanız lazım. Çünkü mevzuata göre hiçbir şekilde damlalıkla bile deşarj yapamazsınız. İyi su bile dökülmesi yasak. Termik santraller de aynı şekilde hiçbir denetleme olmadığı için denizleri mahvediyor. Buralarda büyük balık türü kayıpları var. Kurumlar sadece balık türlerini korumak için çok palyatif çözümler üretiyorlar. Örneğin avcılığı yasaklıyorlar. Avcılığın tabi ki sınırlandırılması lazım ancak avcılığı yasaklamak havayı kirleten bir fabrikanın bahçesindeki sigara içen insana, ‘sigara içme havayı kirletiyorsun’ demek gibi bir şey” dedi.