28 Mayıs 2017 00:26
HDP'nin yeni Eşbaşkanı Serpil Kemalbay, politikayla nasıl tanıştığını ve eş genel başkan olarak partisinin güncel konulara ilişkin tutumunu değerlendirdi. Kemalbay “Biz güneşi, geleceği görüyoruz. Gelecekteki sözü biz söyleyeceğiz. Kim barış için politika yapıyorsa, kim emeği savunuyorsa, kim işçilerin kadınların katledilmesine karşı çıkıyor, kim kadınları ve emekçiyi savunuyor, kim gençler için çalışıyorsa gelecek hakkında da o söz sahibi olacaktır” dedi.
HDP’nin yeni Eş Genel Başkanı Serpil Kemalbay göreve başladı. HDP Eş Başkanı Figen Yüksekdağ’ın parti üyeliğinin düşürülmesinin ardından yapılan zorunlu kongrede eş başkanlığa getirilmesini “buruk bir nöbet değişimi” olarak nitelendiren Kemalbay, yeni dönemde üstlendiği görev içinse “Devrimci bir görev, onur verici” dedi.
Referandum sonrası HDP’nin yol haritasını anlatan Kemalbay, Gezi’de ortaya çıkan farklı kesimlerin ortaklaşan itirazından çok şey öğrendiklerini bu öğrenme sürecinin 16 Nisan’da ‘nitelik sıçrayışı’ yaptığını söyledi. Kemalbay’a göre Gezi’den bu yana öğrendiğimiz en önemli şey, ‘sadece kendimiz için özgürlük istediğimiz zaman özgür olmamızın imkanı bulunmadığı’. Bu öğrenme yeni dönemin de ortaklığının şifresi olacak.
Referandumu AK Parti açısından bir fiyasko olarak nitelendiren Kemalbay, iktidarı zor ve kötü günler beklediğini söyledi.
Kemalbay’ın Gazete Duvar’dan Nergis Demirkaya’nın sorularına verdiği yanıtlar şöyle:
HDP içinde yeni değilsiniz, MYK’da görev yapıyordunuz ama kamuoyu sizi yakından tanımıyor. Serpil Kemalbay kimdir?
Ardahan’da doğdum. İlkokul ikiye kadar orada öğrenim gördüm. Devrimci mücadeleyle tanışmam da Ardahan Lisesi’nde bir boykotla oldu. Orta birdeydim. Devrimci abiler, ablalar herkes sınıfları boşalttı.
Siz de katıldınız mı boykota?
Tabii herkes inmişti. İlk eylemim orada başlamış oldu. Daha sonra ailemle İstanbul’a göç ettik. İTÜ Kimya Mühendisliği bölümünü bitirdikten sonra bir süre İngiltere’ye gittim. 90’lı yılların başında döndüm ve devrimci, sosyalist hareket içerisinde mücadeleye başladım. O günden bu yana kesintisiz mücadelenin içerisindeyim. 80 darbesi sokakla devrimcilerin bağını koparmıştı. Bu bağı yeniden kuracak yöntemler aradık. Dayanışma Evleri deneyimi böyle çıktı. Sahada, mahallelerde, sokaklarda olmak bana çok şey kattı, çok biriktirdim. Dönemin politik tartışmaları içinde de yer aldım, açlık grevleri yaşandığı dönem protestolara katıldım. Neredeyse her eylemde gözaltına alınıyorduk. Bugünü andıran bir ortam vardı. Demokratik eylemlerin şiddetle, zorla karşılandığı, hemen kriminalize edildiğiniz, terörist damgası yediğiniz bir dönemdi.
Daha sonra neler yaptınız?
8 Mart’tan 8 Mart’a kadın mücadelesini konuşuyorduk. Bir grup kadın arkadaşımla “aşağıdan bir kadın örgütü nasıl yaratabiliriz” diye konuşmaya başladık. Okmeydanı’ndaki Dayanışma Evi’nin bodrum katında, bir çeşit akademiye dönüşen seminerler serisi yaptık. Tartışmalardan sonra nasıl bir kadın mücadelesi yürüteceğimize karar verdik. Yoksul mahallelerde kadınlar üzerinden örgütlenme faaliyeti yürüttük. Hatta kendi mensubu olduğumuz siyasetten de uzak bir yolculuğa çıktık. O yolculuk bizi çok güzel bir noktaya taşıdı, “İmece” fikri doğdu. Kadın Meclisleri kurduk. Hatta bu örgütlülükten 1-2 film de çıktı, sendikalaşma çıktı. Güvencesiz kadın emeğine dair pek çok deneyim çıktı.
Çalışma hayatında yer aldınız mı?
Çalışma hayatında yer aldım ama çok merkeze koymadım. Tekstilde, ilaç kimyasında çalıştım. İş güvenliği uzmanlığı yaptım. Bir süre sonra hepsini bırakıp aktif politika yapmaya başladım.
HDP’yle nasıl buluştunuz?
Biz Sosyalist Dayanışma Platformu olarak bu mücadeleyi sürdürüyorduk. Hikmet Kıvılcımlı geleneğinden geldiğim için Kürt siyasi hareketiyle yakındık. Halkların Demokratik Kongresi fikriyatı oluşmaya başladığında biz de tartışmalara katıldık. O çalışma HDP’yi doğurdu ve ben de HDP MYK’da görev aldım.
HDP’de sizi siyaset yapmaya iten başka neler vardı?
Cinsiyet eşitlikçi, kadın özgürlükçü bir parti. “Radikal demokrasi” olarak ifade ettiğimiz demokrasi yaklaşımı önemli. Gençliğe önem veren bir parti. Türkiye siyasetine nefes olmuş, olabilecek bir parti. Türkiye demokrasi mücadelesinde HDP büyük bir şans. HDP, “iyi ki buradayım” dedirten bir parti.
Kadın mücadelesi, çalışma hayatına dair projeler derken bugün eş başkansınız. Hiç bunu düşünmüş müydünüz?
İnan ki hiç aklıma gelmedi. Zorunlu olduğu için de buruk oldu. Figen Başkan, “Gönül rahatlığıyla devrediyorum” dedi, ben de gönül rahatlığıyla bu nöbeti devraldım. O bizim cezaevindeki başkanımız. Ben de şimdilik dışarıdaki eş başkanım. Öyle diyebiliriz. Partimize yönelik çok ağır bir baskı ve zor politikası uygulanıyor. Sadece eş başkanlarımız, milletvekilleri değil binlerce tutuklu yöneticimiz rehin alınmış durumda. Biz içeride de, dışarıda da olsak, Selahattin Başkan’ın söylediği gibi bu gemiyi limana ulaştırmakla yükümlüyüz. Yaşanan değişikliği bir nöbet değişikliği olarak görebiliriz.
Partinize yönelik yaşanan durumu siz aktardınız. Böyle bir süreçte eş başkanlık için “ateşten gömlek” desem yanlış olmaz sanırım. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Benim için devrimci bir görev, onur. Çünkü HDP’nin Türkiye demokrasi mücadelesinde çok önemli bir rolü olduğuna inanıyorum. Halklarımızı buluşturabileceğine inanıyorum. Bunun için ben bir katkı yapabiliyorsam, ön yargıları yıkmaya fayda sağlayabiliyorsam başta Kürt halkı olmak üzere Türkiye’de yaşayan bütün ezilen halkların talepleri için ben de ses olabiliyorsam, işçi sınıfı ve emekçiler için, kadınlar için ve bugün umudunu kaybetmiş gençler için bir umut olabileceksem “ne mutlu bana” diyeceğim.
Referandum sonrası yeni bir Türkiye var. Yüzde 49 cephesinde ilişkileri sıcak tutmak için temaslar başladı. HDP yeni döneme nasıl hazırlanıyor?
Kongremizi yeni yaptık. Önümüzdeki günlerde kurullarımızı oluşturacağız. Örgütlenmeye ağırlık veren bir çalışma planlayacağız. Eşit koşullarda yapılmayan, meşru olmayan bir referandum yaşadık. Erdoğan Kongre konuşmasında bir lütuf olarak gördüğü OHAL’i kaldırmayacağını ilan etti. Halkın iradesi ne olursa olsun iktidarı bırakmak istemeyen, bunun için de her türlü oyun bozuculuğu yapan, savaş, şiddetle ayakta kalmaya çalışan bir iktidarı kaybetmeme stratejisi var. Biz bunun üstünden atlayarak bir yol haritası düşünemeyiz. Buna odaklanacağız. Kapalı kapılar arkasında hazırlanan anayasa taslağı da, zorla geçirilen 16 Nisan referandumu da meşru değil.
Biz Gezi’den beri bir itirazı yaşıyoruz. Gezi öncesi AKP iktidarının en azından sağ kesimler üzerinde daha geniş bir etki alanı vardı. Gezi sonrası bu etki alanı geriledi. Toplumun büyük kesimi artan otoriterleşmeye isyan etti. O isyan gerilemeyen, kemikleşen, ısrarcı bir direnç oldu. Bu direnci ortadan kaldırılmak için şiddet politikaları hayata geçirildi. Biz yol haritasını çizerken bu verilerden hareket etmek, demokrasi için her şeyi göze almış bütün toplumsal kesimleri, KHK ile atılmış emekçileri, Ayşe öğretmeni, grev hakkı yasaklanan cam işçilerini, herkesi kucaklayan bir demokrasi mücadelesi vermek zorundayız. Bunu hem kendi içimizde hem demokrasi güçleriyle olgunlaştırmamız gerekiyor.
HDP’den de yeni temaslar, ziyaretler mi göreceğiz?
Evet. Gezi’de yan yana durduk. Türk bayrağı ile yurtsever bayrakları beraber yürüdü. Birbirimizi anlamayı, dinlemeyi öğrendik. Bu öğrenme 16 Nisan’da nitelik sıçrayışı yaptı. Ön yargılarımızı belli ölçülerde aştığımızı gösterdi ama daha alacağımız çok yol var.
Bu yüzde 49 yekpare bir yüzde 49 değil. Ortak noktaları kadar sinir uçları da var. Bunları nasıl aşacaksınız?
Bizim kesinlikle bir demokrasi yüzleşmesine ihtiyacımız var. Türkiye halklarının özellikle batının. Kürt coğrafyasında çok ağır bedellerle ödetilmiş bir mücadele var. “Ben buradayım. Dilimle kültürümle kendi kendimi yönetmek istiyorum” diyerek bu mücadeleyi sürdürüyor. Bu demokrasi mücadelesi batıdaki demokrasi mücadelesini de güçlendiren bir mücadeledir. Ben de kendimi batıdan birisi olarak tarif edeyim. Bizler Türkiye’deki siyasete hep statükonun şekillendirdiği kafalarla baktık. Tarihsel önyargılarla Türkiye’nin sorunlarına bakıldı. Bunu değiştirmek zorundayız. Sadece kendimiz için özgürlük istediğimiz zaman özgür olmamızın imkanı yok. Sanıyorum Gezi’den bu yana öğrendiğimiz en önemli şey bu. Bu kolay bir denklem değil. Çok fazla acı var ve herkes kendi acısını önemsiyor, başkasının acısını ötekileştiriyor. Barış sürecindeki 2 yılda, ılıman bir iklimde meseleleri konuşmaya başladık. Birbirimizle biraz daha yakın temas kurmaya başladık. Oradan biriktirdiklerimiz var ve onları kenara atmadan sıkı sıkı sarılmamız gerekiyor. Ve birlikte birbirimizin acısını, adresine bakmadan sahiplenerek bir çözüm için çabalamamız gerekiyor.
Kongrede bir Demokrasi ve Barış Mücadele Eylem Planı çağrısı yaptınız. O çağrının anlamı ne? Kime yapıldı ve nasıl bir plan hazırlanacak?
Çağrı birbirine yabancı olanlara. Çağrı tüm topluma. Toplumun elini taşın altına koymalı. Hiçbir demokrasi kazanımı bedelsiz ve emeksiz olmamış. Emekler de karşılığını almış. Mutlaka diktatörler gitmiş. Eş başkanımız Demirtaş’ın çağrısı bu anlamda bütün topluma yapılmış bir çağrı. Tabii ki partimize partimizin kurullarına da yapılmış bir çağrı. Birbirine uzaktan bakan yabancı bakan, birbirinin acısını anlamayanlara da yapılan çağrı. Eğer biz bir diktatörden kurtulacaksak, eğer biz bu otoriter süreci aşacaksak o zaman bu durumun değişmesi gerekiyor.
Referandumun sonucunda Kürt oylarının belirleyici olduğu, bunun da mevcut politikaların başarısına işaret ettiği yorumları yapıldı. Siz oylarınızda nasıl bir kayıp görüyorsunuz. Bir baraj sorunu var mı?
Anlaşılan AKP iktidarı abluka altına alarak, silahların gölgesinde ve kamu gücünü kullanarak Kürt coğrafyasında bir başarı hedeflemiş. Yani çalarak zor kullanarak, sandığa gidilmesini engelleyerek çeşitli yöntemler denemiş. Fakat biz Kürt illerindeki sonuçlara baktığımızda yüksek bir inat ve ısrarcı bir hayır görüyoruz. Türkiye coğrafyasındaki hayırların en güçlü ifade edildiği yer Kürdistan coğrafyasıdır. Bölgede bir kazanım elde etmek istiyorlardı ama beklediklerini alamadılar. Yüzde 70’e varan hayır diyen iller var. Daha ne olacak? Kürt halkı, “Cizre’de yaptıklarınızın bedelini size ödetiyoruz. Savaş politikasının bedelini size ödetiyoruz” demiştir. 12 Eylül’den daha kötü bir savaş, şiddet politikası hayata geçirildi, ama sonuçları AKP iktidarı açısından fiyaskodur. Şimdi bunu algı oluşturarak başka türlü göstermeye çalışıyor. Kentsel dönüşüm adı altında demografik yapıyı etkileyecek çalışmalarla, korucu partiler kurdurarak kendi muhataplarını yaratmak gibi hedefleri, hayalleri var. Bütün bu hayaller ve heveslerin ellerinde patlayacağını biz şimdiden söyleyebiliriz. Batıda da hayırları ciddi oranda artırdık. Elbette ki bunu daha da artırmak için çalışmalıyız. Ama şu anda parlamento, seçimler, baraj, hepsi soru işareti. Biz bunlara çok kafayı takmadan örgütlenmemizi ve dayanışmamızı bu diktatörlük heveslerine karşı güçlendirmemiz gerekiyor. Bu zaten bizi parti olarak da daha güçlü kılacaktır.
Evet cephesinin adayı belli gibi. Sizce aday nasıl belirlenmeli, 2019’a nasıl hazırlanılmalı?
Biz 2019’u konuşmayı asla istemiyoruz. 2019’u konuşmak bu meşru olmayan anayasa referandumunu meşrulaştırmaya yarar. Toplumun rızası olmadan kalkışılan bu işlerin bir yerde ters tepeceğini, halklarımızın emekçilerimizin bu süreci mücadelesiyle durduracağını düşünüyorum. 2019 planı açısından AKP’nin de büyük bir muamma içinde olduğunu düşünüyorum.
“Gayrimeşru” deseniz de yeni sistem yavaş yavaş yürürlüğe giriyor. Meclis’e uyum yasaları gelecek…
Uyum yasalarında da mücadelemizi yükselteceğiz. Anti-demokratik sürece karşı toplumu bilgilendirecek ve mücadeleyi artıracak politikayı, kendi gündemini yaratan bir çalışmayı ortaya koyacağız. Demokrasi ve barışla ilgili hiçbir politikaları yok. Bu sistemi yönetebilecek hiçbir politika yok ve o yüzden de kaybedecekler ve biz kazanacağız. Mutlaka kazanacağız.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Kongre’de “Daha zor günler bekliyor” sözleri HDP’ye yönelik olarak da yorumlandı. Ne bekliyorsunuz?
Bence onları zor günler bekliyor. Bakın Nuriye ve Semih, bütün dünya onları konuşuyor. Bir baba, 90 gündür çocuğunun kemiklerini almak için açlık grevi yapıyor. Bu demokrasi değil. Bunlar Türkiye halkları için gelecek umudu olamaz. Büyük bir sıkışma içerisindeler. Kara, kirli parayla ekonomiyi döndürüyor olabilirler ama hiçbir yatırımcı bu koşullarda gelip yatırım yapmaz. OHAL devam ettiği sürece Türkiye’de bir normalleşme sağlanamaz. AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan’ın keyfi yönetimine mahkûm değiliz. O kendisini düşünsün, çünkü onu kötü günler bekliyor. Bu sürdürülebilir bir yönetim değil. Zaten oturduğu koltukları da gasp etmiştir. Halkın iradesini tanımamıştır. Kayyumlarla da bunu yapmıştır. İktidarı da gaspetmiştir. Zora tüfeğe, tanka, panzere silahlara dayalı bir sistem var. Nasıl ki Kenan Evren gitti, Tayyip Erdoğan da gidecektir. Biz güneşi, geleceği görüyoruz. Gelecekteki sözü biz söyleyeceğiz. Kim barış için politika yapıyorsa, kim emeği savunuyorsa, kim işçilerin kadınların katledilmesine karşı çıkıyor, kim kadınları ve emekçiyi savunuyor, kim gençler için çalışıyorsa gelecek hakkında da o söz sahibi olacaktır.
© Tüm hakları saklıdır.