Dünya

IŞİD'in elinde 10 ay tutsak kalan Fransız gazeteci: IŞİD, kötülüğün ta kendisi değil, sonucu!

"IŞİD’le mücadele stratejisi her şeyden önce askeri, bana göre bu bir hata"

28 Ekim 2016 15:51

IŞİD’in elinde 10 ay boyunca tutsak kalmış Fransız gazeteci Nicolas Hénin, koalisyon güçleri ve Rusya'nın ortaklığında yapılması planlanan Rakka ve Irak'ta devam eden Musul operasyonlarıyla IŞİD'in bitirilemeyeceği görüşünü savundu. IŞİD'e yönelik operasyonların her şeyden askerî olmasının eksik olduğunu savunan Henin, "IŞİD sorunu politik. Esas hata IŞİD’i kötülüğün ta kendisi olarak görmek. Kötülüğün ta kendisi IŞİD değil. IŞİD, kötülüğün sonucu" diye konuştu.

Henin neler yaşamıştı?

Yıllarca Suriye ve Irak’ta gazetecilik yaptıktan sonra 22 Temmuz 2013 günü Suriye’deki Rakka şehrinin bir sokağından yüzleri maskeli IŞİD’liler tarafından kaçırılmıştı ve 24 Batılıyla beraber 10 ay boyunca tutsak edildi. Batılı gazetecilerin bazılarını öldüren IŞİD’liler, Nisan 2014’te Hénin’i salıvermişti.

Nicolas Hénin'in Medyascope'tan Elif Akbıyık ve Gülener Kırnalı'ya verdiği söyleşi şöyle:

İlk olarak size Irak’ta ve Suriye’de devam eden askeri operasyonlar ile ilgili bir soru sormak istiyorum: IŞİD’e yönelik askeri operasyonları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Şu an için, IŞİD’le mücadele stratejisi her şeyden önce askeri. Bana göre bu bir hata. IŞİD’in sorunu, temelde siyasi. IŞİD, her şeyden önce, çözülemeyen siyasi sorunların sonucu. Aslında, özellikle Irak ve Suriye’deki Sünni Araplar, bu iki ülkenin yönetiminde kendilerine bir yer bulamıyorlar. Artık, bu iki ülkenin yönetimlerinde temsil edilmediklerini hissediyorlar. Bana kalırsa, öncelik siyasi sorunu çözmekte. Siyasi sorun çözüldüğünde; Irak ve Suriye’deki bütün topluluklar yönetimde yer edinip, temsil edildiğini hissettiğinde, IŞİD yok olacaktır. O zaman, askeri harekâta da ihtiyacımız olmayacak.

Bugün, IŞİD güvenlikle ilgili bir risk teşkil ediyor, dolayısıyla askeri operasyon gerekli. Ne var ki askeri operasyon bu problemin çözümünde küçük bir yer almalı. Çünkü göz ardı edilmemesi gereken şey, problemin herşeyden önce politik olduğu.

Yani, devam eden askeri operasyonlar IŞİD’i durdurmayı başaramayacak öyle mi?

Mutlaka IŞİD’e karşı taktiksel başarılar olacak. Ama sorun şu; Musul topraklarını ve hatta Rakka topraklarını IŞİD’den geri almak neye yarayacak? Bu hiçbir zaman taktik bir başarıdan fazlası olmayacaktır. Daha uzun vadede, politik problemi çözmek gerekir. Yoksa 5 yıl, 10 yıl içinde başka radikal terörist gruplar ortaya çıkacaktır. Hem de belki de IŞİD’den çok daha kötü ve çok daha radikal olacaktır.

Sizce IŞİD’le müzakere masasına oturmak mümkün mü?

Hayır, zannetmiyorum. Taktik açıdan IŞİD’le çok küçük ölçekli müzakereler yapmak mümkün olabilir. Ben bunun canlı bir kanıtıyım. Benim şu an burada olmam bunun bir kanıtı. Beni tutsak aldılar ve ardından saldılar. Bu, muhtemelen bir müzakerenin sonucuydu. Ancak, daha geniş ölçekte bir müzakere, bir tür barış anlaşması, düşmanlıkların bitirilmesi, bana göre, mümkün değil. Totaliter bir anlayışa sahip olan ve rekabeti kaldıramayan bir grup var karşımızda. Bölgedeki güçlerle rekabet ediyor olsalar da Körfez ülkeleriyle, Türkiye’yle gerçek muğlaklık dönemleri yaşadılar, bu ülkelerin bölgedeki yaklaşım farklılıklarından faydalandılar. Fakat hiçbir ülkeyle ittifak yapmak arayışında değiller. Hatta barış yapma hedefleri de hiç yok.

Size göre, askeri operasyonlar ciddi manada işe yaramıyor ve müzakere ihtimali çok zayıf. Kitabınızın başlığı “IŞİD karşısında yapılan hatalar”, buradan devam edelim. Şimdi öncelikle bu hatalar neler ve IŞİD’le mücadelede başka neler yapılabilir?

Bana göre, esas hata IŞİD’i kötülüğün ta kendisi olarak görmek. Kötülüğün ta kendisi IŞİD değil. IŞİD, kötülüğün sonucu. Bir işaret, bir semptom. Enfeksiyonlu bir hastalığın ateşi gibi. Enfeksiyonlu bir hastalığınız varsa, ateşle mücadele edebilirsiniz. Fakat, sadece ateşle mücadele edip, enfeksiyonun kaynağıyla mücadele etmezseniz, nihayetinde ölürsünüz. Enfeksiyonla mücadele etmelisiniz. Ve buradaki enfeksiyon, politik şiddet.

Ve buradaki topluluklar hükümetleri tarafından temsil edilmediklerini düşünüyorlar. Dün Suriye’de ezilen azınlık Kürtlerdi, Irak’ta Şiilerdi. Bugün kartlar yeniden karıldı. Sünni Araplar Suriye’de ezilen ve hatta katledilen azınlık haline geldi.

Buradaki mevzu, Sünni yanlısı bir yaklaşım sergilemek de değil; bütün toplulukların yönetimde temsil edilmeleri ve kendi kimlikleri içerisinde, yani hem topluluklarının kimliği hem de ulusal kimlikleri içerisinde rahat hissetmeleri için mücadele etmek.

Peki, Türkiye’nin ve Erdoğan yönetiminin IŞİD karşısındaki tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu zaman içerisinde değişiklik göstermiş bir soru. İlk zamanlarda, Erdoğan muhtemelen IŞİD’i kullandı. Yaptıklarını yapmasına izin verdi, aslında Erdoğan’ın yanı sıra İslamcı grupların tümü, hatta cihatçılar dahil olmak üzere, bunu yaptılar. Çünkü IŞİD, Türkiye’nin iki düşmanıyla savaşıyordu: Esad rejimi ve kendi topluluklarını bir araya getirme eğilimindeki Suriyeli Kürtler. Aslında, Kürtler içerisinde açıkça terörist olan ve savaşılması gereken bir grup var ama aynı zamanda tamamen barışçıl bir şekilde ulusal hakları için mücadele etmekten başka bir şey yapmayan çok sayıda insan var. Şimdi ilk aşama oldukça belirsizdi. Bugünkü aşama farklı bir belirsizliğe sahip. Çünkü, bu ilk aşamada Erdoğan, Suriyeli devrimcilerin yanında olduğunu ilan etti, bugünse onları bırakmışa benziyor.

Putin’le yaptığı son görüşme, Suriye topraklarının ikisi arasında bir şekilde paylaşıldığını işaret ediyor. Bir tür “centilmenler anlaşması”, her ne kadar bu kişiler birer “centilmen” olarak nitelendirilemez olsa da. Bir taraftan, Halep bırakıldı ki Halep, bugün yalnızca devrimin merkezlerinden biri değil, aynı zamanda, şunu hiçbir zaman unutmamalıyız ki Halep her zaman IŞİD’i reddetti ve IŞİD karşısında kendisini koruyabildi. Bugün Halep şehrinde hiçbir yabancı cihatçı göremezsiniz. Öte yandan, Kürt hattını kesmek için bir anlaşma yapıldı. Bir anlamda şöyle dendi: “Tamam, Putin, Halep’i alabilirsin” ve “Tamam, Erdoğan, sen de Suriye’nin kuzeyinde oluşan Kürt hattını kesmek için müdahele edebilirsin.” Bu en kötü anlamıyla bir realpolitik.

Kitabınızda ve röportajlarınızda IŞİD üyelerinin Batı dünyasını çok iyi bildiğini ama Batı dünyasının onları tanımadığını söylüyorsunuz. Onların Twitter ve Facebook nesli olduğunu söylüyorsunuz. Bu oldukça ilginç.

IŞİD, çok kültürlü bir toplumun ürünü. Bu, tüm ülkelerdeki tüm kimlik siyaseti güdenlere, bir ulusun, bir ülkenin yalnızca tek bir kimlik üzerine inşa edilebileceğini düşüne insanlara iletilmesi gereken çok önemli bir mesaj. Hayır. Tarihte başarılı olmuş çok kültürlü uluslar var. IŞİD’in güçlerinden bir tanesi, bir tür devrimci ama aslen öncü bir hareket olması. Benzetmek gerekirse, biraz Amerika’ya giden koloniler gibi. Öncü bir toplum. Dünyanın dört bir yanından gelip, beraberinde kendi kültürel zenginliklerinden getirdikleri unsurlarla bir toplum yaratmayı hedefleyen insanlar.

IŞİD, Türkiye’yi çok iyi biliyor çünkü Türkiye’den gelmiş bir sürü savaşçı var. IŞİD, Fransa’yı çok iyi biliyor çünkü Fransa’dan gelmiş bir sürü savaşçı var. Mısır’ı, Fas’ı çok iyi biliyorlar, Rusya’yı çok iyi biliyorlar çünkü buralardan gelenler var. Bütün dünyayı biliyorlar. Biraz “Fransız Yabancı Lejyonu” gibiler. Lejyon’un gücü, farklı kimliklerin uyum içerisinde olmasından gelir. IŞİD’in gücü de buradan geliyor.

Rehin alındıktan sonra dünya görüşünüz ve IŞİD’e olan bakışınız değişti mi?

Ben tutsak alınmadan önce IŞİD gerçek anlamda mevcut değildi. Öte yandan, bir gazeteci olarak bölgedeki cihatçılar üzerine zaten çalışıyordum. Cihatçılarla zaten savaş muhabirliği röportajları yapmıştım. Birçok bölgede; Irak’ta, Somali’de, Suriye’de tanıştığım ve benimle röportaj yapmayı kabul eden El Nusra Cephesi’nden insanlar oldu. Yaşadıklarımdan sonra gidip onlarla röportaj yapmak benim için daha zor olacak. Ama onun dışında, dünya görüşüm pek değişmedi. Beni tutsak alan cihatçılar beni radikalleştirme eğilimindeydiler. Yani ya beni kendi dünya görüşlerine döndürme ya da aksine, benden islamofobisi olan biri yaratmayı hedeflediler. Ama hayır, tamamen yanıldılar.

Suriye ya da Irak’a geri dönmeyi düşünüyor musunuz?

Şu an için hâlâ biraz tehlikeli. Fakat bu iki ülkede olanları, yayınlar, militanlar ve sosyal ağlar aracılığıyla çok yakından takip etmeye devam ediyorum. Bu iki ülkenin tarihini hep takip ettim; Bağdat’ın düşüşü sırasında orada gazeteciydim. Bağdat’ta Amerikan işgalini takip ettim. Aynı zamanda, beş röportaj boyunca Suriye Devrimi’nin ve ardından iç savaşın farklı aşamalarını takip ettim. Bu nedenle, hâlâ büyük ilgiyle ve oradaki insanlar için sevgi ve üzüntü duyarak takip ediyorum.


Söyleşi ilk olarak Medyascope'da yayımlanmıştır