Chris Stephenson
Recep Tayyip Erdoğan’ın dediği gibi Kuzey İrlanda’daki İrlanda Cumhuriyetçi Ordusu (IRA) bütün silahlarını betona gömdü. Başbakan Ahmet Davutoğlu da AKP’nin çakma Newroz töreninde benzer sözler tekrarladı; “Silahları toprağa gömelim.”
Hepimiz silahların gömülmesini isteriz. Ama nasıl?
Elbette 400 senelik tarihe sahip İrlanda’nın sorunlarıyla Türkiye Kürtleri’nin tarihi birbirinden farklı. Ancak karşımızda “IRA silahlarını betona gömdü, sizin neyiniz eksik?” diyen bir devlet varsa IRA’nın silahlarının hangi koşullar altında betona gömülmüş olduğuna bakmakta fayda var.
Silahların gömülmesi öncesi
İrlanda’daki son “The Troubles” yani “Sorunlar” dönemi 1966-1967 yıllarında başlayan “Civil Rights Movement” isimli barışçıl bir demokratik haklar mücadelesiyle başladı. Devlet ve devlet taraftarı silahlı gruplar bu barışçıl harekete büyük bir şiddet uygulayarak cevap verdi. Bunun sonucunda IRA 1971’de silahlı mücadeleye başladı.
27 senelik bir silahlı çatışma dönemi sonunda doğrudan bir müzakere neticesinde 1998 Paskalya arifesinde bir anlaşma yapıldı: “Good Friday Agreement” yani “Paskalya Arifesi Anlaşması”. Anlaşmanın tarafları Kuzey İrlanda’daki silahlı gruplar ve politik partiler, Büyük Britanya hükümeti ve İrlanda Cumhuriyeti hükümetiydi. Bu anlaşmayla Kuzey İrlanda’da yeni bir anayasa oluşturulup referanduma sunuldu. Yeni anayasadaki bazı önemli maddeler şöyle:
1. Yeni, özerk bir Kuzey İrlanda meclisi kurulması,
2. Yeni, özerk bir Kuzey İrlanda hükümeti kurulması,
3. Yeni Kuzey İrlanda hükümetinin “güç paylaşımlı” olması; yani hükümetin bakanlıklarının partilerin meclisteki temsiliyet oranına göre dağıtılması,
4. Kuzey İrlanda’ya Büyük Britanya devletinden referandumla ayrılma hakkının tanınması,
5. Kuzey İrlanda’nın Britanya’da kalma ya da Britanya’dan ayrılma isteğinin eşit derecede meşru görüşler olarak kabul edilmesi; yani “bölünme hakkına anayasal garanti”.
6. Devletin bütün kurumlarında “ırk, din ve mezhep ayrımcılığının ortadan kaldırılması ve devletin her kesime eşit muamelesini” anayasal bir görev olarak belirlenmesi.
1998 anlaşması silahsızlanma sürecini de belirledi:
(a) Silahlı taraflar silahlarını eşzamanlı olarak “kullanılmaz” hale getireceklerdi; Büyük Britanya devleti de emniyet güçlerini “normal” seviyesine indirecek, özel karakolları kaldıracak, askerlerini Kuzey İrlanda’dan geri çekerek terörle mücadele kararnamelerini iptal edecekti. Sadece IRA ve Britanya yanlısı Protestan silahlı gruplar değil, aynı zamanda devlet de bir düzeyde silahsızlanacaktı.
(b) “Terör”den mahkûm olanların serbest bırakılması hızlandırılacaktı.
Silahsızlanma bu şartlara bağlıydı ve tek taraflı da değildi. Devlet de silahsızlanmaya katıldı.
Yeni anayasa, anlaşmadan 2 ay sonra referandumla kabul edildi. Aynı şekilde bu süreci garantileyecek İrlanda Cumhuriyeti anayasa değişikliği, İrlanda Cumhuriyeti’nde yapılan bir referandumla kabul edildi.
Silahların gömülmesi
Yeni anayasa kabul edildi, ama silahlar hemen gömülmedi. Anlaşmaya göre silahların gömülmesi 2000 yılında öngörülüyordu. Ama yeterli güven henüz oluşmamıştı. Britanya yanlısı silahlı Protestan gruplar silahlarına veda etme eğiliminde değildi. Yeni hükümetin bileşimi konusunda, özellikle Kuzey İrlanda emniyet güçlerinin oluşumu ve kontrol edilmesi konusunda anlaşmazlıklar vardı.
Sonuç itibarıyla IRA silahların gömülmesini erteledi. Silahların ilk kısmı uluslararası bir izleme heyeti huzurunda 2001 yılında betona gömüldü. Ondan sonra güven arttırıcı adımlar beklendi
2002 ve 2004’te yine izleme heyeti huzurunda iki taksit daha betona gömüldü. Nihayet 2005’te IRA resmi bir açıklamasıyla silahlı mücadeleyi bıraktığını ilan etti. Yani 1998 yılındaki anayasa değişikliğinden tam 7 sene sonra.
Silahlar gömüldükten sonra
Yine de Britanya yanlıları silahlarından hala vazgeçmediler ve Kuzey İrlanda özerk hükümeti askıya alındı. Süreç ilerleyişi pürüzsüz değildi. Ancak 2007 yılında Britanya yanlısı Protestanlar ortak bir paylaşımlı hükümette yer almayı kabul ettiler. Silahlarını ise 2009 yılına kadar ellerinde tutmaya devam ettiler. Kurulan hükümette başbakan Britanya yanlısı Protestanlardan’dı, yanında resmi statüsü başbakan yardımcısı olan, ama başbakan ile aynı yetkilere sahip bir tür eşbaşbakan vardı. Bu koltukta oturan Martin McGuiness IRA Genelkurmayı’nın eski bir mensubu. Gençken silah ve patlayıcı bulundurmaktan mahkûm olmuş biri. Yani İrlanda’yla benzetme yapacaksak eğer, McGuiness’in o makama oturması, Cemil Bayık’ın Özerk Güneydoğu Türkiye hükümetinin eşbaşbakanı olmasıyla aynı şeydir.
Barış bir süreçtir
Paskalya Arifesi Anlaşması’ndan ortak hükümetin nihai kuruluşuna kadar 9 sene geçti. Süreç hep krizlerle ilerledi. Derin yaralar varken, geçmişte katliamlar yapmış ya da katliamlara göz yummuş devletin emniyet güçlerinin reformu ve kontrolü kritik bir öneme sahip oldu.
Süreç de bitmedi; hala eski nefretleri ve güvensizlikleri kışkırtmaya çalışanlar var.
Barış ve çözüm
1998 Anlaşması şu anda Türkiye devletinin masaya koymaya hazır olduklarıyla karşılaştırıldığında Türkiye’deki barış sürecinin kat etmesi gereken uzun bir yolun olduğunu ortaya koyuyor. Yine de İrlanda’daki anlaşmanın birçok açıdan olumsuz yanları da var:
a) “Yukarıdan” bir anlaşma olduğundan Kuzey İrlanda’nın iki halkını birleştirmek yerine, meclis ve hükümette Protestan-Katolik ayrımını kurumsallaştırdı.
b) Kurulan özerk hükümet Britanya hükümetin verdiği bütçe ve uyguladığı neoliberal politikalar çerçevesinde hareket etmek zorunda. Bu yüzden Kuzey İrlanda’daki yoksulluk ve işsizlik sorunlarına çözüm getiremiyor.
Yoksulluk devam ettikçe halkları birbirine düşürmek ve eski nefretleri gündemde tutmak bazı politikacıların işine geliyor.
Silahlar sustu. Artık halkları birleştirip yoksulluğa karşı ortak bir ekonomik mücadele başlatmak gerekiyor. Silahların susması birleşik mücadelenin önündeki önemli bir engelin ortadan kalkması demek ama bu mücadelenin bittiği anlamına gelmiyor.
Sonuç
Hükümetin “silahları gömün” propagandasının gerçek bir barış süreciyle alakası yoktur. Herkese demokratik değişim ve hakları getiren değişiklikler olmadan barış sürecinden bahsetmek mümkün değil.
Ama barış sadece bir anlaşmadan ibaret değil. İktisadi ve sosyal adalet getirmeyen bir süreç kalıcı bir barışı garanti altına almaz.