Gündem

İlker Başbuğ: Suriye ve Irak politikalarının yanlışlığı nedeniyle terörün hedefi olduk

"Siyasi iktidar, muhalefet, medya ve toplum iyi bir sınav vermiyor"

01 Temmuz 2016 12:30

Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, Atatürk Havalimanı'ndaki saldırya dair açıklamalarda bulundu. Başbuğ, Türkiye'nin Suruç katliamından itibaren "terör sarmalına" girdiğini söyleyerek, son canlı bomba saldırısına ilişkin olarak da, "Türkiye'nin birçok yerinde yaşanan terör eylemlerini, Irak'ta ve Suriye'deki çizilmek istenen yeni sınırlardan soyutlayamazsınız. İstanbul'daki IŞİD tarafından gerçekleştirildiği söylenen terör eylemini de, Suriye'deki son gelişmelerden soyutlayamazsınız. Suriye ve Irak politikalarının yanlışlığı nedeniyle terörün hedefi olduk" diye konuştu.

İlker Başbuğ'nun Sözcü gazetesinin bugünkü (1 Temmuz 2016) nüshasında yayımlanan Uğur Dündar'a verdiği yazılı söyleşi şöyle:

20 Temmuz 2015'te Şanlıurfa'nın Suruç İlçesi'nden Ayn el Arab'a gitmek için toplanan gençlerin açıklama yaptıkları sırada, IŞİD'li bir canlı bombanın kendini patlatmasıyla Türkiye, ciddi bir terör sarmalına, hatta kaosa girdi. Suruç'ta ve daha sonra Türkiye'nin birçok yerinde yaşanan terör eylemlerini, Irak'ta ve Suriye'deki siyasi gelişmelerden, daha açık deyimle oralarda çizilmek istenen yeni sınırlardan soyutlayamazsınız. İstanbul'daki IŞİD tarafından gerçekleştirildiği söylenen terör eylemini de, Suriye'deki son gelişmelerden soyutlayamazsınız.

Yani, siz ülkece hedefi olduğumuz terör saldırılarının arkasındaki ana nedenlerin başında; Suriye ve Irak'ta yaşanan olaylarla, Türkiye'nin Irak ve Suriye'ye karşı yürüttüğü dış politika yanlışlıklarını mı görüyorsunuz?

Evet. Ana nedenin bu olduğunu düşünüyorum. Elbette, bu ana nedenin yanında başka sebepler de var. Suruç'taki eylemin, Suriye'de IŞİD'e karşı çatışmaların Ayn el Arab'da, İstanbul'daki olayın ise yine çatışmaların Menbiç'te yoğunlaştığı sırada meydana gelmesi düşündürücüdür.

Türkiye'nin özellikle Suriye politikasındaki yanlışlıkları da özetler misiniz?

Birincisi, dış politika milli menfaatlere dayanır. Türkiye'de bu hususun da doğru anlaşıldığını zannetmiyorum. Biz, hâlâ dostluklar ve düşmanlıklardan bahsediyoruz. Bakın, İngiltere Dışişleri Bakanlarından Palmerstone'nun çok bilinen bir sözü vardır: “Ne dostluklar ne de düşmanlıklar sonsuza kadar sürer. Sonsuza kadar sürecek olan milli menfaatlerdir…”

Peki, Suriye özelinde Türkiye'nin milli menfaatleri nelerdir?

Suriye'nin toprak ve siyasi bütünlüğünün korunması ile komşusu olduğumuz Suriye'de ülkeyi “yönetebilen bir yönetim”in var olmasıdır. Bu iki hususun bugün büyük bir tehdit altında olması, Türkiye için çok büyük bir güvenlik riskidir.

 

"Özgür Suriye Ordusu'nun
desteklenmesi hataydı"

 

Altını çizdiğiniz bu çok hayati duruma karşın Türkiye bugüne kadar Suriye'de nasıl bir politika izledi?..

Suriye'de kitlesel boyutta insan kıyımı oldu ve maalesef ölümler sürüyor. Milyonlarca Suriyeli ülkelerini terk etmek mecburiyetinde kaldı. Bu duruma duyarsız kalınması elbette düşünülemez. Ama buna karşın Özgür Suriye Ordusu desteklenerek, bu sorunlara çözüm bulunabileceğini düşünmek, her şeyden önce dış politikadaki temel prensip olan “gerçekçiliğin” göz ardı edilmesi demektir ki, bu büyük bir yanlıştır. Ayrıca, dış politikada “ideolojik” noktalardan hareket ederseniz, sonuç hüsran olabilir.

O halde Türkiye'nin Suriye politikasında ne gibi değişiklikler yapılmalı?

Suriye'ye ilişkin aynı milli menfaatlere sahip ülkelerle işbirliğine girilmesinden başka çare yoktur. Bu ülkeler de bellidir: Rusya, İran ve Suriye Hükümeti. Elbette, ABD'nin bölgedeki etkinliğini de göz ardı edemezsiniz. Bu hususları, defalarca dile getirdik.

 

"Rusya ile aramızdaki uçak krizi
iyi yönetilemedi"

 

Rus uçağının düşürülmesi, Türkiye-Rusya ilişkilerinde ciddi bir krize neden oldu. Bugün olumlu gelişmeler yaşanıyor. Ama neredeyse bir yıl kaybettik. Bu olayı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Birincisi, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) Hükümet'ten aldığı yetki ile Rus uçağını düşürdü. Bu noktada bir tereddüt yok. Ancak bu olayın öncesinde ve sonrasında daha farklı hareket edilebilirdi. Siyasi kanat Rus uçağının düşürülmesinin yaratacağı sorunları iyi değerlendirememiş, düşünememiş! Aksi olsa idi, bu yetkiyi TSK'ya vermemeleri gerekirdi. Acaba, o günlerde böyle bir davranışın iç kamuoyu desteği açısından çok yararlı olabileceğini mi düşündüler? Elbette, cevabını bilmiyorum. Ama şunu söyleyebilirim: Siz dış siyaset konularını iç siyaset malzemesi yaparsanız -maalesef bütün dünyada yapılıyor- karşılaşacağınız sonuçlar hiç de iyi olmaz!.. Uçağın düşürülmesinden sonra; haklı olduğumuz noktadan geri adım atmadan ama olayı da iç siyaset malzemesi haline dönüştürmeden, karşılıklı söylemlerle durumu her gün gerginleştirmekten kaçınarak, daha sağlıklı bir kriz yönetimi yapılabilirdi.

 

Yanlışların ciddi siyasi sorumluluğu var!..

 

Bu olayın Türkiye'ye verdiği zararlar nedir?

Bakın, Suriye'nin kuzeyinde bir “Kürt koridoru” oluşuyor. Bu uçak krizinden sonra; “Kürt koridoru” konusunda Türkiye'nin adeta eli kolu bağlandı. Bu koridorun oluşması, Türkiye'nin güvenliği açısından bir tehdittir. Bundan hiç şüphe yok. Ama bugün ne yapıyoruz? PYD/YPG'nin Fırat'ın batısına geçişine izin vermeyeceğimizi söyledik. Farklı isimler altında, maalesef bu dediklerimizin aksi oluyor. Dışişleri Bakanı; “ABD'ye düşüncelerimizi söyledik, bizi dinlediler” diyor. Daha sonra da “ABD'nin sözünde durup durmayacağını göreceğiz” diyor. Rusya ile olan ilişkileri ilerdeki günlerde, normale dönüştürseniz bile, gelinen nokta itibarıyla; Suriye'deki gelişmeleri ne ölçüde etkileyebileceksiniz? Çünkü çok zaman kaybettik…

Bütün bu yaşananların, vahim yanlışlarda ısrar etmenin hiç siyasi sorumluluğu yok mu?

Olmaz mı?.. Dış politikada yapılan yanlışlardan dolayı ortada çok ciddi bir siyasi sorumluluk var…

 

PKK, devlete karşı ayaklanma planlandı

 

PKK terör örgütünün eylemlerine dönersek; 15 Şubat 2013'te Başbakan, MİT ile Öcalan arasındaki görüşmelerin “İmralı Süreci” yerine “Çözüm Süreci” olarak adlandırılmasının daha doğru olacağını açıklamıştı. Sizce “Çözüm veya Açılım Süreci”nde ne gibi hatalar yapıldı?

Birincisi, daha önce de ifade ettiğimiz gibi; sadece ve sadece “koşulsuz silah bırakılması” amacıyla, istihbarat örgütleri, terör örgütleri ile “gizli” görüşmeler yapabilir. Zaten, bunu açık yürütürseniz, görüşmeler de iç siyaset malzemesine dönüşür ki, bu yanlıştır. “Terör Örgütlerinin Sonu” adlı kitabımda da yazdığım üzere; terör örgütünün gerçek hedefinin ne olduğu hükümetler tarafından iyi değerlendirilmelidir. Tek başına terör örgütü liderinin bakış açısının dikkate alınması yanıltıcı olabilir.
Bu çerçevede yapılan hataların başında; terör örgütünün gerçek hedefinin ne olduğunun yetkili makamlarca görülmemesi ya da görülmezlikten gelinmesi bulunmaktadır. Terör örgütü, bu süreci bir hazırlık süreci olarak gördü. Bu süreç sonunda, özellikle Güneydoğu'da bölge halkını, devlete karşı ayaklanmaya kalkıştırmayı planladı. Örgüt; “Çözüm Süreci” açıklamasından bir hafta sonra 24 Şubat 2013'te, PKK'nın illegal şehir yapılanması olan Yurtsever Devrimci Gençlik Hareketi'nin (YDG-H) kuruluşunu ilan etti ve eylemelere başladı. Buna karşın, devlet etkin tedbirler almadı, alamadı.

Diğer bir hata ise; Öcalan'ın bakış açısının öncelikle dikkate alınmasıdır. Örgütün silah bırakmasının kararı silahlı kanat, yani Kandil tarafından verilecektir. Silahlı kanat ise bu kararı kendiliğinden vermez. Silahlı kanada, ümitlerinin tam olarak bittiğinin gösterilmesi gerekirdi.

Sanki, bunun aksi yapıldı. Bu süreçte, güvenlik kuvvetlerinin operasyonları durdurularak, operasyonlara izin verilmeyerek, yapılabilecek hataların en büyüğü yapıldı.

Peki sizce, PKK terör örgütünün marjinalize edilmesi için neler yapılmalıdır?

Birincisi; devlet “terörle mücadele”nin güvenlik, ekonomi, sosyo-kültürel, propaganda ve uluslararası ilişkiler alanlarında koordineli ve kararlı şekilde mücadeleye devam etmelidir. Terör eylemleri şiddetle devam ederken, örgüt “koşulsuz silah bırakmadan” ve kendisini tasfiye etmeden, devletin adım atması da büyük hata olur.

İkincisi; bugün PKK Irak'ın kuzeyinde “güvenlikli bölgelere” sahip. Örgüt, bu bölgelerden sökülüp atılmadıkça, istenilen hedeflere ulaşılması hemen hemen imkansızdır.

Üçüncü ve diğer önemli olan husus ise; devletin alacağı tedbirlerle; “örgüte katılımları” mutlaka engellemesidir. Bu terörle mücadelede “olmazsa olmaz” denilen bir koşuldur. Güvenlik ve Strateji Uzmanı Mete Yarar, “Bu Delileri Bir Araya Getirmeyecektiniz” adlı kitabında; 1 Ocak 2014'ten 12 Ağustos 2015'e kadar; PKK'ya 6563 kişinin katıldığını söylemektedir. Bu tablo, terörle mücadelenin fasit daireye döndüğünün göstergesidir. Maalesef devlet, bu konuda bir türlü beklenen başarıyı gösteremedi, bu konunun önemini anlayamadı!..

 

Türkiye iyi yönetilmiyor kutuplaşma tehlikeli!..

 

Türkiye gerçekten tarihinin en zor dönemlerinden birini yaşıyor. Bu konuda ne söylemek istersiniz?

Türkiye, bütünüyle; yani siyasi iktidarıyla, muhalefetiyle, medyasıyla, toplumun davranışlarıyla iyi sınav vermiyor. Türkiye, iyi yönetilmiyor. Devlet adamları eğer gerçek lider olarak anılmak istiyorlarsa, tarihin akışını, olayların yönlerini tayin etmek ve etkilemek için, değerlendirmelerine güvenerek hareket etmek ve sorumlulukları da yüklenmek zorundadırlar. Günlük işlerden ve kısa vadeli hedeflerden kendilerini soyutlayarak, ülkenin milli menfaatlerini sezinlemeye ve bunları gerçekleştirmeye çalışmalıdırlar. Gerçek liderler toplumu bölerek ve kutuplaştırarak değil, toplumu bütünleştirerek yönetmeye çalışanlardır. Ayrıca siyasi partiler popülist politikalardan vazgeçmeli, Cumhuriyetin temel niteliklerine, her ne pahasına olursa olsun, sıkı sıkıya bağlı kalmalıdırlar.

Medya, sadece ve sadece, hiçbir çıkar gözetmeksizin, “gerçeklerin” sesi olmalıdır.

Gelelim, topluma: George Orwell, “1984” adlı muhteşem yapıtında, toplum, insanlar, yani bizler için şunu söylüyor:
“İnsanlar en aşikar gerçeklik ihlallerini bile kabullenirler. Çünkü, kendilerinden talep edilenin büyüklüğünü hiçbir zaman algılamazlar. Toplumsal olaylarla, neler olduğunu fark edecek kadar ilgilenmezler. Ve anlayış yokluğu sayesinde de makul kalırlar!..”

Aslında Orwell “Mantıksız Akıl” ile modern toplumların hastalıklı durumunu tanımlamaktadır. Bu hastalıklı durum; toplumun olağanüstü durumlara ve gerçek dışı yaşananlara, makul açıdan ve sanki sıradan, normal olaylarmış gibi bakması şeklinde karşımıza çıkmaktadır.

Avrupa ülkelerinde toplumlar, ülkelerine gelen, Suriyeli mültecilere karşı tavır alırken; Türkiye'deki Suriyeli mültecilerin sayısının neredeyse 3 milyonu bulması ve ciddi bir güvenlik riski yaratmasına rağmen, toplumun bu olayı görmemesini ve tepki göstermemesini nasıl izah edebilirsiniz?

Son söz: Hiçbirimizin bireysel olarak fazla bir şey yapamayacağımızı kabul edelim, ama birlikte her şeyi yapabileceğimize inanalım…

 

İlgili Haberler