Gündem

Hıfzı Topuz: HDP'yi kapatacaklar, sandıklarınızı değiştirecekler, seçim diye halkı oyalayacaklar!

Gazeteci ve yazar Hıfzı Topuz, son kitabında gizli aşkları anlattı

04 Ekim 2015 19:00

Gazeteci ve yazar Hıfzı Topuz son kitabı Gizli Aşklar’da Melih Cevdet Anday’dan, Bedri Rahmi Eyüboğlu’na kendinin ve yakın çevresinin aşk hikâyelerini topladı.

Yaklaşan seçimlere dair de değerlendirmede bulunan Hıfzı Topuz, seçimlerin yenilenmesinden Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ı sorumlu tuttu. Touz, “Yarın HDP’ye PKK’nın hizmetinde, anarşi yaratıyor diyecekler, kapatacaklar, sandıkları değiştirecekler, istedikleri sonuçları alıncaya kadar seçim diye halkı oyalayacaklar” dedi.

Hıfzı Topuz’un Birgün’den Özlem Özdemir’in sorularına verdiği yanıtlar şöyle:

Yeni bir kitap geliyor haftaya ama bu diğer kitaplarınızdan farklı.

Geçen sene yazdım bu kitabı, adı “Gizli Aşklar”. Benim yazdıklarıma hiç uymayan bir kitap. Kendi hikâyelerimden bazılarını seçtim.

Kendi aşk hikâyelerinizi mi anlattınız?

Tabii ama birinci bölümü öyle, isimler değişti. İkinci bölüm, Paris’te yaşayan eskiden ünlü bir gazeteci olan arkadaşımın hikâyeleri ama adını değiştirmemi istedi. Üçüncü bölümde ise tanıdığım ünlü arkadaşlarımın, mesela Melih Cevdet Anday’ın, Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun, Tülay German’ın hikâyeleri var. Toplamda 20’den fazla aşk hikâyesi var. Onun dışında Afrika sanatını anlatan kitabım çıkacak 10 Aralık’ta, bu alanda ilk kitap olacak sanıyorum, 400’ün üzerinde resim var içinde.

Hep yazmak mı istiyordu Hıfzı Topuz, nasıl bir çocuktu?

Ben doğduğum zaman dört kardeştik, en küçükleriydim, öbürleri şımartılmış ben ayakaltında büyüdüm. Dikkat çekmeyen, uslu bir çocuktum. Büyükannem bizimle çok meşgul olurdu. O özellikle benim Fransızca öğrenmemi ve yazar olmamı isterdi. Yobazlıkla ilgisi yoktu ailenin. Kimse kimseye karışmazdı, üzerimde din baskısı olmadı. Papaz okuluna verdiler önce, üç sene orda okudum sonra yine büyükannemin desteğiyle Galatasaray’a girdim. Türkçe derslerini her zaman sevdim. Hikâyeler yazıyordum. Her zaman yazmaya ve gazeteci olmaya meraklıydım.

Neden hukuk okudunuz peki?

Serbest çalışabilmek için, işten atılma korkusu da olmasın üstümde istedim. 1947’de Akşam gazetesine girdim ve oradan devam ettim. Sonra 10 aylık burs aldım ve 1952’de Paris’e yüksek lisans için gittim, bitiremedim. Çünkü 10 aydan fazla kalamazdım, param yoktu. O yüzden kendimi tamamen gazeteciliğe verdim, çok da iyi röportajlar yaptım, hiç pişman değilim.

 

Türkiye mutlaka aydınlanacak!

 

50’lerin Fransa’sında sadece sanatla değil, politik olaylarla da meşgul oluyorsunuz. Emperyalizmin biteceğine, dünyanın değişeceğine, barış olacağına inandığınız yıllar o yıllar... Fakat yıllar geçti, dünya değişmedi. Sizce niye olmadı o değişim?

O yıllarda kapitalizmin çökeceğine inanıyorduk. Ama çökmedi! O zaman çok umutluyduk, gittikçe kolay gerçekleşmeyeceğini anladık. Çünkü sistemin üretim gücünü yıkmak değil, sadece onun kötülüklerini ortadan kaldıracak bir takım değişiklikler yapılıyor. Sosyalist partiler de dünyayı değiştirmeye kalkmıyorlar, büyük sermayenin hizmetinde oluyorlar. İktidara geldiklerinden bir dönem sonra da devriliyorlar. Sosyal demokrasi bir şey değiştirmiyor. Türkiye’de de bunu değiştirecek bir durum söz konusu değil. Muhalefette güçlü olan parti CHP değil mi? Eğilimi dünyadaki sosyal demokrat partilerin eğiliminde; yani köklü bir değişiklik değil ama gelir dağıtımında daha adil bir düzen kurmaktaki sömürüye karşı önlemler almakla ilgileniyor. Sosyalizmde bütün sömürüyü ortadan kaldırmak asıl hedef, bizde öyle değil. Sömürüyü kaldırmak için, üretim düzenini köklü olarak değiştirmeye kalkmıyorlar. Büyük sermaye grupları da bunları çok çabuk yıkıyor, dünyaya egemen oluyorlar. İşte Afganistan savaşı, Irak savaşı böyle çıktı, Saddam’ı böyle devirdiler, Esad’ı, Kaddafi’yi devirmeye kalktılar. Neden? Çünkü çıkarlar var; petrolü, madenleri ele geçirmek isteği var. Yoksa adaleti kurmak için yapılan bir müdahale değil, öyle olsa Suudi Arabistan’a müdahale etmeleri lazım. Kendileriyle iyi işbirliği oldu mu onu sürdürüyorlar ama kendileri için tehlike gördüler mi, oradaki demokratik rejime müdahale ediyorlar. Amaç; demokratik rejim değil, oradaki ekonomik kaynaklara el koymak! O bakımdan biraz karamsarım ama Tevfik Fikret’in dediği gibi, yarınlara inanıyorum! Değişecek. 92 yaşında göreceğiz diyemiyorum ama dünya mutlaka aydınlık günler görecek!

Konum olarak bu anlattığınız tablonun ortasında Türkiye. Türkiye nazarında bir değerlendirme isteyeyim.

Biz kendimizi Avrupalı zannediyorduk. Türkiye’yi Avrupa’nın dışında görmüyordum. Dünyayı dolaştım, görmediğim az ülke kaldı ve kimse bizi geri kalmış bir ülkenin vatandaşı saymıyordu. Gittiğim her yerde Atatürk’ü biliyorlardı, Türk müsün diye soranlar hemen “Grand Atatürk” diyorlardı. Ben de bundan övünç duyuyordum. Kadınlar Avrupalı gibi giyiniyorlardı, kimse tesettür görmüyordu. Bugün öyle değil, o imajı kaybettik maalesef. Türkiye Orta Asya sayılıyor, geri kalmış bir ülke olarak görülüyor. Özgürlüklerin, demokrasinin ne noktada olduğunu görüyorlar artık. Bu değişiklik 2 yıl önce oldu ama ondan evvel görmüyorlardı. Dediler ki; Atatürk’ün zamanından kalmış bir ordu rejimi var, darbeler yapılmış, bu darbelerin yarattığı kötü izlenim var. Bizi diktatörlükle yönetilen bir ülke gibi görüyorlardı, AKP’nin yaptıklarını da o gözle görüyorlardı. Şimdi öyle olmadığı anlaşıldı. Bütün gazetelerde bu konuda yazılar çıkıyor. Avrupa’da sosyal demokratlar kendi ülkelerini değiştiremediler. Ama 68’de gençlik hareketleri oldu, alternatif getirmedi ama onlardan bir şeyler kaldı. Bizde de Gezi önemli bir başlangıçtı, bittiğini saymıyorum, arkası gelecek, insanlar uyandılar. Çoğunluk değil, halk uyandı diyemem maalesef ama bunun değerini anlayan çok insan var. Türkiye mutlaka aydınlanacak!

Seçime dair öngörünüz ne?

Haziran seçimlerinin iptali büyük bir düş kırıklığı oldu. Cumhurbaşkanı yeni bir seçim olması için her şeyi organize etti değil mi? Yeni seçimde de halkın düşüncesi değişmeyecek. Ne olacak? Kendisine oy vermeyenlerin oylarını önleyecek şekilde önlemler alacak. Muhalefet bunu önleyecek güçte değil. Yarın HDP’ye PKK’nın hizmetinde, anarşi yaratıyor diyecekler, kapatacaklar, sandıkları değiştirecekler, istedikleri sonuçları alıncaya kadar seçim diye halkı oyalayacaklar. Onun için seçimlerden de umutlu değilim, korkuyorum. İnşallah ben yanılıyorumdur...

 

 

Fikret Mualla'yla ilk röportajı yaptım

 

 

Dedenizin babası saraylıymış. Biraz ailenizden de bahsedelim mi?

Büyükannemin annesi saraylı, ilk romanımın kahramanı Meyyale o işte. Babamın babası Şerif Paşa da Abdülmecid’in yaveri. Babamın rakı fabrikası vardı, annem onun yanında çalışırdı. Annem Tevfik Fikret hayranıydı, “Şermin” kitabını okurdu bana. Okuma yazma bilmezken Tevfik Fikret’in şiirlerini bilirdim. Yaşam koşulları bakımından çocukken durumumuz iyiydi, sonra babam iflas etti. Okurken her zaman çalışmak zorunda oldum.

Babanızla ilişkiniz ise neredeyse yokmuş sanırım?

Hiç olmadı. Babam burnu havada biriydi, içki içerse gelir kucağına alır öperdi, onda da sakalları batardı, hiç hoşlanmazdım. Konuşmazdı, o gelince biz odadan kaçmaya çalışırdık. Babıâli’den gelmiş, Fransa’da okumuş, iyi bir çevresi var. Milli Mücadele için çalışmış, hatta evi basmışlar onu öldürmek için. Arkadaşları önemli kimselermiş. Geliri bitse de çevresi devam etti. Atatürk çevresiydi o çevre, evde Atatürk hayranlığı eksik olmadı.

Fikret Mualla ile ünlü olmadan önce ilk röportajı siz yapmışsınız.

Evet, daha adı basında hiç çıkmamıştı. Galatasaray’dan bir arkadaşım vardı, Rasih Nuri İleri. Evlenirken bana bir Fikret Mualla resmi hediye etti. O resim hâlâ duruyor. O resimle merak ettim Fikret Mualla’yı. Paris’e gidince Avni Arbaş’a; “Ressamlar dizisi yapacağım, Fikret Mualla ile de görüşmek istiyorum” dedi. Avni bana, “Kaçığın tekidir, hiç gitme, seni kovar” dedi. Ben bir deneyeyim dedim. Adresini verdi, kalktım gittim. Bir binanın üst katında tek odalı bir apartman, kapıyı bir adam açtı. Üzerinde kancalı iğneyle tutturulmuş bir hırka. Kendimi tanıttım, sizinle röportaj yapmak istiyorum dedim. Bana, “Hıfzı Bey, benim amcamın soyadı da Topuz’dur, gelin” dedi. Beni gayet dostça karşıladı, hiç kaçık biri değildi, sevdim adamı. Giderken benden bir resim alın dedi. Ben de, “Burslu okuyorum, param yok” dedim. “Kaç para var cebinizde?” dedi, baktım 10 Frank var. “Verin siz onu bana” dedi ve bir resim verdi. “Yapmayın, bu 10 Franklık resim değil” dedim. Ama o paralara resim satıyordu zaten. “Hadi, şimdi ben size bir şey ikram edemedim, aşağıya inelim” dedi. İki kadeh şarap içtik, bir de sigara aldı, o 10 Frank buna gitti. Ondan sonra dost olduk. Sefalet yıllarına tanık oldum, son yıllarında geçinebiliyordu sadece... Ölümüne kadar ilişkimiz devam etti.

Geçen yaşamınıza dönüp bakınca, mutlu musunuz?

İyi ki yaşadım! Çok da iyi yaşadım. Hiçbir zaman hırsım olmadı, para kazanma telaşına düşmedim. Siyasi hırsım da olmadı, politikayı izledim ama hiçbir derneğe üye olmadım, bağımsızlığımı her zaman muhafaza etmeye çalıştım. Mutlu oldum. Yaptığım şeyler bana çok zevk verdi, gazetecilikten çok heyecan duydum. Çalışmak bana zevk verir, 2 gün yazmazsam rahatsız oluyorum. Çalışma gücümü yitirmedim. Bir de galiba her zaman âşık oldum, o hiç eksik olmadı. Paris’te kalabilirdim ama Türkiye’den kopmak istemedim. Gelip burada, hayatın içinde olmak istedim.