Yaşam

Gündüz Vassaf: Kediler olmasaydı Ay'a gidemezdik

Gündüz Vassaf: İnsana kedilerin gözüyle bakmaya başladım

02 Kasım 2014 09:50

Yazar Gündüz Vassaf, yeni kitabı “İstanbul’un Kedileri”nde kedilerin insan hayatını nasıl değiştirdiğini anlattı. Vassaf, kediler için “Ay’a gitmemiz onlar sayesinde” derken, “İnsana kedilerin gözüyle bakmaya başladım” diye konuştu.

Hürriyet gazetesinden İpek Özbey’in sorularını cevaplayan Gündüz Vassaf yeni kitabı, kediler, insanlık üzerine konuştu. Özbey’in “Gündüz Vassaf: Kediler olmasaydı Ay’a gidemezdik” başlığıyla yayımlanan (2 Kasım 2014) söyleşisi şöyle:

 

Gündüz Vassaf: Kediler olmasaydı Ay’a gidemezdik

 

Biz okurları için çok kıymetli bir yazar Gündüz Vassaf. Radikal’deki yazılarını aralıksız okumuş, kitaplarına sıkı sıkı sarılmış biri olarak yeni çıkacak kitabından da payıma düşeni aldım. Yakında elinizde olacak şiir-roman türündeki ‘İstanbul’da Kedi’, bir insanlık dersi aslında. Vassaf ile kedilerden konuştuk, insanlardan ve büyük komplekslerinden de...

2009’da Radikal’de bir yazı yazdınız. Başlığı ‘İstanbul’un 100 kedisi’ydi. Bu kitabın tohumları orada mı atıldı?

Bravo, ben o yazıyı tamamen unutmuştum. Kitabı yazarken aklıma geldi. Hikâyenin özü orada varmış zaten. Oysa ‘Boğaziçi’nde Balık’ diye başka bir kitap hazırlığındaydım. Fakat o kitaba bir şeyler daha ilave etmek istedim. Zaten balık var, bu sefer kedi olsun istedim. Ve hikâyeyi yazmaya başladım. 5-10 sayfalık kısa bir öykü olacak gibiydi. Birden bir kedi ilgisi başladı. İki yıla yakın kediler hakkında okudum.

 

Sizi şaşırttılar mı?

O güne kadar İstanbul’da kedilerle ilişkim, diğerlerinden azıcık değişik bir kedi gördüğümde dönüp bakmak, arkadaşlarımın evlerinde kediler varsa onları öylesine okşamaktı. Evde de bir kedi vardı ama kediydi işte. Şaştığım şu oldu: Ne kadar kedili bir dünyamız varmış.

 

Az önce fotoğraflarınızı çekiyorduk. Bir kedi geldi ve Emre size “Yanınıza çağırabilir misiniz?” dedi. “Çağırmam” dediniz. Bu kitabı yazmaya başlamadan önce böyle der miydiniz?

Asla. Evdeki kedi için “Kedim” kelimesini bile kullanamıyorum artık.

 

Bu kitapta kediler üzerinden bir insanlık dersi veriyor gibisiniz...

Kendimizi tür olarak anlama çabası. Uzun zamandır, biz kelimesini küçük bizler için kullanamıyorum. Diyelim biz falanca takımlılar, biz falanca milletten olanlar, biz falanca dinden olanlar... Biz derken, “Sen benden değilsin”  demiş oluyoruz. O yüzden insana kedilerin gözüyle bakmaya başladım. Nice filozof biz insanlarla uğraşmış, Sokrates’ten bu yana, “Kendini  tanı!” demiş. 2300-2400 yıl önce... Hâlâ filozoflar, psikiyatristler, sosyologlar insanı öğrenmeye çalışıyor. Yetti gari. Öğrenebileceğimiz kadar öğrendik. Umarım ki kitapla beraber kendi türüme mesafe alabildim.

 

Tanrı katından oyuncak kediye

 

Peki kedi gözüyle insana baktığınızda ne gördünüz?

Bazen sevdiğimize tapıyoruz. Sonra da taptığımızı öldürüyoruz. Bu, kedilerle olmuş mesela. Diyebilirsiniz ki insan değişti, hain oldu, kimliğini değiştirdi, beni sattı, rüşvet aldı. Kedi halbuki aynı kedi. Mısır’da 2000 yıl tapmışız kediye. Bubastes’te  hacca gidiliyor kediler tapınağına varmak  için. Tek tanrılı dinlerin başlamasıyla eskiden mübah neyse o kötü oluyor. Kadın tanrılardan, erkek tanrılara geçiyoruz. Özellikle Avrupa’da, Hıristiyan âleminde kadına şeytan gözüyle bakıldığı gibi kediye de o gözle bakılıyor. 800 yıl boyunca kediler Papa fermanları uyarınca katlediliyor, işkence yapılıyor. Asya böyle değil. Japonya’da kediye kötülük yapanın evi 7 yıl lanetli olur. İstisnalar da var. Vietnam’da kedi pirzolası yiyorlar. Son 100 yılda ise oyuncağımız oldular.

 

Tanrı katından oyuncaklığa...

Bu, uygarlaşmayla oldu. Fare tutsun diye kediye ihtiyaç kalmadı. Zehir var. O zaman kediyi ne yapacak insan? Bir tek süs kedisi olabilir. Kedi psikoloğu, kedi maması, kedi pedikürcüsü, kedi sanayii gelişti. Aslında şöyle bir rolü var. Kedi olmasaydı Ay’a gidemezdik, çağdaş uygarlığımız olamazdı.

 

Nasıl yani?

Çünkü tarım devrimi insanın yaptığı bir şey değil. Bakıyorlar tohumlar yetişiyor. O zaman ‘avcı toplayıcı’dan tarıma dönüyoruz. Bir günde yiyemiyoruz  tabii. Depo lazım buğday için. E fare var. O arada kedinin insana yaklaşması, fareyi bulması... Yoksa buğday stokları eriyecek. Kedi olmasaydı, tarım devrimi olmayacaktı. Tarım devrimi olmasaydı sanayiye geçemeyecektik. Kedi o kadar önemli ki, kediye düşman gözüyle bakılan Avrupa’da veba, nerdeyse nüfusun yarıya yakınının ölümüne neden oldu.

 

Müslümanlıkta nasıl bir yeri var?

Çok saygıdeğer. Şimdi bu modern Müslümanlar Avrupalı gibi olmak istiyor. Camiye kedi koyamazsınız artık, kovarlar. Yüzlerce yıl girip çıkmış.

 

Ne değişti de böyle davranıyorlar?

Çağdaşlaşma... Kutsal bir yer, kedi bir hayvan. Bakın cennet en iyi Hıristiyanlık’ta ve İslam’da tanımlanır. Bu iki dinin cennetinde hayvana yer yok.

 

Gerçekten dünyamızda 600 milyon kedi var mı?

Saymak çok güç tabii, 400-600 milyon arası olduğu söyleniyor.

 

Kedi neden dünyaya gelmiş, insana haddini bildirmek için mi?

Bizden yaşlı. Biz 80 bin yaşındayız. Kediler 60 milyon... Dünyayı ve türleri yok etme dönemini atlatabilirsek çok güzele gebeyiz. Ama daha emekleyen çocuk gibiyiz. Elimizde yarattığımız nükleer bombalar falan var. Emekleyen çocuğun eline verilmemeli.

 

Üzerlerinde egemenlik kurmalar, aşağılık kompleksimizden mi?

Evet maalesef. Olmasa hayvanları niye cennete almıyoruz?  Onlar da bizim gibi hayvan. Üstelik dünyayı yok eden, başka türlerle birlikte kendi sonumuzu da getirebilecek biziz. Sadece atom bombasıyla değil, genetiğiyle oynanmış tarımla, küresel ısınmayla sonunu getiriyoruz. Dünya üzerindeki türlerden sadece biri olduğumuzu ve bu yerkürede tüm türlerle birlikte yaşayabileceğimizi görmezsek hikâye bitecek. Bu kitapta insan türüne “Kendine gel” diyorum. İnsanın en kıymetli özelliği sevgi... Ama o mucizeyi; sevgiyi öldürüyoruz.

 

Azıcık kendimizden vazgeçelim

 

Sevgi olsaydı başımıza ne gelmezdi?

Savaş olmazdı. Normal olarak bir anne çocuğunu öldüremez. Ama anneler çocuklarını, ötekine karşı dualarla savaşa göndermeye teşvik ediliyor. Sevgiye rağmen bunu yapabiliyoruz.

 

Çare ne?

Durmadan bilindik aynalara bakarak kendimizi tanımaya çalışıyoruz. Azıcık başkalarına bakalım ki onların gözünden kendimizi görmeye çalışalım. Kendimizden vazgeçelim azıcık. Yunusların seslerini dinleyelim.

 

Siz ne zamandır yapıyorsunuz bunu?

Yapamıyorum, her insan gibi ben de düşünce üretiyorum. Kendimden kaçtığımı, insan olmaktan uzaklaştığımı söyleyemem.

 

Her devletten korkuyorum

 

Hadi size evin kedisi Billy’nin gözünden bakalım. Ne düşünüyor sizin için acaba?

Bu adamın derdi ne diyor olabilir. Bir evde, bir değil. Bir oraya gidiyor, bir buraya gidiyor. Yemek yemek, dünyaya bakmak nesine yetmiyor bu adamın. Bir tek sevgisini paylaşsın, o da yemek yiyor,  ben de yiyorum. Devamlı hareket halinde. Şaşarım.

 

Adnan Menderes asıldığında Türkiye ilk defa sizin için korkulacak bir ülke oluyor. Bugün Türkiye sizin için korkulacak bir ülke mi?

Evet, dünya korkulacak bir yer. “Artık korkulmayacak bir ülkede yaşıyorum” dediğim nadir zamanlar oldu.

 

Neden korkuyorsunuz?

Devletin vatandaşına şiddet kullanması meşru. Onun için her devletten korkuyorum. Şu anda Türkiye’de yaşıyorum. Ve Türkiye’deki devletin de şiddet kullandığını görüyorum. Üniversitelerde, Meclis’te, meydanda... Şiddet ülkesi.

 

Türkiye yalnız insanı barındırmıyor

 

Bugünün dünyasına da geliyorsunuz. Sanatsız sanatçılardan, faturalı diplomalardan bahsediyorsunuz kitabınızda. Kim bunlar?

İhsan Doğramacı 12 Eylül ve YÖK’ten sonra vakıf üniversitelerini kurdurttuğundan beri önüne gelen üniversite açıyor. Parayı veren diploma satın alıyor.

 

Bugün bir haber vardı, hiç profesörü olmayan üniversite açılmış.

Öyle mi? Berber olmak daha zor Türkiye’de.

 

Sanatta durumumuz vahim mi?

Vahim, çünkü birçok sanatçıya sanatını yapma olanağı tanınmıyor.

 

En son Fazıl Say örneğini gördük, Devlet Tiyatroları’nda olanları biliyoruz.

Sovyetler Birliği’nde özellikle Stalin döneminde, Nazi Almanyası’nda sanatın nereye gittiğini gördük. İki rejim de yıkıldıktan sonra, Hitler’in 20 yılı, Sovyetler’in 50-60 yılında dünya kültürüne ‘sanat eseri’ olarak kalmış tek bir şey gösteremezsiniz.

 

Sanki Türkiye’de de uzun zamandır iyi bir eser üretilmiyor. Halbuki filmlerimiz Cannes’da ödül alıyor, resimlerimiz iyi paralara satılıyor, romanlarımız Nobel alıyor vs. Hâlâ neden böyle düşünüyor olabiliriz?

Bir defa sanatçıyı besleyen bir toplum değil. Biz takımı besliyoruz. O sanatçı bizim takımdan mı değil mi? Yaptığı ürüne, azıcık kendi ideolojimizden, sosyal statümüzden, bazen de dinimizden, kendi aitliğimizden bakıyoruz. Halbuki sanatçı eğer müsaade edilirse hiçbir kalıba uymayan bir insan. Sizi hem memnun edebilir hem kızdırabilir, size bambaşka bir dünya gösterebilir, sizinle alay edebilir. Biz sanatçının bunu yapmasına fırsat vermiyoruz. Sanatçı daha çok kendi takımıyla beraber olmaya mecbur kalıyor. Türkiye, yalnız insanı barındırmıyor. Bu da sanatı öldürüyor. Kümeleşen sanatçı, birbirinden güç alıyor. Güç alınca da aynı dili üretiyor. O zaman ülkeden sanatçı çıkamaz. Başarılı olabilir ama farklı olamaz. Bir Picasso çıkamaz yani.