Kültür-Sanat

Gülper Özdemir: Garsonluk yaparken keşfedildim

"Âşık olmak için tek kriterim, ruhu olması"

16 Eylül 2017 11:00

Televizyon ekranlarının yeni yüzlerinden olan Gülper Özdemir, yüksek lisans yapmak için gittiği Frankfurt'ta garsonluk yaptığını ve ilk kez orada tanıştığı bir Türk ajans ekibi tartafından keşfedilerek teklif aldığını anlattı. "Sonra ne arayan oldu ne de soran" diyen Özdemir, "Okulum bittiği sene Ay Yapım’dan haber geldi ve her şeyimi toplayıp İstanbul’a geldim” dedi.

Şimdi yeni bir dizide başrol oynayan Özdemir Hürriyet'ten Hakan Gence'nin sorularını yanıtladı. Haber aynen şöyle:

Gözleri ve yüz hatlarıyla Fahriye Evcen-Aslı Enver karışımı gibi. Ses tonu tedirgin, karşımda duruşu çekici ve heyecanlı. Ekranın yeni yıldızı Gülper Özdemir’den bahsediyorum.  Yeni dizisi ‘Tutsak’ın başrolünde şimdi. Onunla Frankfurt’tan Hindistan’a uzanan yol hikâyesini ve hayatını konuştuk.

Gülper Özdemir’le röportajımız, ben daha ilk soruyu soramadan, onun “Çok heyecanlıyım” demesiyle başlıyor. Haksız sayılmaz. İlk başrolünü konuşmak için bir aradayız ve bu, onun ilk röportajı.

Sinop-Frankfurt hattındaki hikâyesini anlatarak başlıyor: “Annem ve babam Sinoplu. Orada tanışmışlar. Sonra babam ekonomi alanında yüksek lisans yapmak için Frankfurt’a gitmiş, bir süre sonra annemi yanına almış. Babam okuyor, annem çalışıyormuş. Ben orada dünyaya geldim. İranlı, İtalyan, Afrikalı; farklı birçok kültürden arkadaş edinip ‘kültür mozaiği’ içinde büyüdüm.”Gurbetçi hikâyelerinden alışık olduğumuz aidiyetsizlik hissi, bu sebeple olsa gerek, Gülper Özdemir’de yok. “Hiçbir zaman ben Türk müyüm Alman mıyım gibi şeyler düşünmedim. Hep dünyalıydım” diyor.

Toleransı öğrendim

Lisede ilk kez Bonnie&Clyde’ın Bonnie’si olarak bir tiyatro oyununda rol alıyor. Çıkış, o çıkış. Ama kolunda altın bileziği olsun istediği için işletme okuyor. Her şey güzel giderken, zamanla yaşadığı şehir ona yetmiyor. Yeni yerler, kültürler keşfetmek istiyor. Ama yaşı henüz 16. Anne-babası başta karşı çıkıyor ama o sırt çantasını takıp dünya turuna başlıyor:

“İlk durağım Malta’ydı. Sonra Londra, Güney Hindistan, Güney Afrika, Dubai... Paris’te oyunculuk dersleri aldım, New York’ta tiyatro yaptım. Hem okudum, hem çalıştım.”

Gittiği her ülke ona yeni ufuklar açıyor. Özellikle Güney Hindistan’daki deneyiminin yeri başka:

“Haydarabad’da bir ailenin yanında kaldım. Bir yanda kilise çanları çalıyor, bir yanda ezan okunuyordu. Yanında kaldığım aile Hinduizm dinine mensuptu, onlar da çanlarla dua ediyordu. Orada toleranslı olmayı öğrendim. O ailenin maddi statüsü yüksekti. Ama sokağa çıktığımda fakirlikten dolayı çıplak dolaşan çocukları görüyordum. Bu yaşadıklarım algılarımı açtı. Etrafıma daha çok bakmayı öğrendim.New York da beni çok etkileyen başka bir yer oldu. Çünkü orada insanlar birbirini yargılamıyor ve her noktada kendin gibi olabiliyorsun.”

"Garsonluk yaparken keşfedildim"

Peki bu sonsuz seyahat tutkusunun içinde Türkiye nereye düşüyor?

“Aslında aklımda yoktu” diye anlatıyor:

“Frankfurt’ta öğrenciyken bir yandan garsonluk yapıyordum. O sırada Türk bir ajansın ekibiyle tanıştım. ‘Yüzün çok güzel, fotoğraflarını versene’ dediler. Ama sonra ne arayan oldu ne de soran. Üç sene geçti, artık New York’a gitmiştim. Bir cast direktörü o ajans üzerinden beni buldu. ‘Filinta’ isimli dizide başrol teklif ettiler. Tabii sektörü bilmediğim için ‘Çekimlere haftada bir gelebilirim’ dedim. Şartlarımız uymadı, üniversitemi yarıda bırakamazdım. Okulun bittiği sene Ay Yapım’dan haber geldi ve her şeyimi toplayıp İstanbul’a geldim.”

 İstanbul’a geldiğinde yanında annesi, kalbinde korku varmış: “Kimseyi tanımıyordum. Başlarda ailem buralı olduğu için çok çabuk alışabileceğimi sandım ama işler düşündüğüm gibi ilerlemedi. Tam anlamıyla bir kültür şoku yaşadım. İstanbul benim için ilk görüşte aşk değildi, sonradan sevmeye başladım.”

Şehirde en şaşırdığı şey, sokakta serbest dolaşamamak: “Şehir içindeki değişimler de şaşırttı. Mesela Bebek’te bambaşka bir ortam var; birkaç sokak geride bambaşka...‘New York’ta yaşayabilirsen her yerde yaşayabilirsin’ diye bir laf var. Bence asıl İstanbul için geçerli bu.”

Gülper Özdemir’in İstanbul’da bazen umudu kırılmış ama hep yapacağını bilerek beklemiş. Önce ‘Bana Sevmeyi Anlat’, sonra ‘Kara Yazı’ dizileri gelmiş. Her hafta karşımıza çıkan yeni oyunculardan farkını soruyorum. Uzunca düşünüp yanıtlıyor: “Gözlerimle oynuyorum. Duygularımı gözlerimden aktarınca kalbe daha çok değeceğine inanıyorum. Oynadığım karaktere bürünüyorum. Mesela ‘Tutsak’ta Gülper gidiyor, Elif oluyorum...”

Bu laf üzerine, yeni dizisinde canlandırdığı Elif’e geliyoruz. Gözleri parlayarak anlatıyor: “Elif küçük bir kasabadan gelen genç bir kız. Kendi ayakları üzerinde durmak istiyor. Mutlu bir aileden geliyor. Hayat dolu, neşeli... Ama aniden anne-babasını kaybediyor ve o dönüm noktasından sonra hayatındaki her şey değişiyor.”

Karakterinin kendiyle benzer yanlarını da es geçmiyor: “Sabırlı, sessiz görünüyor ama içinde bir volkan var. Ben de öyleyim. Bu, insanları motive eden bir iş olacak. Ne olursa olsun ayakları üzerinde durmak isteyen, ümit dolu bir genç ka-dın göreceksiniz.”

"Âşık olmak için tek kriterim, ruhu olması"

- Gülper Özdemir, 1990 doğumlu. Sosyal medyayla arası pek yok, Instagram’ı iş odaklı kullanıyor. Peki nelerden hoşlanıyor? “Anadolu yakasını seviyorum. Yeşillik alanlarda oturmak, vakit geçirmek hoşuma gidiyor. Felsefe okumayı seviyorum.”

- Fahriye Evcen’le Aslı Enver’in karışımı gibi durduğunu söylediğimde Evcen’le tanıştıklarını anlatıyor: “Çok tatlı biri. Birbirimize baktık ve kardeş diye kucaklaştık. Bence benzerlik olabilir, normal.”

- “Bu işin sırrı güzellik midir?” diyorum, asla katılmadığını söylüyor: “Hayır, bu iş için çok kafa yoruyorum. Karakterleri derinleştirmeye çalışıyorum.”

- Konu dönüp dolaşıp aşka geliyor: “Aşk kolay olsa ne güzel olur ama ben zor âşık olurum. Tek kriterim, ruhu olması. Ve şu an hayatımda kimse yok.”