Kültür-Sanat

'Ferzan'ın filminde gişesi artsın diye oynadım'

"Cem Yılmaz’ı seçerken Cem’in ne getireceği değil, oyunculuğu, role uyumu önemliydi"

06 Nisan 2012 16:21

Müge Akgün 

(Radikal, 6 Nisan 2012)

Ferzan Bey, ‘Şahane Misafir’ farklı okumalara açık bir film. Ama tek cümleyle ifade edecek olsam “Bir yalnızlıkla baş etme öyküsü” derim. Siz ne düşünerek yola çıktınız?

Ferzan Özpetek: Kesinlikle katılıyorum. Ben tamamen gerçek bir öyküden yola çıktım. Bundan 20 yıl önce yeni bir eve taşınıp yalnız yaşayan bir arkadaşımın başından geçen olaylara dayanıyor. O arkadaşım bir gece bana “Ferzan dün akşam televizyon seyrederken baktım sağdan bir kadın bana bakıyor. Televizyona bakmaya başladım kadın yok oldu. Tuhaf elbiseli bir kadındı” diye telefon etti. İçimden “Ya delirdi ya çok yalnız” dedim. Sonra o apartmandan bir anne kızın İkinci Dünya Savaşı’nda bir bombardıman sırasında kendilerini aşağıya attıklarını öğrendik. Ve tabii bunu duyunca hepimiz biraz tuhaf olduk. 

Filmin geçtiği semt Monte Verde Vecchio İkinci Dünya Savaşı sırasında Yahudileri, komünistleri saklamasıyla ünlü bir semt. İtalya’nın geçmişine bir gönderme var, neden böyle bir konu seçtiniz?
Zaten bana gelen en önemli eleştirilerden biri de buydu. “Ferzan Özpetek bizi tarihimizle yüzleştiriyor ama biz kendi ülkesinin gerçekleriyle ilgili ne söyleyecek merak ediyoruz” diyorlar. 

Bu filmde Cem Yılmaz’ı seçmek bir gişe kaygısı mıydı?

Cem’in yerine gişe getirecek çok daha önemli isimler var Türkiye’de gibi geliyor bana. Cem Yılmaz’ı seçerken Cem’in ne getireceği değil, oyunculuğu, role uyumu önemliydi. Bunların dışında da Cem, dost olmak ve birlikte çalışmak istediğim bir insan. Beni anlayan bir insan olması da çok önemliydi. Mesela ‘Bir Ömür Yetmez’de iki adamın öpüşme sahnesi vardı. Çok başarılı olan bir sahne bile değildi, çünkü oyunculardan biri buna inanmıyordu. Ama dağıtım şirketi bana gelip “Eğer bu sahneyi çıkarırsan film 1.5 milyon euro daha fazla iş yapar” dediğinde “Yapmasın”, dedim. MoMa’da retrospektifimi yaptıklarında “Ferzan Özpetek’i yıllardır izliyoruz. Hiçbir zaman kolaya kaçmadı, çizgisini sürdürdü” demeleri benim için daha önemliydi.

Cem Yılmaz: Ferzan’ın böyle bir gişe kaygısı olduğunu hiç gözlemlemedim ben. İtalya’da Ferzan’ın filmleri “Bu sefer ne yaptı” diye beklenen filmler oluyor. Ve orada bir Türk oyuncu olmuş olmamış kimin umuru. Ferzan’ın filmlerinin Türkiye’de izlenme sayısıyla ilgili bir hassasiyetim var. Çünkü sinemamızla ilgili ne zaman sohbet etsek Ferzan her zaman, “Benim filmlerim Türkiye’de pek izlenmez” noktasında durur. Benim de bir sinemasever olarak buna gönlüm hiç elvermiyor. Beğenmemek de tabii ki doğal ama sinemasal bir kalitesi olan filmler neden daha yaygın kitlelere ulaşmasın? Şimdi ben ufak ya da büyük bir rol... Kıyısından köşesinden bir filmde olunca bunu saklayamazsınız ki Türkiye’de. Katkısı olursa ne âlâ, fena mı olur? 

Cem Bey, yabancı oyuncularla çalışmak nasıl bir duyguydu ve İtalyanca konuşmak sizi zorladı mı?

Cem Yılmaz: Ben çekimler başladıktan üç hafta kadar sonra filme dahil oldum. Gurbetten telefon açıp arkadaşlarıyla paylaşır ya insan olanı biteni “Ya çocuklar görmeniz lazım, aynı bizimkiler gibi” deyip durdum hep. Kamera önü ya da arkası fark etmez, sinema işçisinin davranış biçimleri hep aynı. Özellikle bizim Apollinare Kumpanyası’ndaki oyuncular hep meşhur isimlerdi. Hepsi de filmin içinde olmaktan çok mutluydu. Onların davranış biçimlerini, işe olan aşklarını kendime çok yakın buldum. Sevindim de böyle olmasına. Arkadaşınız size bir sorumluluk vermiş, onu mahcup etmemek için çok çalıştım. 

Evet, bundan önce oynadığınız filmlerde öykü hep sizin üzerinize kuruluyordu, ama burada siz kendinizi oyunculuğunuzla, ışığınızla fark ettiriyorsunuz...

Cem Yılmaz: Sette bir karnaval havası vardı. Hani hep kötü film röportajlarında vardır: “Çekerken çok eğlendik”. Ben bunu çok duyuyorum. Ama senin değil, izleyenin eğlenmesi, duygulanması lazım. Amacından sapan bir söz gibi geliyor bana. Ya film çekerken niye eğlenelim. Bu adamın film çekerken gözünden yaş geliyor. Bir diğerinin beli ağrıyor. Düşünüp düşünüp işin içinden çıkamıyor. Film çekmenin eğlenceli bir iş olduğunu kim söyledi? 

Cem Bey, filmi bir izleyici olarak beğendiniz mi?

Cem Yılmaz: Evet, o zaman daha rahat konuşabilirim... Daha iyi olabilirdi! Bir sanat eserini tüketirken resme, heykele bakarken tepkilerle, yorumlarla, bir bilet alıp filmi izlemek arasında büyük fark var. Parayla satın aldığımız bir eğlenceye dönüşüyor sinema filmi. Kültür sanat sayfalarında ise hep bunlardan bağımsız konuşulur. Sanki film hayrına ve bedava insan gücüyle çekilmiş bir şeymiş gibi “Bence şöyle olsa daha iyiydi” gibi yorumlar yapılır. Bunu seyirci olarak söyleyenleri çok iyi anlıyorum. Bunu tatlı dille söyleme yolunu seçmeli. Bazısı şöyle diyor: Ben tam anlamıyla tatmin olmadım. Ya merak etme bir sonraki filmde olursun, sakin ol! Ferzan filmi izlediğimizde bize de aynı soruyu sordu. “Çok çabuk bitti” dedik. Ferzan da hemen “Ne o yani film kısa mı, teknik olarak sorunlu mu?” diye atıldı!

Filmin bende bıraktığı his şu: Çünkü biz de beş dakika sonra sahneye çıkacak adamlardanız. Benim filmle empati kurmam çok kolaylaşıyor. Bir işe âşık olup da o işle ilgili yeteneğinin kısıtlı olması, Pietro Petro oyuncu olmak istiyor da onda o vasıflar var mı? Bu yalnızlık nereye kadar devam edecek?
Biz bunları bırakıp kendimizi filmin nasıl yapılması ile ilgili konuşur buluyoruz kendimizi. Ben bunu sanat eseri izlerken yapılması gerekli olmayanlar listesinde görüyorum bu tarz eleştiriyi? “Sanatçının yaptığı resimde kırmızı köpek olur mu” demeye benziyor bu!

Bir sinema filminde bir karakter bir söz söylüyorsa doğru ya da yanlış ondan yönetmen sorumlu gibi geliyor. Bir karakter “Il komunismo morto” dediği zaman sanki Ferzan bunu demiş gibi oluyor.Ferzan Özpetek: A evet, kesinlikle mesela çok solda olan Manifesto gazetesi filmi göklere çıkardı, filmin çok güzel eleştirisini yapmış. Ama ardından da “Filme yakışmayan bir tek şey var o da Ferzan Özpetek’in Cem Yılmaz’ın ‘Komünizm ne oldu’ sorusuna adamın ‘öldü’ cevabını kesmesi lazım” diyor. 


Ferzan Bey, İtalya’da filmleriniz çok beğeniliyor. İtalyanlara yerli filmleri sevdiren yeni kuşak sinemacıların başında geliyorsunuz. Kendimizi en çok ailemize beğendirmek isteriz ya onun gibi Türkiye’de vizyona girerken daha çok heyecanlanıyor musunuz?

Öyle bir duygu tabii ki var üzerimde. Türkiye’de ilk defa bir filmim Türkçe dublajlı çıkıyor. Ona nasıl reaksiyon gelecek çok merak ediyorum. Ben diyorum ki paylaşma önemli gişe değil. Çünkü gişede bir sürü faktör oluyor. Güneş çıkıyor, yağmur yağıyor. O gün giden eleştirmen sevgilisiyle kavga etmiş oluyor. Bir filmi seyrederken izleyicinin psikolojik durumu da çok önemli. 

Cem Bey, esprilerinizden sanki Ferzan Özpetek sizin sahnelerinizi kısalttı diye bir sitem hissediyorum. Var mı böyle bir şey?

Cem Yılmaz: Yok kesinlikle. Bu filmde bana bir rol teklif edilince olabildiğince ekonomik davranmasını ben rica ettim. Bu konuda elbette sizi kısıtlayan bir durum var. Eğer filmdeki bazı önemli tiradları Yusuf karakteri atıyor olsaydı, bu mümkün olmayacak bir duruma gidecekti!
Ferzan Özpetek: Abi yapma senin rolün minimalde değil yahu...

Cem Yılmaz: Ben yapabildiğimi gördükçe hakikaten daha da rahatladım. O sette çalışabiliyor olmak da benim için önemliydi. Benim meselem, verilen rolü yapabiliyor, altından kalkabiliyor olmaktı. Bu yüzden de film bittiğinde daha özgüvenliydim. “Bana bir tirad verirse yapar mıyım” konusunda şu anda daha rahatım. Yani bir dahaki filmde Luigi olacaksa “Ben bu sefer Luigi’yi Napoli aksanıyla mı, Roma aksanıyla mı yapayım” diye düşünürüm! 

O zaman bu işbirliğinin devamı gelecek?

Ferzan Özpetek: Bu film birbirimizi tanımamız oldu. Cem’le tabii tanışıyorduk ama profesyonel olarak oyuncu-yönetmen ilişkisi için de önemli oldu. Bana hep filmlerinde aynı insanları oynatıyorsun diyorlar. Bu beraber olmak gibi bir şey. O kişiyi tanıyorsun, ne alabileceğini biliyorsun. Ben mesela “Av Mevsimi” filmini seyrettiğim zaman Yavuz Turgul’u acayip kıskandım. Çünkü benim Cem Yılmaz için düşündüğüm her şeyi adam yapmış...Cem’i öyle bir rolde oynatmak hep düşündüğüm bir şeydi. Ve o film iyi ki de İtalya’da gösterilmedi diye de çok memnunum!

 

Ayrımcılık sadece cinsellikle ilgili değil 


Ferzan Bey ben sizin sinema tarihine, çok sömürülen, karikatürü çıkarılan çizgi dışı cinselliğin (eşcinsel sözcüğünü telaffuz edilmesini sevmediğinizi biliyorum) çok normal, sıradan bir şey olduğunu kabul ettiren bir yönetmen olarak da sinema tarihe geçeceğinizi düşünüyorum.
Bana bir insanı cinselliğiyle tanımlamak ayrımcılık geliyor. Ben Sezen Aksu’nun söylediği bir şeye çok katılıyorum. “Senin filmlerin hayatı anlatıyor” diyor. Gerçekten hayatın içinde her şey var. Bazı yönetmenler her şeyi koymuyorlar. Ayrımcılık sırf cinsellikle de ilgili bir şey değil ve dünyada gitgide de artıyor. Son yıllarda beni en çok korkutan şeylerin başında önyargı geliyor. Bazen kendimde gözlemliyorum bunu ve o zaman kendimden de nefret eder hale geliyorum. Mesela Güney Amerika’da bilmem ne havaalanında birisini görüyorsunuz, adamın kıyafetinden, renginden dolayı hemen “Acaba bunda tehlikeli bir şey var mı?” hemen önyargılar devreye giriyor.

Benim mesela çok beynimi attıran bir şey daha var. Bir kadınla bir erkek karşılıklı çok güzel konuşurlar. Entelektüel bir konuşma da olur aralarında, tam kadın kalkıp giderken mutlaka adamın gözü kadının poposunda olur. Ama kadınlar konusunda çok daha ağır, suyun üzerine çıkmayan, çok daha ağır şeyler de var.