Gündem

Faruk Bildirici: DHA, Eylem Tok'un oğlunun adını ve yurtdışına kaçtıklarını bile bile gizlemiş

"Demirörenler’den hâlâ açıklama yok"

10 Mayıs 2024 07:42

Medya ombudsmanı Faruk Bildirici, Demirören Medya'nın patronu Yıldırım Demirören'in eşi Revna Demirören'in şoförünun "kaza haberi yazma" demek için DHA muhabiri Rojda Altıntaş'a kazanın ertesi günü aradığını belirterek, "Altıntaş’ın patron katından gelen telefonları şeflerine aktarmamış olması düşünülemez. Nitekim cenaze töreni 2 Mart’ta olmasına rağmen bir haber ajansı olan DHA’nın, o gün kazayla ilgili haber geçmemiş olması bir gün beklendiğini gösteriyor" diye yazdı.

Oğuz Murat Aci'nin ölümünün ardından DHA muhabiri Rojda Altıntaş ile Feridun Açıkgöz imzası taşıyan "Eyüpsultan’da lüks cip emniyet şeridinde bekleyenlere çarptı: 1 ölü, 4 yaralı" başlıklı haberin, telefon görüşmelerinin etkili olduğunu kaydeden Bildirici, "DHA’nın 3 Mart günü saat 18.41’de geçtiği bu haberde “sürücünün isminin öğrenilemediği” yazıyordu. Oysa DHA gibi bir ajansın, aracın kime ait olduğunu, sürücüsünü o saate kadar öğrenememiş olması olanaksız" ifadelerini kullandı.

Kişisel internet sitesinde konuyu değerlendiren Bildirici'nin yazısından öne çıkan kısımlar şöyle:

"Muhabir Altıntaş haberi yazarken isimleri bildiğini sosyal medyadan paylaştığı görüntülerle doğruladı. Rojda Altıntaş, o paylaşımında DHA yönetimine somut sorular sordu:

“Türkiye'nin bu olaydan haberi yokken, olaydan 15 saat sonra DHA adına yaptığımız röportajları neden kestirerek yayınlattınız? Neden ‘yurt dışına kaçırıldı’ iddialarını kestiniz? Neden Eylem Tok’un yurt dışına kaçırdığı oğlunun adını ve babasının mesleğini röportajda kestiniz?

Olaydan 15 saat sonra yaralı olarak kurtulan Süleyman Keçiçi ve vefat eden Aci'nin arkadaşı Deren Kara ile yaptığımız röportajlar burada. 3 dakika 44 saniye olan bu röportajlar, 1 dakika 22 saniyeye kadar nasıl kesilip yayınlatıldı?”

Gerçekten de cenaze töreni sonrasında konuştuğu tanıklar, “Timur” adını da veriyorlardı, babasının doktor olduğunu ve en önemlisi annesinin onu yurtdışına kaçırdığını duyduklarını da söylüyorlardı. DHA’nın 3 Mart’ta ilk haberde o kişilerin bu sözleri de yoktu. Halbuki bu sözler teyit edildikten sonra rahatlıkla kullanılabilirdi.

DHA’nın, Altıntaş’ın görüntünün kesilerek yayımlandığı suçlamasına karşı bir açıklama yapmaması, yalanlamaya girişmemiş olması da kayda değer bir durum...

Bütün bunlar kazayı yapan kişinin Timur C. ‘nin adının ilk haberden bile bile gizlendiğini ve korunduğunu gösteriyor.

Demirörenler’den hâlâ açıklama yok

Şu ana kadar Demirören Haber Ajansı’nın sahibi Yıldırım Demirören ve eşi Revna Demirören’den bir açıklama gelmemesi de son derece manidar. İlker adlı kişi de ortaya çıkıp böyle bir konuşma yaptığını yalanlamadı. Dolayısıyla Altıntaş’ın açıkladığı telefon görüşmesi kaydının gerçek olduğunu kabul edebiliriz.

Kaldı ki, DHA Genel Müdürü Celal Korkut, haberi yazmaması için müdahale edildiğinden bilgisi olmadığını savunduğu açıklamasında “Meslektaşım Rojda Altıntaş'ın kayda aldığı telefon görüşmelerinde tam olarak ne yaşadığını ve eğer varsa baskıyı benimle açıkça paylaşmasını beklerdim” diyordu. “Böyle bir baskı yok” yerine “varsa” demesi, suçlamayı tümden reddetmediği anlamına gelir.

Üstelik Korkut, Altıntaş’ın “Her şeyden haberiniz vardı. Başka ses kayıtları veya görüntüler olup olmadığını merak ediyorsunuz” yanıtını da karşılıksız bıraktı. Bu konuyu aydınlatabilmek amacıyla Korkut’a sorular gönderdim ama yanıt alamadım.

Hürriyet de gecikmeli girdi

Hürriyet, DHA ve CNN Türk, Altıntaş’ın kaza sonrasında müdahaleyle karşılaştığı suçlamasını aydınlatmak yerine “patron” savunmasına giriştiler. CNN Türk, alelacele Murat Aci’nin ailesi ile söyleşi yaparken, Hürriyet de iki gün üst üste DHA’nın açıklamasını yayımladı.

Ahmet Hakan da Demirörenler’i aklamaya çalışan bir yazı yazdı. “Ben Hürriyet’in Yayın Yönetmeni olarak Demirören Ailesi’nden küçücük bir imayla karşılaşmadım” ve “Hürriyet gazetesi Eylem Tok ve oğlu vakasında yapılması gerekeni fazlasıyla yaptı” diyor; Hürriyet’in manşetlerini sıralıyordu.

Ama Ahmet Hakan, Hürriyet’in olayla ilgili manşetlerinin tarihlerini vermiyordu. Ben Hürriyet’in “Annesi böyle Mısır’a kaçırmış” başlıklı ilk haberinin tarihini vereyim; 6 Mart 2024. Kazadan beş gün, Altıntaş’ın -eksik de olsa- kazayla ilgili ilk haberinden üç gün sonra yayımlanmış. Haber de DHA’nın değil, Hürriyet muhabiri Çetin Aydın’ın.

Hürriyet, nasıl oldu da o güne kadar kazayla ilgili haber yayımlamadı; ne zaman öğrendiler onu da bilmiyoruz.

DHA ayyuka çıkınca yayımladı

Ayrıca Hürriyet’in bu olayın sonradan üzerine gitmiş olması Revna Demirören’in şoförünün DHA muhabiri Altıntaş’a kaza sonrasında patronu adına telefon etmediği anlamına gelmez. Üstelik günler geçip, Eylem Tok ve oğlu Timur C. artık ABD’ye vardıktan sonra yazılıp yayımlanıyor bu haberler. Artık gizlenemez hale geldikten sonra…

Hürriyet’te dün yayımlanan haberde Eylem Tok ve oğlunun yurtdışına kaçarken havalimanında çekilen güvenlik kamerası görüntülerini 5 Mart günü ilk olarak DHA’nın geçtiği belirtiliyor. Hatta İHA’nın kazayı DHA’dan sonra haber yaptığı savunuluyor.

Oysa DHA, görüntülerle ilgili haberini 5 Mart’ta saat 17.26’da geçmiş. İHA’nın failin ve anne ile babasının isimlerini de içeren haberinde isimler ve yurt dışına kaçış öyküsünü aktarılmış, geçiş saati de 14.54… Yani DHA’nın o günkü haberinden önce...

Patronlar Dünyası adlı haber sitesi de o gün saat 16.25’te failin ve anne ile babasının adlarını içeren kaza haberi geçmiş; 16.47’de de görüntülerin haberini yayımlamış. Görüntüler ilk bu sitede yayına verilmiş. Yani DHA’dan 29 dakika önce….

Demek kaza ve kaçış öyküsü artık ayyuka çıkmış ki, isim ve kaçış öyküsünü gizlemenin artık bir anlamı kalmamış. Kaldı ki, DHA’nın “İlk biz haber yaptık” savunması da suçlamayı yanıtlamaya yetmez. Mesele ilk kimin haber yaptığı değil, ne zaman ve nasıl haber yaptığı…

Polis peşine düşmedi mi?

Medyadaki haberlerde daha çok anne Eylem Tok’un 17 yaşındaki oğlunu kaçırması öne çıkarıldı. Ama bir de şu soruyu sormakta yarar var; Timur C., kazadan sonra annesinin lüks aracını da kaza yerinde bırakarak kaçıyor; kazada bir ölü dört yaralı var. Bu durumda polisin hemen, o an, hiç vakit geçirmeden kaçan sürücünün peşine düşmesi gerekmez mi?

Sürücüyü bulmak polis için zor olmasa gerek. Olay yerinde bırakılan aracın sahibini, adresini sorgulayıp dakikalar içinde peşine düşmeleri gerekirdi. Ama en azından o akşam kaza yapan sürücüyü yakalamaya çalışmamışlar.

Aracın sahibi Eylem Tok da elini kolunu sallaya sallaya 17 yaşındaki oğlu Timur C. ile birlikte saat 02.00 sıralarında İstanbul Havalimanı'na gitmiş, saat 04.30 sıralarında da Mısır’a uçmuş. Kazanın üzerinden saatler geçmiş ama kimseler engel olmamış kaçmalarına.

ABD’ye kaçtıktan sonra iadesi için yazı yazmak, polisin kaçışı neden engelleyemediği, neden kazadan hemen sonra peşlerine düşmediği sorusunu açıklamıyor. Polis zamanında müdahale etseydi, belki de havalimanında yakalayabilir ya da Mısır’dan uçmalarını engelleyebilirdi.

Umarım kazayı araştıran Cumhuriyet Savcıları, polisin neden o akşam kaçışı engelleyemediği sorusunu da araştırır ve Rojda Altıntaş’ın açıklamalarını da soruşturma dosyasına ekler. Zira o açıklamaların gazetecilik etiği dışında kriminal boyutu da var.

Rojda Altıntaş’a teşekkürler

Aradan iki ay geçtikten sonra bile olsa DHA muhabiri Rojda Altıntaş’ın kaza haberi için baskı gördüğünü açıklaması, kanıt olarak da “Revna Demirören’in şoförü İlker” olarak tanıtan kişiyle yaptığı telefon konuşmasının görüntü kaydını, Revna Demirören ile görüşmenin ekran görüntüsünü yayımlaması takdire şayan bir durum.

Bir muhabirin hele de böyle can kaybı olan bir kazada baskı görmesi gazetecilik adına üzücü. Altıntaş’ın, şefleri bile değil, haberinin “Patronun eşi” ve “şoförü” tarafından engellenmesi hakkında açıkladıkları şu ana kadar yalanlanamadığı gibi, verilerle de doğrulandı.

İşsiz kalmak pahasına böyle bir gazetecilik skandalını ortaya çıkardığı için Rojda Altıntaş’a teşekkür etmek gerekir. Sayesinde kamu yararı için yapılması gereken gazeteciliğin patronun çıkarları için oyuncak haline getirilmesinin yeni ve vahim bir örneğini öğrenmiş olduk. Onun sayesinde sırf “patronun oğlunun arkadaşı” diye bir suç failinin korunabildiğini gördük.

Demirörenler’in siyasi iktidar desteğiyle aldıkları medya kuruluşlarını AKP’nin yanı sıra kendi çıkarları için de pervasızca kullandıkları belgelenmiş oldu."