Gündem

Ertuğrul Özkök: Osman Hoca’nın bu yaz şifresi; önce 84, sonra 104

“İnsan 104 yaşına gelince hücrelerin yaşlanması duruyor. Yani hücreler artık yaşlanmıyor. O noktadan itibaren ‘dikey' yaşlanma duruyor, ‘yatay yaşlanma’ başlıyor"

13 Ağustos 2023 07:08

Ertuğrul Özkök | Küçük Güzel Şeyler Dükkânı

Osman Hoca’nın bu yaz şifresi: Önce 84, sonra 104

Muazzez İlmiye Çığ

109 yaşında…

Hâlâ pırıl pırıl bir beyin.

Muazzez İlmiye ÇığMuazzez İlmiye Çığ

Nermin Abadan Unat

102 yaşında…

Hâlâ, 1966 yılında Siyasal Bilgiler Fakültesi’ndeki sınıfta hayranlıkla dinlediğim o kararlı ve enerjik sesiyle konuşuyor…

Nermin Abadan UnatNermin Abadan Unat

Edgar Morin… Fransa’nın yaşayan en büyük düşünürü…

Geçen ay 102’nci yaş gününü bir video kaydı ile gençlere “Sistemin sizi esir almasına teslim olmayın” mesajı ile kutladı.

Bu insanlar 100 yaşını geçtiyse ben kaç yaşına kadar yaşarım?

Bu üç insana bakıyorum ve kendi kendime soruyorum…

Demek ki insan beyni cevvaliyetinden bir şey kaybetmeyerek 100 yaşını geçebiliyormuş…

Ya bedeni?

O beden kaç yaşına kadar yaşayabilir?

Osman Hoca masaya gelince masanın İlber Hocası gibi oluyor

Hürriyet’ten ayrıldığımdan beri Osman Müftüoğlu ile sohbet etme imkânımız olmamıştı.

Cuma akşamı Bodrum’da bir dostumuzun evinde yemekteydik…

Tabi Osman Hoca bir masaya geldi mi anında oranın İlber Hocası haline geliyor.

Yani ilgi odağı oraya kayıyor.

Düşünün ben bile gölgede kaldım.

6 yıl önce havuzda "Kaç yıl yaşarız?" formülünü vermişti

Hocayla en ses getiren konuşmalarımızdan birini bundan altı yıl önce Bodrum’da yapmış ve sonradan çok tartışılan “yeni orta yaş” kavramını ortaya atmıştık.

Yani 70 yaşında benim gibi bir insan artık “yeni orta yaş” kategorisinde sayılıyordu.

Osman Hoca 2017 yılında o gün, canlıların teorik ömrünün formülünü vermişti:

“Kemik oluşumunun tamamlanması çarpı 5…”

Bir insanın kemik oluşumu 20 yaşlarında tamamlandığına göre, 5’le çarptığınızda, insanın teorik ömrünün 120 yıl olması gerekiyordu.

O günlerde hedef 90 yıl yaşamaktı

Ama biz o kadar yaşayamıyoruz.

Bir “iyi ve kaliteli hayat” uzmanı olarak Osman Hoca’nın insanlara vermek istediği hayat, teorik olarak bu uzunluktaydı ama yine de 90 yaş ideal bir sınır gibi görünüyordu.

Hoca cuma akşamı yemekte hedefi yükseltti…

Önce şunu söyleyeyim, yemeğe geldiğinde, o gün 14 bin adım yürümüştü.

Geçen gün bir araştırma 4 bin adım yeterli sonucu vermişti.

Ben yıllardır hocaya “10 bin adım fazla bunu 7 bin adıma indir” diyorum.

Ama o 10 binde ısrarlı…

Neden 84’ü ‘geçmek’ derken ‘104’ yaş için ‘ulaşmak’ diyor?

Sohbete, “Size çok heyecan verici, çok umut verici bir haberim var” diyerek başladı ve devam etti:

“Bundan önceki hedefimiz 84 yaşını geçmekti. Şimdiki hedefimiz 104 yaşına ulaşmak…”

İlmiye Çığ hocamız 109 yaşında, yani 104’ü geçeli 5 yıl oldu.

Müftüoğlu, “İşte haber burada” dedi ve yeni teorisinin şifrelerini verdi:

“İnsan ömrü çok uzadı. Bu ömürde kritik bir yaş var. 84 yaşı… Neden kritik derseniz, şundan;

Bir insan 84 yaşını geçerse, 100 yaşını geçme şansı çok artıyor.”

Neden 84 için “geçmek” fiilini kullandı da, 104 için “ulaşmak” fiilini tercih etti?

104 yaşından sonra yaş günü kutlamak gereksiz, çünkü…

O zaman şimdiki yeni hedef 100 yaşına kadar yaşamak…

“Hayır” diyor Osman Hoca; “Asıl hedef 104 yaşa ulaşmak…”

Yukarıda sorduğum “neden ulaşmak fiilini kulandı” sorusunun cevabı, son araştırmaların ortaya koyduğu şu şaşırtıcı sonuçta saklı.

“İnsan 104 yaşına gelince hücrelerin yaşlanması duruyor. Yani hücreler artık yaşlanmıyor. O noktadan itibaren ‘dikey' yaşlanma duruyor, ‘yatay yaşlanma’ başlıyor.”

Yani 104 yaşından sonra yaş günü kutlaması yapmak gereksiz.

Çünkü o yaştan itibaren teorik olarak aynı yaşta kalıyorsunuz.

Yeni skala: 65 sonrasında kim gerçekte hangi yaşta?

Bunun sonucu?

Osman Hoca’nın 2017 yılında Bodrum’da havuzda elimizde alkolsüz kokteyl kadehi ile yaptığımız sohbette formülünü verdiği 120 yaşa ulaşmak artık hayal olmaktan çıkıyor, bir gerçeğe dönüşüyor.

Bu arada insanın yaşlılık dönemi ile ilgili yeni bir skalayı da söylüyor.

Buna göre artık;

(*) 65-74: Genç yaşlılık

(*) 75-84: Orta yaşlılık

(*) 85 üzeri: İleri yaşlılık olarak kabul ediliyormuş artık.

Kırk ve 50’likler; sakın yırttık diye sevinmeyin

Hep yaşlanmadan söz ediyoruz ama şu sorunun cevabını hâlâ vermedik.

Yaşlanma ne zaman başlar?

Kırk mı? Elli mi? Atmış mı?

Hayır, yaşlanma 20 yaşında başlıyor.

Yani kendinizi yukardaki yaşlılık skalasında “yaşlı” kategorisinde gördüyseniz o kadar üzülmeyin.

Yirmi beş yaşında bir genç de yaşlanma süresine girmiş demektir.

Bir kadının peak (zirve) yaşı 47’den kaça çıktı?

Kadınlarla ilgili önemli bir konuya da geleyim.

2010’lu yıllarda yazdığım “Kırk7” kitabında kadının “peak” yani zirve yaşı olarak “47” demiştim.

2017 yılında yaptığımız havuz sohbetinde Osman hoca bu yaşı 55’e yükseltmişti.

Yani bir kadın 55 yaşına kadar kadınlığının zirvesinde kalıyor.

Aradan 6 yıl geçti…

Bu yaş şimdi kaçtır?

Kadının peak yaşı henüz güncellenmedi.

Ama kendine iyi bakan bir kadın artık rahatlıkla “60” diyebilir.

Evet havuz sohbetimizin 2023 yenilenmiş hali bu…

Artık yeni hedef 104 yaşına ulaşmak…

Tarihimizde bir ilk: Siyasi koğuştan yemek tarifleri

Bir haftadır “düşünüce ve ifade hürriyeti” tarihimizde çok ilginç bir ilki yaşıyoruz.

Nazım Hikmet’in mahkûmiyet yıllarında cezaevlerinden çıkmış romanlar, şiirler gördük.

Ergenekon. Balyoz vs. kumpasları ve zulmü sırasında, Silivri’den, Edirne’den çıkmış hatıra kitapları, roman ve hikâyeler gördük.

Oralardan intiharlar, cenazeler çıktı.

Hatta cezaevinden yazılan günlük gazete köşe yazıları gördük.

Ama bir siyasi tutuklu koğuşundan ilk defa günlük “yemek tarifleri” geliyor.

Duymadıysanız benden duyun…

Koğuş yemeği tariflerinde kullanılan malzeme çok özel

Gezi Davasından Bakırköy Kadın Kapalı Cezaevi’nde tutuklu bulunan yapımcı Çiğdem Mater “koğuştan yemek tarifleri” projesini başlattı.

Cezaevindeki tutuklu ve mahkûm kadınlardan toplanmış yemek tariflerini Çiğdem Mater kaleme alıyor.

Ancak bu yemek tariflerinin bir özelliği var.

Cezaevi kantininde veya listesinden bulunan malzemelerle ve ketılla hazırlanan yemekler bunlar.

Mesela “mercimek köftesi…”

Mercimek köftesi tarifi iktidar devirme eylemi mi?

Umut edelim, savcılar bunu Osman Kavala iddianamesini yazanlar gibi bir “sivil itaatsizlik eylemi” olarak görmesinler…

“Bazen bir yemek tarifi sadece bir yemek tarifi değildir” diyenlere şimdiden söyleyeyim.

Bunlar sadece yemek tarifi…

Koğuş yemekleri yani…

Koğuş kendi master şeflerini yaratıyor…

Sevişmeme yoluyla direniş eylemi değil

Malum, Kavala iddianamesinde, bütün dünyada ve Türkiye’de serbestçe satılan, “şiddete başvurmaksızın, demokratik pasif sivil itaatsizlik eylemlerini” anlatan bir kitap suç delili olarak kabul edilmişti.

Orada, “çiftlerin sevişmeme (sevişme değil) yoluyla direniş yapmasını anlatan bir madde bile vardı.

Şimdi bunu da “yemek tarifi yoluyla iktidarı devirme planı” olarak görmezler umarım.

Ama kabul edelim ki, bir cezaevinden gelebilecek en harika kitaplardan biri bu olabilir.

“Siyasi Koğuş Kantininden Yemek Tarifleri” şimdiden siyasi düşünce tarihimizde yerini aldı.

Gezici kadınlar ‘ellerinin hamuruyla’ koğuş mutfağına girdiler.

Belki bir gün: “Zuhal Topal’la koğuşta yemekteyiz” özel bölüm

Kim bilir bakarsınız önümüzdeki günlerde Zuhal Topal’ın “Yemekteyiz” programının masası kadınlar koğuşuna kurulur.

Ne bileyim Master Şef programının bir bölümü o koğuşta çekilir.

Böylece absürde iddianamelerle kararan koğuşlara da biraz renk gelir.

‘Milli hassasiyet lobisi’ Mabet Matiz’in yeni şarkısını dinledin mi?

Bu haftanın şarkısı banko, Mabel Matiz’in 2023 “Fatih” albümünde yer alan “Aşkım Gülüm” adlı parçası…

Bir haftadır dinliyorum…

Dinlerken “LGBT savunucusu” bahanesiyle Mabel Matiz’in konserlerini iptal eden, yasaklayan belediye başkanlarını, o sözde yerel sivil toplum örgütlerinin yöneticilerini, yani şu malum “Milli Hassasiyet lobisini” düşündüm.

Hani o “halkın hassasiyeti”, “milli adabımız, harsımız” diye konuşan, hepsi tek merkezden yönlendirmeli “vuvuzella” yasakçılarından, sansürcülerinden birini görsem karşısına geçip haykıracağım…

Mabel Matiz’in Zeid Hamdan’la söylediği ‘Aşkım Gülüm’ şarkısı

“Milli hassasiyet mi dediniz?”

Önce dinleyin bu şarkıyı…

Bir Anadolu duyarlılığı, anne sevgisi, milli duygular, gelenekler nasıl harika bir şarkıya dökülür görün.

“LGBT savunucusu” diye bir dudak hareketiyle harcadığınız sanatçılarımızı önce bir dinleyin…

Hani, aldığı üç beş oyla kendini bu vatanın sahibi sanıp, konserini yasakladıkları sanatçılara, “İlçemize giremez” diyerek basbaya Anayasa suçu işleyen o başkanlar…

Size bir iki dostça sözüm var.

Elinizden gelse Alişan’dan başka kimseyi çıkartmazsınız

Bilin ki, bu insanların sizlerden alacak “Milli Hassasiyet” dersi yok. Ama sizin onlardan alınacak insanlık dersiniz var.

Biliyorum, elinizden gelse, sırf bir yerlere yaranmak için, Alişan’dan, Yavuz Bingöl’den başka hiçbir sanatçıyı ilçenize sokmayacaksınız…

Hadi siz böylesine bir bilgisizlikle, sanat bilmez kibirle, hoyratlıkla bu kabalıkları yapıyorsunuz…

İlçelerinizin 21’inci yüzyılda yaşayan gençlerini niye kendinizle birlikte Orta Çağ karanlığına çekiyorsunuz…

Hak mı bu?

Bu mantıkla hangi sanatçılar Türkiye’de konser veremez

Bu “Milli hassasiyet lobisini” bir güç sanıp onun emrine giren belediye başkanlarına şunu söylemek isterdim.

Siz seçilmiş bakanlarsınız, onlar üç beş çakma üyesi olan, derme çatma derneklerin başkanları.

Sizin hesap vereceğiniz seçmeniniz var onların ise sadece devlet kaynaklarından gelen gelirleri.

Yarın bir gün uluslararası yerel yönetim toplantılarına gidersiniz, kardeş şehir ilan ettiğiniz beldelere gidersiniz, LGBT düşmanlığı yaparak aldığınız bu kararlar önünüze çıkar.

O ülkelerde de LGBT’ye karşı olan partiler halk kesimi var.

Ama kimse o sanatçıların konserlerini yasaklamaya kalkmıyor.

Sizin bu mantığınızla Taylor Swift, Elton John, Lady Gaga, geçmişte George Michael ve Freddy Mercury daha 1960’larda Londra’da yapılan ilk LGBT eyleminin gizli sponsoru olduğu yıllar sonra ortaya çıkan Paul McCartney ve aklınıza gelecek gelmeyecek binlerce sanatçı bu ülkeye giremez…

Millisiniz, yerlisiniz ama ülkenizin böyle bir duruma düşmesi çok mu hoşunuza giderdi?

* Ertuğrul Özkök’ün "Küçük Güzel Şeyler Dükkânı" başlığıyla "Newsletter" formatında paylaştığı yazısı.