14 Nisan 2015 19:12
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş'ın Ağrı'daki çatışma sonrası yaralı askerilerin HDP'liler tarafından taşındığı yolundaki açıklamasına ilişkin olarak, "Yaralı askerleri HDP'lilerin taşıdığı yalan, elimizde görüntüler var" dedi. "Neymiş efendim bölücü terör örgütünün mensupları da oraya katılacakmış" diyen Erdoğan, "Yav siz kendinizi ne zannediyorsunuz!" ifadesini kullandı.
Erdoğan, "Enflasyon, bozulan Türkiye tablosunun sonuçlarından sadece biri" açıklaması ile ekonomik gidişattan kaygı duyduklarını açıklayan TÜSİAD Başkanı Cansen Başaran Symes'ı bir kez daha hedef alarak, "TÜSİAD Başkanı yaptığı açıklamalarla ekonomik istikrarı baltalamaya çalışıyor. Ben O'nun geçmişte Türkiye'ye nasıl bedeller ödettiğini çok iyi biliyorum" dedi.
Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nda Türkiye İhracatçılar Meclisi üyelerine seslendi.
Erdoğan'ın açıklamalarından satır başları şöyle:
Ülkemizin ihracat performansı her türlü övgüyü hak eden bir performans ortaya koyuyor. Türkiye’nin 1923’te sonra ihracat rakamı 50 milyon dolar civarındaydı. 1 milyar doların üzerine 1973 yılında çıkabildi. 10 milyar doların üzerine 1987 yılında. 20 milyar doların üzerine ise 1995 yılında çıkabildi. 2002’de 36 milyarı ancak bulabilmişti. Yani 79 yılda ulaşabildiğimiz rakam 36 milyar dolardı. 2014 yılında ise bu rakam, istatistiklere giren ihracat itibariyle 158 milyar dolara ulaştı. Bavul ticareti başta olmak üzere, aslında ihracat olan ancak istatistiklerde gözükmeye faaliyetlerle birlikte bu rakamın 171 milyar dolara ulaştığı ifade ediliyor. 2002’de ülkemizin dünya mal ihracatındaki oranı yüzde 0,56 düzeyindeydi. Bugün bu rakam yüzde 0,8’i geçerek yüzde 1’e doğru ilerliyor.
Sizlerin de 2023 yılında İstanbul’da bunu TİM yönetimiyle birlikte Dolmabahçe’de yapmıştık, 2023 yılında 500 milyar dolar hedefi sözünü tutma yönünde oradaki attığımız imzalar inanıyorum ki bu yöndeki gayretinizin devam ettiği kararlılığını da sizlerde görüyorum. Bu çabanız için de ayrıca şükranlarımı sunuyorum. Eskiden dünyada işler yolunda giderken biz sık sık krize maruz kalırdık. Son olarak 1994 ve 2001 krizlerini iç dinamiklerimizle çıkardık ve ağır bedeller ödedik. Biz 2002’den itibaren tesis ettiğimiz güven ortamı sayesinde Türkiye’de iç kaynaklı ekonomik krizler yaşanmasının önüne geçtik. Geçtiğimiz 12 yılda siyasi ve ekonomik sorun yaşadığımız halde bunların hiçbiri krize sebep olmadı.
Fakat bu defa 2008 yılından itibaren dünyada çok ciddi bir finans krizi ortaya çıktı. Bu küresel krizin etkileri hala devam ediyor. Ben o zaman, hatırlayın “teğet geçecek” demiştim. Geçmişte kendi kendisine krize giren Türkiye’nin, küresel krizden en az hasalar çıkabileceğine pek çokları inanmadı. Benim bu sözüme karşı çıkanlar, bu ifadeyi alaya alanlar oldu. Sonuçta Türkiye bu krizi 2009 yılındaki sınırlı bir gerilemeyle atlattı ve sonra hemen toparlanarak büyüme sürecini devam ettirdi. 2010-2011 yılında yüzde 9 seviyesinde büyüme oranı elde ettik. 2014 büyüme oranı da yüzse 2,9 olarak gerçekleşti. Elbette bizim arzu ettiğimiz bir büyüme oranı değildir. Ama Avrupa başta olmak üzere gelişmiş ekonomilerin hala ciddi sıkıntı yaşadığı halde Türkiye’nin büyüme eğilimini sürdürüyor olması çok önemlidir.
Bu millet her zaman olmaz denilen şeyleri oldurmuş, başarılamaz denilen şeyleri başarmış bir millettir. Çanakkale’den cumhuriyetin kuruluşuna, menderes ve özel döneminden son 12 yıla kadar bir çok örnekleri vardır. Ekonominin en çok istikrar ve güvene ihtiyacı olduğunu hepimiz biliyoruz. Bu konuda bir derdimi paylaşmak zorundayım. Hem söylüyorum. Cumhurbaşkanlığı makamındayım, ama kenara köşeye çekilmiş bir makamda değilim.
Şimdi Türkiye’de gerek ihracat noktasında, gerek ekonomiyle ilgili konularda, en hassas olması gereken kurumların içinde TÜSİAD geliyor. Ancak TÜSİAD başkanı yaptığı açıklamalarla adeta istikrar ve güveni baltalamaya çalışan, iş dünyasını tedirgin eden bir tavır içinde bulunuyor. Hadi Türkiye’nin tüm gerçekleri gibi ekonomiyi okumaktan aciz siyasetçileri anladık, onlar sorumsuzluk yapıyorlar. Peki en azından iş dünyasının hassasiyetlerine vakıf olması gereken TÜSİAD’ın başkanına ne oluyor? Bu üslup yanlış. Enflasyonun düştüğünü fark edecek kadar maalesef enflasyon ölçüleri göremiyor. Cari açıktaki olumlu görüşleri göremeyecek kadar maalesef gözler bu işlerde ama. Türkiye’de istikrarsızlıktan bahsetmek kadar istikrarsız.
TÜSİAD’ın mensuplarını yatırın masaya, hepsi güçlerini beşe katladılar. Bire beş katlıyorsun, hala istikrarsızlıktan bahsediyorsun. Böyle bir şey olabilir mi? Bu ülkede istikrarsızlık olursa, bunu ödeyecek olan TÜSİAD’ın başkanı değil, tüm Türkiye’dir. Ağızlarından çıkanın kulaklarının duyması gerekir. Şunu da çok açık söyleyeyim. Ben bazı konularda çok hassasımdır. Her şeyi belki somut olarak ortaya koymam ama kendisinin düşünmesi lazım.
TÜSİAD başkanının geçmişte Türkiye’ye ne tür bedeller ödettiğini gayet iyi bilen birisiyim. Değerli arkadaşlarımın inceleyip ortaya çıkması mümkündür. Hangi işle iştigal etmişse, yaptıkları ve ödettikleri bedeller ortadadır. Hangi denetim kurumunda ne gibi görevler yaptılar, oralardan ne tür bedeller ödettiler bunun üzerine iyi durulması lazım. Bundan sonra bu tür yeni bedellere biz fırsat vermeyeceğim. Sorumluluğunun bilinciyle hareket etmeyen bunun hesabını verir
TÜSİAD Başkanı kimdir?
1981’den 2013 yılının Nisan ayına kadar PWC Kopenhag, Londra ve İstanbul ofislerinde çeşitli kademelerde görev üstlenen Cansen Başaran-Symes, PWC Orta ve Doğu Avrupa Bölgesi ve PWC Eurofirm Yönetim Kurulu üyeliği yaptı. Okul hayatında yaş olarak hep en küçük olan Cansen Başaran Symes, PWC’deki kariyerinin büyük büyük kısmında da yönetim kurulu masasındaki tek ya da iki kadından biri oldu. PWC Türkiye’nin büyümesinde önemli rol oynayan Cansen Başaran Symes, Mart 2014 tarihi itibariyle Allianz Sigorta ve Allianz Hayat ve Emeklilik A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanlığı görevine atandı. Symes, 2000 yılında World Economic Forum (Dünya Ekonomi Forumu) tarafından ‘Global Leaders for Tomorrow- Geleceğin Global Liderleri’ ünvanını aldı.
Bizim güçlenmemizi istemiyorlar. Düşünebiliyor musunuz bu ülkede büyüme oranı beklenenden düşük çıktı, enflasyon işsizlik şöyle azıcık kıpırdadı diye adeta sevinç naraları atanlar var. Artık çok güçlü bir milli duruş sergilememiz gereken olaylar karşısında dahi yalpalayanlar olduğunu görüyoruz. 31 Mart tarihinde Çağlayan adliyesinde yaşanan terör saldırısında, bir kez daha bu duruma üzüntüyle şahit olduk. Savcımızın şehit edilmesini tek ses ve tek yürek olarak protesto edemeyenler, bu olayı hükümetin aleyhine kullanabilmek için çabaladılar. Devlet terörü diyecek kadar alçalan kişiler gördük. Teröre terör, teröriste terörist diyemeyecek kadar gözlerine perde inmiş olanları üzüntüyle ve ibretle takip ettik.
Benzer bir idrak tutulmasını Ağrı’da bölücü terör örgütü tarafından yapılan saldırıda bir kez daha yaşadık, yaşıyoruz. Ağrı’da yaşanan hadise şudur. Diyadin ilçesinin bir köyünde, ağaç dikmek için etkinlik yapılacağı bilgisi ilgili kurumlara ulaşıyor. Daha önceki etkinliklerde vatandaşlara seçim baskısı yapıldığı haberleri alındığı için, valiliğimiz etkinliğe izin vermiyor.
Güvenliği sağlamak hem de bölücü terör örgütü mensuplarının istismarına izin vermemek için güvenlik kuvvetlerimiz tedbir alıyorlar. Bu çerçevede, Tendürek dağından geldiği anlaşılan, terör örgütü mensupları tarafından ateş açılıyor. Etkinliğe katılan vatandaşlara yönelik zor kullanma, operasyon söz konusu değil. sadece güvenliklerinin sağlanmasına ve bölücü örgüt mensuplarının istismarının önlenmesine yönelik bir tedbir alınıyor.
Tabi güvenlik kuvvetlerimiz, açılan ateş karşısında derhal misliyle karşılık veriyorlar. İlk ateş sırasında 4 jandarma personeli yaralanırken, çatışma sonunda 5 örgüt mensubu ölü olarak ele geçiriliyor. Yaralanan jandarma personelimize, tabi dördüne diyorum, birisi ağırdı. Allah’tan acil şifalar diliyorum. Burada bir provokasyon varsa, terör örgütü güdümündeki partinin kurduğu bir provokasyondur.
Personelimizin kendi haline terk edildiği, böyle bir iddia var ya. Güya jandarma yaralı halde bırakılmış, onları siviller, kendi mensupları gelip oradan almış. Bunların hepsi kayıtlarla resimlerle elimizde mevcut. Bunların tümü külliyen yalandır. Bölgeye giden helikopterlerimize ateş açıldığı için, askerlerimiz hastaneye zor şartlarda ulaştırılmıştır. Siviller kendi istekleriyle askerlerimizle beraber yapmışlardır. HDP mensupları bahane edilerek bu meselenin istismarı vicdana sığan bir davranış değildir.
Bakıyorsunuz hemen birileri meseleyi kendi meşreplerine göre başka taraflara çekmenin çabası içine girdi. Çözüm süreci ülkemizin geleceği bakımından hayati öneme sahiptir. Sürecin başladığı günden beri, bölücü örgüt elebaşlarının, siyasi partinin güven vermeyen ikircikli samimiyetsiz bir tavır içinde olduklarını biliyoruz. Sürecin en ciddi sorunu hep, görüşme noktasındaki sıkıntılar olmuştur. Ve şunu çok açık söylemek durumundayım. Bizler bugüne kadar 12 yıllık süreç içerisinde hep acaba bu işi nasıl çözeriz, demokratik açılım dedik, arkasından milli kardeşlik ve beraberlik projesi dedik, onun arkasından da çözüm süreci dedik. Bu adımları attık. Bu adımları atarken parlamentodaki temsilcileriyle arkadaşlarımızın görüşmeleri oldu. Fakat bunların hiçbirinde maalesef verilen sözler yerine getirilmedi.
Biz çözüm sürecini bugünlere getirebildik. Eğer iş bunlara kalsa, şu anda ortada çözüm süreci falan olmazdı. Ağrı’da yaşanan hadisenin, devletin çözüm süreci konusundaki duruşuyla kesinlikle bir ilgisi yok. Tam tersine bu olay bölücü terör örgütünün ve siyasi partinin samimiyetsizliğinin bir kez daha ispatı mahiyetindedir.
Neymiş efendim, bölücü örgüt mensupları da bu etkinliklere katılma hakkına sahipmiş. Yav siz kendinizi ne sanıyorsunuz, siz bu devleti milleti ne sanıyorsunuz? Çözüm süreci askeri bir zorunluluğun değil, siyasi bir kararın neticesi olarak başlatılmıştır. Türkiye’nin dün olduğu gibi bugün de terör örgütünü bertaraf etme noktasında herhangi bir eksiği sıkıntısı yoktur. Ancak biz bu yöntemin işe yaramadığı gibi başka sıkıntılara sebep olduğunu gördük.
Hiç kimse yanlış değerlendirmesin. Devlet gücünü yitirmedi bunu böyle bilmeniz lazım. İnsanı yaşat ki devlet yaşasın. Daha önce neydi? Öncelikli anlayış devletti, insan geri plandaydı. Biz vatandaşına buyuran, vatandaşını ezen değil. İnsan odaklı, hak hukuk özgürlük odaklı bir devlet yönetimine geçiş yolunu açtığımız için bu süreç başladı.
En büyük desteği de bölge insanından gördük. Kardeşliği yüceltmek için analar ağlamasın diye çıktığımız bu yolda, analar ve babalar başta olmak üzere, tüm milletimizden aldığımız hayır duayı çok iyi biliyoruz. Biz duayla yolumuza devam ederken, karşımıza sürekli bedduacılar çıkıyor. Ülkenin bekası meselesi olan bu konuyu, eğip bükerek çarpıtarak kamuoyunu yönlendirmeye çalışan medya kuruluşlarını da ibretle takip ediyoruz. Yazılı görsel ve sosyal medya.
Milletimiz dün birbirini yolda görse selam vermeyecek olanların, bugün niçin birlik olduklarını, kini nefreti gayet iyi görüyor. Ama ne yapsalar boş, başaramayacaklar. Bu ülkenin cumhurbaşkanı olarak bir kez daha ifade ediyorum. Devletin güvenlik kuvvetleri dışında, elinde silahı olan herkes bu ülkenin ve bu milletin düşmanıdır. Bu silah ister Ağrı’da Tendürek dağında, isterse Okmeydanı’nda hiç fark etmez. Çünkü silahın olduğu yerde kan vardır, ölüm vardır. Bu silahın namluları devlete değil bizatihi millete çevrilidir. Hukuk yoluyla alamadığı gücü silahla elde etmeye çalışanlar zavallılardır, korkaklardır. Samimi bir tavır ortaya koymayıp, demokrasiden söz eden, yalancıdır iki yüzlüdür.
Biz çözüm sürecini kararlılıkla sürdürmeye devam edeceğiz. Çünkü bu bizim millete sözümüz. Ama devletin huzuruna güvenliğine kast eden hiçbir saldırıyı da cevapsız bırakmayız.
Öyle silahların yurt dışına çıkarılması, oraya buraya saklanmasından söz etmiyorum. İrlanda’da nasıl yaptıysalar, toprağa gömülecek, üzerine beton dökülecek, ben ondan bahsediyorum. Bunlar tespit edilecek, bu yapılmadığı sürece karşı taraf sözünde durmamış olacaktır. Milletin desteğini onun gönlüne girerek değil, baskıyla zorbalıkla sindirmeyle elde edeceğini sananların hala silahtan medet umduğunu biliyoruz. Silah ve siyaset, ateş ve su gibidir. Birlikte olamazlar, eninde sonunda biri birini imha eder.
Hiç kimse teröristi aklamak, askerimizi itibarsız hale getirmek için servise sundukları görüntülerin ardına saklanmaya çalışmasın. Bizim milletimiz, Mehmedini Mehmetçiğini gayet iyi tanır, iyi bilir. Bunu da kötülemeye onların gücü yetmez.
Bu senaryolar mürekkeple değil kanla yazılmıştır. Ellerine kan bulaşmış olanlar da kimseye insanlık dersi veremez. Önce o kanı temizlemeniz lazım. Türkiye partisi olma iddiasında olanlar milletin birliğini beraberliğini hazmedecekler. Siyasi parti olma iddiasındaysanız, önce milletin oyunu baskıyla tehditle değil, rızayla programınızla vizyonunuzla almayı öğreneceksiniz. Aksi halde siyaset iddianız havada kalır.
6-8 Ekim olaylarında hatırlayın, insanları sebepsiz yere sokağa döküp, Türkiye’de 40 kişinin ölümüne yol açanların barıştan söz etmeye hakkı olabilir mi? Masum çocukların pencerelerden atılıp, taşla kafalarının ezilmesine ses çıkarmayanlar insan hakları lafını ağızlarına alabilir mi? Can değil kan peşindedir bunlar. Bu millet yeni faşist örgütlenmeleri de bu zihniyetleri de en kısa sürede hak ettiği akıbete mahkum edecektir. Teröre teslim olanlar, terörle birlikte yok olup gidecektir. Yeni Türkiye’de silahla baskıyla sindirmeyle arasına sınır koymayanlara yer olmadığını da herkes bilmeli. Ben 7 Haziran seçimlerinin bu bakımdan da önemli olduğuna inanıyorum.
Bir konuya daha değinmek zorundayım. Papa’nın Ermenilerin yüzüncü, yüz yıl önce Müslümanlar başta olmak üzere, coğrafyamızdaki herkesle birlikte yaşadıkları acıları soykırım olarak nitelemesinden fevkalade üzüntü duyduğumu ifade etmek isterim. Malum kısa süre önce Ankara’ya ziyareti olmuştu. Görüşmelerimizde, ben farklı bir siyasetçi görmüştüm. Din adamı demiyorum, siyasetçi görmüştüm. Fakat bu açıklamalardan sonra, gerek siyasi kimliğindeki farklılık, gerekse din adamlığındaki farklılığı ben tamamıyla ne yazık ki çok çok farklı bir zihniyetin, tarihten bu yana, milyonlarca insanın kıyımına yol açan anlayışın yeniden tezahürü olarak gördüm.
Tarihi olayların kendi mecrasından çıkartılıp ülkemiz aleyhine bir kampanya amacı haline getirilmesine izin vermeyeceğimizi belirtmek istiyorum. Bir İtalyan AB temsilcisi gayet güzel bir açıklama yaptı ‘biz Ermeni meselesiyle ilgilenmeyiz’ dedi. Biz Türkiye’nin her alandaki mevcut çıkışını izliyoruz, biz buna bakarız dedi.
Tıpkı Kafkasya’da Çerkezlerin, Kırım’da tatarların, yaşadığı trajedilere acılara yüreğimizin yandığı gibi, Ermenilerin maruz kaldıkları sıkıntıları biliyor ve üzülüyoruz. Geçen 23 Nisan’da yaptığım açıklamayı hepsi biliyor. Biz aynı yerdeyiz. Bu açıklamayı yaparken ben orada bir paragraf daha koymuştum. Ermeniler ülkemizde ölürken, yine aynı şekilde Ermeniler tarafından, farklı ülke mensupları tarafından Osmanlı’nın evlatları şehit edildi, bunları da ben orada kayda girmiştim. Biz asla acılar üzerinden siyasi rant elde etmenin çabası içinde değiliz. Bugün ermeni meselesini tartışmak istiyorsak, hadiseyi gerçek boyutlarıyla ortaya koymamız lazım. Bu da tarihçilerin işidir. Bırakalım tarihçiler tartışsın. Biz bütün arşivlerimizi açıyoruz. Varsa Ermenistan da arşivlerini açsın, belgelerini ortaya koysun. Biz silahlı kuvvetlerimizin arşivlerini de açmaya hazırız.
Ama bunlara yanaşmayacaksınız, sadece siyasi lobilerle, oralardaki maalesef ermeni diasporası çok çirkin ilişkilerle meydana getirmiş olduğu ilişkilerle Türkiye aleyhine netice almaya çalışacaksınız. Tarihçinin işini siyasetçiler, din adamları aldığı zaman oradan hakikat değil hezeyan çıkar. Ben tekrar ortak komisyon çağrısını yineliyor, arşivlerimizi sonuna kadar açmaya açık olduğumuzu vurgulamak istiyorum. Sayın Papa’yı da bu tür yanlışlara herhalde bir daha düşmez diye kınıyorum ve uyarıyorum.
Sık sık karşılaşıyoruz, vatandaşımız karşımıza dikiliyor. Şunları şunları yaptınız, şunları şunları da hala yapmadınız diyor, ne kadar güzel. Demek ki belli mesafeyi kat etmişiz. Şimdi artık bazı estetik eksikleri yakalıyor vatandaş, onu size hatırlatıyor. Bu seviyeye gelmek de bize ayrı bir mutluluk veriyor.
Ben de diyorum ki, daha fazlasını yapmak için, artık aracı yenilememiz lazım. Bu sistemle diyorum ki artık bir patinaj var. Daha fazlası için, daha güçlü bir sisteme ihtiyaç var. bunun yolu da yeni anayasadan geçiyor, yeni anayasayla birlikte başkanlık sistemini kurmaktan geçiyor. İnşallah önümüzdeki dönem bu değişimi de hayata geçireceğimize inanıyorum.
_________________________________________________
T24'ün notu: Bu haberin canlı yayın sırasında yayınlanan ilk metninde Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "yav" ifadesi yanlışlıkla "lan" olarak anlaşılmış ve bu şekilde yazılmıştır. Düzeltir, özür dileriz.
© Tüm hakları saklıdır.