04 Eylül 2013 00:43
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın gençlik yıllarından başbakanlığa giden yolda yaşadıklarının anlatıldığı "Usta'nın Hikâyesi" belgeseli, Beyaz TV'de yayınlandı.
Sunuculuğunu Ferda Yıldırım ve Ertem Şener'in yaptığı belgesel Erdoğan'ın dünden bugüne fotoğraflarının gösterimi ve "73 milyon vatandaşımıza efendi olmaya değil, hizmetkâr olmaya geldik" sözleri ile başladı. Erdoğan, belgeselde emeği geçenleri kutladı.
Başbakan Erdoğan, soru üzerine ismini babası Ahmet Erdoğan’ın verdiğini söyledi. Recep ayında doğduğunu ifade eden Erdoğan, dedesi Tayyip'in de ismini aldığını kaydetti. "Ceddiniz unutmadığınız sürece geleceğinizde de siz hatırlanırsınız" diyen Erdoğan ilkokul ve imam hatipte Tayyip ismiyle çağrıldığını ancak ilkokuldaki din dersinde öğretmenin, "kim namaz kılabilir sorusu" üzerine namaz kendisinin parmak kaldırdığını ve namazı kıldığını bu sebeple zaman zaman kendisine "hoca" diye hitap edildiğini söyledi. Erdoğan, "Ahmet ve Tenzile Erdoğan'ın size özel bir hitabı var mıydı" sorusunu yanıtlarken "Teyyüp" hitap ettiklerini belirtti.
Erdoğan, bir soru üzerine, çocukluğunda sakin değil haraketli olduğunu, mahalle komşuluğu yaşadığını, annesi ve babasının nahiyesindeki her insanı tanıdığını, Kasımpaşa'da sokaklardaki herkesi tanıdıklarını dolayısıyla komşuluk ilişkilerinin çok iyi olduğunu ifade etti. Erdoğan, sokaklarda çelik çomak, uzun eşek ve yakartop, evde ise dama, dokuz taş gibi oyunlar oynadıklarını, kandillerde ise kule oluşturup ateş yaktıklarını anlattı. Erdoğan, bisikleti olup olmadığına ilişkin bir soruyu ise "Maalesef bisiklet alacak durumda değildik" diye yanıtladı.
Çocukluğunda Rize'de çay ve fındık topladığını aktaran Erdoğan, "Gittiğimizde babam beni yalnız bırakmazdı, okulum sebebiyle. Yine orada bir hocaefendiye teslim eder, imam hatip yıllarında Kuran-ı Kerim, Arapça derslerine orada ayrıca gitmişimdir ve oradan aldığım derslerin de benim hakikaten gelişmemde çok büyük faydası oldu" dedi. Rize'ye gittiklerinde yakın akraba ve arkadaşlarını ziyaret ettiklerini ifade eden Erdoğan, babasının vasiyeti üzerine hala bu ziyaretleri gerçekleştirdiğini kaydetti.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, bir diğer soru üzerine Karadeniz mutfağının zengin olduğunu ve annesinin çok maharetli olduğunu anlattı. Evlerinin misafirsiz kalmadığını, babası Ahmet Erdoğan'ın haber vermeden misafirler getirdiğini, sofranın hızla hazırlandığını ve yerde, sinide yenildiğini belirtti.
Erdoğan, "Babama 'Kaptan Amca' diye hitap ederlerdi, lakabı buydu. Babam aynı zamanda da bizim hemşerilerin kasasıydı. Yurt dışında gemilerde çalışan bizim hemşehriler, bunların illa akraba olması da şart değil. Köylüler, komşu köylerden olanlar, onu bir yediemin olarak görürlerdi. Paralarını babama bırakırlardı, giderlerdi. Babam oradan hepsinin birer zarfı vardı, hesapları ben tutardım. Köyde eşine onlara parayı oradan, onlar ne kadar isterse sağlam güvenilir insanlarla otobüslerle gönderirdi. Bundan dolayı da çok güvenilen bir insandı" diye konuştu.
Babasının çok otoriter olduğunu, yetişmelerinde, karakter yapılarının oluşmasında Ahmet Erdoğan'ın ciddiyetinin çok ciddi katkısı olduğunu ifade edenErdoğan, ağızlardan kötü söz çıktığında cezasının çok ağır olduğunu anlattı. "Küfür ettiğiniz anda faturasını çok ağır ödersiniz onun içinde zaman zaman babam bizimle hesaplaşmıştır" dedi.
Yatılı okuduğu zaman babasının kendisine haftada 2,5 lira verdiğini onunla kartpostal alarak sattığını, bunun yanında simit ve su satarak para kazandığını ve bu paralarla kitap almaya başladığını belirtti. Erdoğan, kitaplara olan ilgisini fark eden babasının kendisine ihtiyaçlarına uygun bir kütüphane yaptırdığını söyledi.
Erdoğan, şöyle devam etti:
"O aralarda, şu anda mevcut gazetelerden bir tanesinin düzenlemiş olduğu bir şiir yarışması vardı. Türkiye Teknik Ressamlar Cemiyeti aslında düzenleyen. Fakat o dediğim grup da bir ödül koymuştu. Teknik Ressamlar Cemiyeti duvara monte bir kütüphane, yayın grubu da bir kitap serisi ödül olarak koymuştu. Mithatpaşa Kız Sanat Enstitüsü, Kız Meslek Lisesindeydi yarışma. O yarışmaya katılmıştık ve o yarışmada ben birinci olmuştum. Aklımda kaldığı kadarıyla 500 lira gibi bir para ödülü almıştık. O zaman o benim için çok büyük bir ödüldü. Bir taraftan duvara monte kütüphane, kitaplar falan, ilk aldığım ödül de buydu.
Aklımda kaldığı kadarıyla iki tane şiir yarışma vardı biri buydu diğeri daha sonra olmuştu. O zamanlar çocuk rollerindeki artistlerden Parla Şenol vardı, onun da katıldığı bir yarışmaydı. Biz derece yaparak ben birinci oldum. O yarışmayı kazandık, kütüphanedeki ilk adımı atış, kendi kitaplarıma sahip oluş orada başladı.
Liseler arası münazaralara okulumuz adına katılmam hasebiyle o zaten sizi iki şeye sevk ediyordu: Bir araştırmaya, iki okumaya. Araştırma yapacaksın, okuyacaksın ki o tezi en iyi şekilde hazırlayabilesin. Bunlar bize ciddi zenginlik kazandırdığı gibi bir de tabii kitleler karşısındaki konuşma cesaretimizi artırdı."
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, "Bu ülkede başı açık olan da başı örtülü olan da bütün imkânlardan istifade etmeli. Yani biri bir fazla, öbürü bir geri olmasın. Hepsi aynı haklara sahip olsun, rekabet içerisinde olsun ve bu rekabet içerisinde de bu toplum birbirini kucaklasın, birbirini sevsin" dedi.
Gittiği yerlerde çocuklara oyuncak hediye ettiği hatırlatılarak, bu hassasiyetinin nereden geldiği sorulan Başbakan Erdoğan, çocuk sevgisinin Hazreti Muhammed'in en önemli sünnetlerinden olduğunu vurguladı. Hazreti Muhammed'in çocuklara yönelik davranışlarından örnekler veren Erdoğan, "Ben de hakikaten çocuklara karşı emsalsiz bir sevgi var, çok seviyorum. Aynı şeyi şu anda torunlarım için de o sevgi söz konusu" diye konuştu.
Çocuğu sevmenin geleceği sevmek anlamına geldiğine dikkati çeken Erdoğan, şöyle devam etti:
"Onlara verdiğiniz o sevgi onların kendi dünyasında farklı bir zenginliğin temellerini oluşturuyor aslında. Sizden sevgiyi görürse o da sevgiyi yarın başkalarına aktaracaktır. Ama azarlamayla büyürse ondan kalkıp şefkat bekleyemezsiniz. Onun için yarının şefkat edecek nesillerini yetiştirmek için onları bu şekilde yetiştirmemiz, büyütmemiz gerekir diye düşünüyorum. Çünkü onlar sevgiye muhtaç kalmasınlar. Onlara bu sevgiyi her yerde verelim. Annesi olsa da verelim olmasa da verelim."
Erdoğan, çocukların "Recep Tayyip Erdoğan denildiğinde aklınıza ne geliyor" ve "O nasıl biri" sorularına verdikleri cevapları da izledi. Çocukların yanıtlarını tebessümle seyreden Erdoğan, düşüncesinin sorulması üzerine, "Hepsi ayrı bir tespit yapmış, bu iletişim çok anlamlı. 3 çocuk, 5 çocuk onu bile yakalamışlar. Onlar bile mutlular, demek ki ihtiyacımız var" dedi. Erdoğan'ın sözleri salondakileri güldürdü.
Kasımpaşalı olmanın anlamı sorulan Başbakan Erdoğan, "Bu, aslında bugünün bir jargonu değil, mazisi çok eski" karşılığını verdi.
Kasımpaşa'nın, Osmanlı'da denizcilikte müstesna kesimin yerleşik olduğu bir yer olduğunu belirten Erdoğan, Kuzey Deniz Saha Komutanlığının da hala orada olduğunu hatırlattı. "Şu andaki hal, Kasımpaşa değildir" diyen Erdoğan, kendilerinin ahşap bir binada oturduklarını söyledi.
Yaşadıkları dönemin Kasımpaşa'sı hakkında bilgi veren Erdoğan, "Daha sonra Kasımpaşa'da tabii ki doğru bulmadığımız, zaman zaman mafyanın içine karışmış tipler de buralardan çıkmaya başladı. Yani yoğunlukla efendilerin oturduğu, yerleşik olduğu Kasımpaşa bu hale geldi. Daha sonra onlar da yine bir değişime uğradı ve Kasımpaşa adeta şu anda Türkiye'nin bir özeti durumuna geldi" ifadesini kullandı.
Yaşadığı yıllarda ağırlıklı Karadenizlilerin Kasımpaşa'da olduğunu, daha sonra Romanların geldiğini dile getiren Başbakan Erdoğan, şunları söyledi:
"Şimdi oradan kalan, mafyamsı o yapıdan kalan o kabadayılık. Kasımpaşalı deyince, 'bunlar kabadayıdır ama bunun yanında tabii bir de sözünün eridir.' Bir şeye söz verildiyse o sözü yerine getirir, karşı taraftan da sözünü yerine getirmesini bekler. Getirmediği takdirde de bedeli ağır olur. Böyle bir anlayış var. Doğrusu biz o anları, günleri yaşadık, gördük, bildik. Böyle bir şeyin içerisinde yetiştik. Bir de o dönemdeki aile yapısı içinde de bir karakter oluştu üstte. O oluşan karakter de size bazı şeyler veriyor. Neyi veriyor? Sözüyle özünün bir olmasını veriyor. Örneğin bize onu verdi. Bu, okulumuzda da bize bütünleşmeyi sağladı, getirdi. Ben Kasımpaşa'yı doğrusu böyle anladım, böyle tanıdım."
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş'ın da aslında "Kasımpaşalı sayılacağını" ifade edenErdoğan, semtte hala dostları, arkadaşları olduğunu ve onlarla görüştüğünü söyledi.
İmam hatipli olduğu hatırlatılarak, "Siz okurken ötekileştirmeye dair hangi sıkıntıları yaşadınız?" sorusu üzerine Erdoğan, kendisinin imam hatibe gitmesinde ilkokuldaki müdürünün vesile olduğunu belirtti.
Müdürün tavsiyesi üzerine babasının imam hatibe götürdüğünü, sınavı kazanarak okula gitmeye hak kazandığını aktaran Erdoğan, şöyle konuştu:
"O zamanki ötekileştirme şuydu, öğretmenlerimiz bize şunu söylerdi: 'Niye siz buraya geldiniz? Ölü mü yıkayacaksınız? Bütün bu diğer liseler varken ne işiniz var burada?' O zaman bu, ötekileştirmenin kullandığı jargon buydu. Buradan siz rahat rahat her üniversiteye gidemezsiniz. Gideceğiniz yer o zaman sadece yüksek İslam enstitüsü vardı veyahut fark dersleri vereceksiniz. Fark derslerini verdikten sonra normal üniversiteye gideceksiniz. Mesela ben okuduğum dersi fark ders olarak gittim Eyüp Lisesinde verdim. 6 dersten gittim Eyüp Lisesini bitirdim. 6 dersten imtihana girdim Eyüp Lisesinden diploma aldım. Eyüp Lisesinden aldığım diplomayla ben Marmara Üniversitesine girdim. O zaman Aksaray İktisat ve Ticaret Fakültesiydi. Oraya öyle girdim. İmam hatibe ötekileştirme ta orada başlamıştı."
Kendinden sonraki kuşakların önünün açıldığını ancak 28 Şubat'la yeniden imam hatiplilerin önünün kapandığını dile getiren Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:
"O dönemin birçok yöneticileri inanın imam hatiplerde hangi dersin okutulduğunu bilmiyor. İmam hatip denilince zannediyor ki sadece Kur'an, Arapça, tefsir, fıkıh, hadis bunlar okunuyor. Halbuki hiç alakası yok. Bunlar da okunuyor ama bunun yanında edebiyat, Türkçe, fizik, kimya, felsefe, sosyoloji, tarih bunların hepsini okuduk. Onun için de bizim dönemlerde diğer liseler 6 seneyken, orta lise, biz yedi sene okuyorduk, bir sene fazla okuyorduk. Böyle bir durumu vardı. Böyle haksızlıklar karşısında, buralar aşıla aşıla gelindi. Yapılan neydi? Dedik ki 'Sabır. Çalışacağız. Çünkü buradan almamız gereken bazı dersler var.' Benim dört çocuğumun dördünün de gerek eşim, birlikte kararımızı verdik ama çocuklarımda da babalarından aldıkları herhalde o heyecan, coşku, dördünü de imam hatibe gönderdik, dördü de imam hatip mezunu oldu. İmam hatipten çıktılar. "
İmam hatip mezunlarına üniversiteye gitmeleri konusunda erkeklere katsayı, kızlara ise hem katsayı hem başörtüsü engeli olduğunu, bu dönemlerin yaşandığını anlatan Erdoğan, şöyle dedi:
"Bu, adalet mi? Bir taraftan kalkacaksın, diyeceksin 'Ötekileştirme yok, biz böyle bir şey yapmıyoruz.' Türkiye'de şu anda hala bu zihniyet var. Adli yılın açılışında da buna şahit olduk. Bir taraftan bunu söyleyeceksiniz, 'İnanç ayrımı yapmıyoruz' diyeceksiniz, bir taraftan bunu söylerken öbür taraftan 'Başörtüsünü inancım sebebiyle kullanıyorum' diyen çocuğa eğitim hakkı vermeyeceksin. Ona sosyal hayatta iş imkanı vermeyeceksin, kamuda iş imkanı vermeyeceksin, bu adalet mi? Hani ayrım yoktu? ABD'de okuyabiliyor, batıda okuyabiliyor orada tüm bu imkanlar var ve çalışabiliyor. Bu imkanlar da var. Peki Türkiye, halkının yüzde 99'u Müslüman olan bir ülkede, niye okuyamıyor. Türkiye laik. Eyvallah. Laiklik ne demek? Bu noktada da 1982 Anayasasının gerekçesinde çok açık, net var. Nedir? Bütün inanç gruplarına eşit mesafede olmak o yönetimin laikliğin de gereği olarak görevi. Eşit mesafede olacaksın. Dolayısıyla burada bir ayrıma gidemezsin. Ama maalesef bu ayrımı da yaptılar. Şimdi bunlar aşılıyor. Rahatsızlığın altında yatan bu zaten. Biz de ne diyoruz? Bu ülkede başı açık olan da başı örtülü olan da bütün imkanlardan istifade etmeli. Yani biri bir fazla, öbürü bir geri olmasın. Hepsi aynı haklara sahip olsun, rekabet içerisinde olsun ve bu rekabet içerisinde de bu toplum birbirini kucaklasın, birbirini sevsin. Anlayış bu."
Futbola ilgisinin bilindiği belirtilerek, "Fenerbahçe sevginizin temelinde ne yatıyor?" denilmesi üzerineErdoğan, "Başbakan olarak bunu cevaplamak çok zor" sözleri izleyenleri güldürdü.
Fenerbahçe'yi tutmasının bireysel tercih mi, yoksa bir yakının yönlendirmesiyle mi olduğu sorusuna Erdoğan, "Aslında bizim ailede futbolla ilgili ne babamda ne yakınlarımda böyle bir hastalık yoktu, tam aksine, tersi vardı" karşılığını verdi.
İmam hatibe başladığı dönemde futbol tutkusunun başladığını anlatan Erdoğan, okul bahçesinde futbol oynadıklarını belirtti.
Mahallelerde de takımların olduğunu aktaran Erdoğan, kendi mahallesinin kulübünde futbola başladığını söyledi. Fenerbahçeli olan mahalle kulübü başkanının Lefter'in de "hastası" olduğunu belirten BaşbakanErdoğan, "Bizi de alır götürürdü maça. Biz de Lefter'in o zaman ki sergilediği oyunları görerek, ondan herhalde etkilenmiş, büyülenmiş olacağız ki böylece bir Fenerbahçelilik bizde başladı" diye konuştu.
Başbakan Erdoğan, 16 yaşında amatör ligde İstanbul genç karmaya seçildiğine, bu süreçte statlara serbest giriş kartı aldığına değinerek, şunları kaydetti:
"Serbest giriş kartıyla o zaman adı Mithatpaşa Stadı idi şu andaki yıkılmış olan İnönü Stadyumu'na bedava girebiliyorduk o kartımızla. Benim ilk transferim de Camialtı'na olmuştu. 17,18 yaşlarındaydım. Aynı zamanda imam hatipte okuyorum. Ama babamın haberi yok. Babam sonra öğrendi. Önce biraz kızdı ama sonra babamı da alıştırdık. Fenerbahçeliliğimiz bu şekilde gelişti. Şu anda da ailede hanım hariç herkes Fenerbahçelidir. Ama bu son olaylardan sonra bütün aile nedense soğudu bu işten. Yaşanan olaylar filan aileyi epeyce soğuttu."
Erdoğan, eşinin hangi takımı tutuğu sorusuna ise "Beşiktaş" yanıtını verdi.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, eşi Emine Erdoğan'la ilk karşılaşmasını anlatırken, "Aşk kişinin sevdiğinde yok olmasıdır. Böyle tanımlarım. Ama şimdi tabii bazıları hep 'aşık oldum' diyorlar ama aşık olduktan sonra bakıyorsun birçok kişiye de aşık oluyor. Aşık olduklarının sayısı çok artıyor. Ama bizimki öyle değil. Biz bir aşık olduk, pir aşık olduk ve öyle devam ediyoruz" dedi.
Milli Takımlar Teknik Direktörü Fatih Terim ve Hidayet Türkoğlu'nun Başbakan Erdoğan'ın spora ve sporculara yaklaşımıyla ilgili yorumlarının yayınlanması üzerine Erdoğan, Terim ve Türkoğlu hakkında görüşlerini paylaştı. Terim'i futbolculuğu döneminden tanıdığını, başarılı bir futbolcu ve teknik direktör olduğunu ifade eden Erdoğan, Terim'in futbola hırsıyla zevk katan biri olduğunu dile getirdi.
Kendi hocasının da "Oğlum topu yiyeceksin" dediğini hatırlatan Erdoğan, "Ben zaman zaman da sporu siyasetle de özdeş tutarım. Çünkü oradaki o kolektif anlayış olsun, o hırs olsun, o başarıya inanmak olsun. Başarıya inanacaksın. 'Biz bu işi başaracağız', kolektif anlayış o. 'Biz bu işi zaferle kucaklaştıracağız', buna inanacaksın. Fatih hocada bu var. Bunu görüyorum" diye konuştu.
Hidayet Türkoğlu'nun Türk basketbolunda örnek olan lider isimlerden biri olduğunu belirten Erdoğan, Türkoğlu'nun hem milli takımda hem de Amerika'da oynadığı dönemde Türkiye'yi başarıyla temsil ettiğini anlattı.
Erdoğan, eşi Emine Erdoğan'la ilk karşılaşmalarını anlatmasının istenmesi üzerine, partinin bir toplantısında eşinin ön sıralarda oturduğunu ve kendisinin dikkatini çektiğini söyledi. Erdoğan, "Ben de doğrusu o anda yeni şeyle 'elektriklenme' diye ifade edilen ama işin edebi noktasına baktığınız zaman 'aşık olmak' deniliyor ya böyle bir durum orada meydana geldi" diye anlattı.
Kendisinin aşkı tanımlamasının biraz farklı olduğunu belirten Erdoğan, "Aşk kişinin sevdiğinde yok olmasıdır. Böyle tanımlarım. Ama şimdi tabii bazıları hep 'aşık oldum' diyorlar ama aşık olduktan sonra bakıyorsun birçok kişiye de aşık oluyor. Aşık olduklarının sayısı çok artıyor. Ama bizimki öyle değil. Biz bir aşık olduk, pir aşık olduk ve öyle devam ediyoruz" diye konuştu.
Erdoğan, Emine Erdoğan'ı istemeye gittiklerinde kahvesine tuz atılıp atılmadığının sorulması üzerine, "Sağolsun o bana öyle bir şey yapmadı" karşılığını verdi. Eski Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer'in oğluna kız istemeye gittiklerini anlatan Erdoğan, "O gün orada meğerse öyle bir sürpriz yaptılar. Kızımız, oğlumuzun kahvesine tuzu herhalde fazla kaçırmış olacak ki baktım ki oğlumuz kıvranıyor" dedi.
Annesi, babası ve yengesiyle Emine Erdoğan'ı istemeye gittiklerini anlatan Erdoğan, "Giderken de kakaolu veya çikolatalı bir baklava yaptırmıştım. Onu oraya getirdik. O gün tabii isteme işlemini yaptığımızda sonradan öğrendim ki ben bayağı kızarmışım, çok deneyimli tecrübeli filan da değilim. Babam, annem filan, kayınpederim, kayınvalidem en ufak bir zorlama filan çıkarmadan bize olumlu cevabı verdiler. Çok da uzatmadık zaten. Biz hemen hemen bir sene içinde nişanımızı ve nikahımızı kıyıverdik" diye konuştu.
Sanatçı Orhan Gencebay ise Erdoğan'la kız istemeye gittiklerine ilişkin anısını aktarırken, Erdoğan'ın kendisine "Sen benim büyüğümsün, sen benim ağabeyimsin" diyerek kız isteme görevini verdiğini söylemesi üzerine Erdoğan, "Orhan Beye de yakışır yani. Hakikaten abilik de yakışıyor, babalık da yakışıyor. 'Orhan Baba' boşuna demiyorlar. Orhan Baba'lığının gereğini yapması gerekir" ifadesini kullandı.
Emine Erdoğan'ın tüm toplantılarda etkinliklerde yanında olduğu hatırlatılarak, eşini hangi kelimelerle tarif edeceğinin sorulması üzerine Erdoğan, evlendikleri andan itibaren eşinin de sosyal hayatın içinde bir dernekte faaliyetlerini yürüttüklerini belirtti. Kendisinin de o dönemde gençlik kollarında çalıştığını dile getiren Erdoğan, şunları söyledi:
"Gerçekten evlendiğimiz andan, o günden bugüne siyasi mücadelem içerisinde tabii bir gün olsun 'niye geç geldin' sorusuyla karşı karşıya kalmadım. Bana bir kez büyük kızım öyle bir serzenişte bulundu. Ama o serzeniş 'niye geç geldin' anlamında değildi aslında. O sadece tabii bize hasret, ben de onlara hasretim. Ama verdiğimiz mücadele böyle bir zamanı ayırmaya fırsat vermiyor. Geceleri bir iki böyle geliyoruz eve. O zamanda mücadele şu andaki kadar rahat değil. Daha zor sıkıntılı dönemler. 80 öncesi dönemleri bahsediyorum.
Bir gece yatak odamızın kapısına ufak bir pusula, büyük kızım Esra asmış, 'Babacığım bir geceni de bize ayır'. Duygulandım. Onların da hakkı vardı tabii. Çünkü ben gidiyorum onlar yatıyor, ben kalktığımda onlar okula gitmiş oluyorlar. Böyle bir durum. Fakat bütün yavrularımla beraber aynı istikamete bakış, aynı yolda yürüyüş, eşimin gerçekten çok ciddi bir yükü bu noktada almış olması, onun arkamda tabii bu noktada dik duruşu işimizi kolaylaştırdı ve biz de rahat rahat diyebilirim ki 40 yıla yaklaşan siyasi mücadelemizde bizi rahat kıldı. Bu heyecanımızın devamını güçlü kıldı."
Erdoğan, kıyafetlerini seçerken eşinin ya da kızlarından destek alıp almadığı yönündeki soruya da "Ben bu konuda eşime ve çocuklara yük olmam. Hepsini kendim hallederim" karşılığını verdi.
El becerileri ve evdeki küçük tamiratlarla ilgili bir soru üzerine, belediye başkanı olduktan sonraki süreçte bu tür işlerin üzerinden gittiğini söyleyen Erdoğan, "Ama Kasımpaşa'da oturduğumuz dönemlerde buna benzer işler, badana, boya bu tür işler yani şartları eğer bana kalıyorsa yaptıramadığım zaman yapma gayreti içerisinde oldum ve yaptım" cevabını verdi.
Yemek yapma konusunda bir becerisinin olup olmadığının sorulması üzerine Erdoğan, öğrencilik yıllarında menemeni, sucuklu ve pastırmalı yumurtayı iyi yaptığını ancak evlilik sonrasında ise mutfağın kendilerine kalmadığını ifade etti.
Emine Erdoğan'ın yemek konusunda tavsiyelerinin olup olmadığı yönündeki soruya ise Erdoğan, eşinin bu konularda hassas olduğunu ve alternatif tıbbı yakından takip ettiğini belirtti. Erdoğan, "Ben de mümkün olduğunca tabii onlara uymaya çalışıyorum ama zaman zaman bozduğum da oluyor" dedi.
Oyuncu Şahan Gökbakar'ın, Erdoğan'ın, sanatçılarla Dolmabahçe'de yaptığı kahvaltıda tokalaşma sırasında kendisine, "Tombişim nasılsın. Hala erimedin mi?" dediğini ve bundan dolayı fazla bir şey yiyemediğini belirtti. Erdoğan ise Gökbakar'ın bu sözlerine karşı, "Sağlığı için gerçekten daha dikkatli olmasında fayda var. Hamur işlerini azaltmasında çok çok fayda var. Mesela ben şimdi iyice azaltmaya başlıyorum. İki gündür başladım. Zannediyorum bunlar faydalı olacak. Can boğazdan çıkarmış" diye konuştu.
"Sizin için evlatlarınız mı, yoksa torunlarınız mı" şeklindeki soruya karşılık Erdoğan, "Bu konuda çok değişik şeyler söylenir. Ancak tabii ki evlat sevgisi bambaşka bir şey fakat torunlar evlatları bize aratmadı. O başka bir sevgi bize getirdi" karşılığını verdi.
"Allah onların muhabbetini bizden eksik etmesin" temennisinde bulunan Erdoğan, şu anda üç tane torunu olduğunu hatırlatarak, "Çocuklarıma da söylüyorum: 'Bak beni mahçup etmeyin. En az üç' diyorum. Onlardan da bunu bekliyoruz inşallah. Devamı gelir diye temenni ediyorum" dedi.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, ''Neden siyaset derseniz, insan için siyaset. İki ülke için siyaset. Bu soruyu kendinize sorduğunuz zaman orada kendinizi buluyorsunuz zaten. İnsan için siyaset yaptığınız zaman kendiniz için aynı zamanda bu siyaseti yapıyorsunuz. Aileniz için, millet için yapıyorsunuz" dedi.
Erdoğan, "Torunlarınızın siyasete girmesini istermisiniz" şeklindeki soruya, "Biz, çekildikten sonra niye olmasın. Onlar bunu devam ettirsin, derim. Çünkü siyaset yaşamımızın bana göre olmazsa olmazıdır. Ve iyi yetişmiş, dürüst, doğru, gayretli. Çünkü siyasette de sonunda insanımıza hizmet vereceksin. Bunu birilerinin yürütmesi lazım. Eğer böyle bir kabiliyet varsa, hakikaten bu işte kendileri de bir heyecan duyuyorlarsa, bence olmalarını isterim" yanıtını verdi.
Torunlarıyla bir araya geldiğinde ne yaptığının, çizgi film izleyip izlemediğinin, parka götürüp götürmediğinin sorulması üzerine Erdoğan, şöyle konuştu:
"Çizgi film izlemede zaman zaman onlar beni zorladıkları için izliyorum. Çünkü çizgi film çok seviyorlar ama tabi anneleri de belli bir limit koyuyor. Diyelim ki 10 dakika 15 dakika. 'Daha fazla izleyemezsiniz'. Biz de tabi katlanmak durumundayız. Yani onlarla beraber, onu izliyoruz veya onlar bizim üzerimizden çizgi film izleme fırsatı buluyorlar. Bizi orada da istismar ediyorlar. Biz de 'peki' diyoruz. 'Annen ne kadar müsaade etti', '10 dakika 15 dakika', 'peki' 15 dakika beraber onlarla izliyoruz. Park derken zaten sağ olsun İstanbul'da hakikaten oturduğumuz yer adeta bir park gibidir. Onun için çocuklarımızla, torunlarımızla beraber orada böyle bir imkan, fırsat buluyoruz ve onlarla da orada... Ben mesela büyük torun bizim, topu çok sever. Çokta hırslı. İki numara o kadar değil. Onlarla bazen ben top oynarım... Ama en ufağı, Mahinur torunum var, kızımız. O bir başka sevgi odağı, yumağı. Ve size ayrı bir sinerji veriyor, bunlar ayrı bir güç veriyor."
"Kız torun olması hasebiyle mi acaba" diye sorulması üzerine Erdoğan, "Onun sinerjisi farklı, belki geometrik karşılıkları farklıdır, diyebilirim. Yani diğerlerininki daha farklı " dedi.
Milli Türk Talebe Birliği ve İstanbul İl Başkanlığı arasındaki sürecin sorulması üzerine Erdoğan, şunları kaydetti:
"Milli Türk Talebe Birliği ile olan süreç, imam hatipte okuduğumuz yıllarda orta öğretim çalışmaları, faaliyetleriyle başladı. Üniversiteye geçtikten sonra Milli Türk Talebe Birliğinde, 2 müdürlüğü üstlendiğim dönem oldu. Bunlardan bir tanesi işte, Teşkilat ve Kültür Müdürlükleri, ayrı ayrı orada o görevleri üstlendim. Tabi o dönemlerde Milli Türk Talebe Birliği yükseköğrenim gençliği noktasında muhafazakâr kesimi temsil eden en güçlü kuruluştu. Çok aktifti, çok faaldi. Sadece İstanbul değil Türkiye genelinde yaygın bir potansiyeli vardı. Ve bugün gerçekten, devletimizin bir çok kademelerinde emeği geçmiş, o çarktan yetişmiş gelmiş insanlar var. Parlemantoda geçmişten bugüne görev almış, üstlenmiş birçok isimler var. Özellikle de gerek kültür bakanlığı yapmış olan İsmail Kahraman bey, orada bir dönüşümün aslında ismidir adıdır. Onunla beraber Milli Türk Talebe Birliği çok farklı bir dönüşümü yaşamıştır. Ve o süreç o şekilde devam ederek gelmiş. Ve Milli Türk Talebe Birliğinde çalıştığım süreç içerisinde Beyoğlu...
O zamanki Milli Selamet Partisi’nden Beyoğlu ilçe gençlik kolu başkanlığı için bir teklif gelmişti. Bizde muhasebesini, müzakeresini yaptık. Peki dedik. Beyoğlu'nda ilçe gençlik başkanlığına seçildim. Kısa bir süre orada gençlik kolu başkanlığını yaptıktan sonra Partinin İstanbul İl Gençlik Kolları başkanlığı için teklif edildim. Çekişmeli bir kongreden sonra İstanbul Gençlik Kolları Başkanlığına getirildim. Gençlik kolları başkanlığına geldiğim dönemler tabi 80 öncesi dönem. Gerçekten üniversitelerin sıkıntılı olduğu dönem. O zaman tabi terör yoktu ama anarşi vardı. Öğrenci olayları vardı, onların olduğu bir dönemdi. Bize düşen görevde tabi, sorumlusu olduğumuz teşkilatımızı mümkün olduğunca bu olayların içine sokmamaktı ve şiddet eylemlerinden hamdolsun teşkilatımızı hep uzak tuttuk ve bunu başardık. O süre içinde üniversiteye devam edemiyorduk ancak imtihanlara gidiyorduk. Böyle üniverisiteyi devam ettirdik."
Bu süreç içerisinde hem siyasetle uğraştığını hem top oynadığını hem de İETT'de çalıştığını anlatan Erdoğan, şu ifadeleri kullandı:
"İETT'de çalışıyordum aynı zamanda futbol oynuyordum. Siyaset, okul o süreç içinde devam ediyordu ve 12 Eylül hadisesi bizim üniversiteyi bitirmemize katkısı oldu. Böylece gittik, Tuzla'da yedek subay eğitimi aldık. Ondan sonra, kuramızı çektik. Güzel bir kura, yeni evlenmiştim, artık çocuklar olmaya başlamıştı. Kura bilmediğim bir yere çıktı. Hasdal'a diye çıktı. Ben o zaman Hasdal'ın İstanbul'da neresi olduğunu bilmiyordum. Neşelenmedim. Albay 'Oğlum niye neşelenmiyorsun' dedi. 'Hasdal neresi Albayım' dedim. 'Kağıthane'nin üstü' dedi. Kagıthane'nin üstü deyince, o zaman kepi fırlattım.''
Hasdal'ın evlerine yarım saat mesafede olduğunu anlatan Erdoğan, akşam servis aracıyla evine geldiğini sabahta aynı şekilde tekrar oraya gittiğini söyledi.
Bölükte yedek subay olarak göreve başladığını dile getiren Erdoğan, kantin subaylığı yaptığını ve 77. Piyade Alayı'nda bu görevi sürdürdüğüne belirtti.
''O dönemde memleket meselelerine kafa yormak mı istediniz, yoksa o dönemde her genç memleket meselesine kafa yoruyordu. Neden siyaset sorusunun bir cevabı olmalı sizde'' sözleri üzerine Erdoğan, şunları söyledi:
''Neden siyaset derseniz, insan için siyaset. İki ülke için siyaset. Bu soruyu kendinize sorduğunuz zaman orada kendinizi buluyorsunuz zaten. İnsan için siyaset yaptığınız zaman kendiniz için aynı zamanda bu siyaseti yapıyorsunuz. Aileniz için, millet için yapıyorsunuz ve ülke için siyaset dediğimiz zaman da içinde bulunduğunuz bu ülkeye farklı zenginlikler katıyorsunuz veya katacaksınız. Gerek üniversite öncesi gerek üniversite sonrası verilmiş olan bu mücadelede bizler, şimdikiler gibi gökten zembille in parlamentoya gir. Böyle gelmedik bu işe... Siyasi liderlerin şu anda hangisi böyle tabandan kazıya kazıya bir yerlere geliyor.''
Programda daha sonra İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı adaylığı ve başkanlık dönemine ilişkin görüntüler izletildi.
''İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olmaya nasıl karar verdiniz'' sorusu üzerine Erdoğan, ''Aslında bu dönüşüm 1994 değil, 1989.. 1989'da partinin il başkanıyım, aynı zamanda partinin Merkez Karar Yönetim Kurulu üyesiyim. Beyoğlu Belediye Başkanlığı için Beyoğlu'na aday olmak istedim. Rahmetli Hocamıza 'Eğer müsade ederseniz Beyoğlu'ndan aday olmak istiyorum' dedim'' diye konuştu.
''O riskli kararı almak zor değil miydi?'' sorusu üzerine Erdoğan, şunları anlattı:
''Zor tabi. Mesele zoru başarmak değil mi? Her zaman bizim bir iddiamız var. Biz diyoruz ki ticaret risktir, siyaset risktir, yaşam risktir. Eğer siz bu riski göze alamazsanız başarıyı yakalayamazsınız. O zaman Hocama onu söyledim. Dedim ki 'Eğer müsaade ederseniz, Beyoğlu'ndan aday olmak istiyorum:' Biz de bir anlayış var, görev istenmez verilir. Fakat bu konuda bir şeyin ispat edilmesi gerekiyordu. Çünkü Refah Partisi o oranda kalacak parti değildi, daha yükseklere çıkması gerekiyordu. Olabilirdi, bunu başarabilirdi. Bazı tıkandığı noktalar vardı.''
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, tüm vatandaşların yaşam tarzının teminatı olduklarını belirterek, "Herkes istediği yerde, istediği gibi görüyorsunuz eğleniyor, geziyor, tozuyor, yiyor, içiyor. Kimseye böyle bir müdahale AK Partili hiçbir belediyeden veya merkezi yönetimden bugüne kadar olmamıştır. Sormak lazım yani yaşam tarzınıza karışılıyor da ne yapılıyor? Yani giyimine, kuşamına, yemene, içmene neyine karışılıyor? Ben, bunu soruyorum ama bu sorumun cevabını alamıyorum. Sadece bir başlık atmışlar, yaşam tarzımıza karışılıyor. Ne yapılıyor? Kim, nerede, nasıl karıştı? Bunu bir görelim" dedi.
"Bazı radikal değişiklikler sizinle birlikte başlıyor. Hatta tabandan bile eleştiriler alıyorsunuz. Diyorsunuz ki biz bizi bilenlere değil bizi bilmeyenlere mesela meyhanelere, kahvehanelere gidelim onlara da elimizi uzatalım. Belki de bugünün temellerini o zamandan atıyorsunuz" değerlendirmesi üzerine BaşbakanErdoğan, 1989'da Beyoğlu'nda aday olduğunda 1,5 puanlık bir oy farkıyla seçimi kaybettiklerini ancak, partisinin oy oranını 3,7'den yüzde 21'in üzerine çıkardıklarını söyledi.
Bu seçimin hayatında çok büyük bir yeri bulunduğunu ifade eden Erdoğan, şunları söyledi:
"Gece yarısı oylar çalındı, şu oldu, bu oldu gibi birçok şeyler konuşuldu, edildi. Üniversiteden biz 75 kişilik bir ekip aldık. Bunlara sürekli anket yaptırıyoruz. Belli bir yevmiye veriyoruz. Kızlı ve erkekli gruplar. Üniversiteli bu kızlarımıza bazı yerlerde çok hakaret ettiler. Refah Partisi'nin içinde bu tür kızlar nasıl çalışır. Halbuki onlar bizim için anket çalışması yapıyorlar. Çünkü her gün göreceğim diyorum, neyiz, nerede eksiğimiz var. Neyi yapmamız lazım. Bu çalışmalar yapılıyor. Buna rağmen o kızlı ve erkekli anket grubumuz son haftaya kadar yoğun bir çalışma yaptılar. Bu hakaretlere rağmen. Son hafta yanıma geldiler. Dediler ki, 'Başkanım, müsaade ederseniz biz bu hafta sizden ücret falan istemiyoruz. Artık biz Refah Partili olarak çalışacağız.' Öyle bir tempo ve çalışma yaptılar. Tabii benim dünyamda onların özel bir yeri var. O kardeşlerimizin hepsine selamlarımı, sevgilerimi yolluyorum. Çünkü onların emekleri adeta bu işin tohumu oldu."
Geç saatlerde bu seçimin kaybedildiğini öğrendiklerini anlatan Erdoğan, "Avusturya'dan orada çalışan semtimizden bir arkadaşımız, yaşça benden biraz büyük. İsviçre'de çalışan şu anda rahmetli olan Tevfik Aydeniz kardeşim vardı. Seçim için onları davet ettim. Çünkü tehditler falan geliyordu. Çıktılar geldiler. O da o zaman güreşte falan Balkan şampiyonu olan bir kardeşimizdi. Kapıdan çıktım, karşıya geçmiş bir yarımlık almış, Yeni Rakı, orada onu içiyor. İçerken ne diyor biliyor musun, 'Başkanım sen ağlama, ben ağlıyorum' diyor. 'Ama biz oraya çıkacağız' diyor. Seksen dokuz. 94'ün sinyalini veriyor. 'Biz oraya çıkacağız' diyor. Ve 94'te biz İstanbul'u alıyoruz. Bunun adı inanmaktır. Ve o kişi daha sonra rakıyı falan da bıraktı ve bize yol arkadaşı oldu. Sonra Beyoğlu'nu da aldık. İstanbul'u da aldık. Bu yola öyle devam ettik" diye konuştu.
O dönemde Refah Partisi'nin İstanbul'da seçimi kazanma ihtimalinin düşük görüldüğünü belirten Başbakan Erdoğan, ilk defa kadın hareketinin o seçimlerde İstanbul'da yer tuttuğunu anlattı. Erdoğan, "Ankara'da Melih bey, İstanbul'da biz. Bu iki yer çok önemliydi" diye konuştu.
Erdoğan, şöyle devam etti:
"Zaten siz bu iki yeri aldığınız anda Türkiye'de iş bitti. Hemen arkasından milletvekilleri seçimleri gelecek ve milletvekilleri seçimlerini de bu iki seçim ciddi oranda belirliyor ve Türkiye'de o zaman Refah Partisi'ni birinci parti konumuna çıkardı. Ankara, İstanbul diyerek geçme, Türkiye'nin özeti buralar. Öyle bir çalışma ki kadınlar 40 gramlık kahve yaptılar. Teşkilatımızın hazırlayıp kadın kollarına verdiği bu kahveleri ev ev dolaşarak dağıttılar. Söyledikleri söz çok enteresandı, 'Bir fincan kahvenin 40 yıl hatırı var ya. Burada da 40 gram kahve var, 40 yıl hatır istiyoruz sizden. Refah Partisi ile barışa, sevgiye, birliğe... Böyle konuştular, böyle çalıştılar. O görülen 'Tamam inşallah' yazılı afiş var ya. O son gece İstanbul'da asılan 500 bin afişten biridir. Yani çalıştık, son geceye geldik, artık iş bitti. Tamam inşallah. Erkin Koray'ın Fessupanallah şarkısı..."
Belediye başkanı seçildiğini nasıl öğrendiğinin, yanında kimin bulunduğunun ve ilk kimin tebrik ettiğinin sorulması üzerine Erdoğan, İstanbul'un dertli bir şehir olduğunu belirterek, şunları söyledi:
"Çöp İstanbul'un en büyük derdiydi. Kirli hava İstanbul'un en büyük derdiydi. Susuzluk almış başını gidiyor en büyük dert. Bütün bu dertlerden çıkış. İktidarda İstanbul'da CHP iktidarı var. CHP iktidarı çöpü getirdi, kirliliği getirdi, susuzluğu getirdi. Biz ne dediysek bunu anında bitireceğiz hedefimiz bu. İşe başladığımız andan itibaren, 2,5 milyar dolar borçla devralmışız, bir defa 180 kilometre uzaklıktan Trakya'dan İstanbul'a dağları delerek su getirdik. O zaman İSKİ Genel Müdürüm şimdiki Orman ve Su İşleri Bakanımız Veysel Eroğlu idi. Aynı şekilde fen işleriyle alakalı olarak geçen dönem milletvekilimiz olan Prof. Dr. Adem Baştürk bey. Genel sekreter yardımcısı olarak görev yapıyordu. Onlarla daha önce yaptığımız çalışmalar vardı. Hazırlıklarımızı biz seçim öncesi çoktan yaptık. Şimdi Siyaset Akademisi diyoruz ya, o zaman da biz Yerel Siyaset Akademisi diye bir akademi kurmuştuk İstanbul'da. İl başkanıyım, o akademiyi kurduk. Buradan hem ilçelere hem ile hem belediye başkan adaylarını hem meclis üyelerini yetiştiriyoruz. Konusuna hakim, ne yapacağını biliyor, İstanbul'u görüyor. İstanbul'un röntgenini çekmiş. Nerede ne var. Bu eksiklikleri nasıl gidereceğiz. Bunların hepsi belirlendi, tespit edildi, adımlar atıldı ve hamdolsun o seçimlerden de onların ummadığı bir şekilde neticeyi de...
Bir şey çok önemli, sayımlar yapılıyor, biz televizyonlar daha neticeyi açıklamadan bütün teşkilatlarda online sistemi kurmuşuz. Sandıklarda neticeler alınıyor, resmi tutanak hemen ilçeye, ilçeden merkeze geliyor, orada toplanıyor. Biz neticeyi aldık, gayet eminiz kendimizden. O zamanki Sabah Gazetesi'nin bir temsilcisi geldi. Benimle röportaj yapmak istiyor. 'Geçmiş olsun seçimi kaybettiniz' dedi. 'Yok seçimi kazandık' dedim. Gayet rahat bir şekilde. 'Şu anda Anavatan İl Merkezi'nde kutlamalar var' dedi. 'Yarın sabah tekrar ziyaretine gidersiniz' dedim. Biz Allah'a hamdolsun o akşam aldığımız neticeyle seçimi kazandığımızı gördük."
"İstanbul'da seçildiğiniz zaman yaşam tarzına müdahale konuşuldu. Halen bu korkunun devam ettiği de düşünülüyor. Yaşam tarzımıza müdahale edilecek duygusu yoğundu. Buna dair neler anlatırsınız bize o dönemden" sorusu üzerine Erdoğan, geçmişte yazılı ve görsel medyada, günümüzde ise bunların yanı sıra sosyal medyada hala yaşam tarzına karışıldığı iddiasının yer aldığını belirtti.
Erdoğan, "Sormak lazım yani yaşam tarzınıza karışılıyor da ne yapılıyor? Yani giyimine, kuşamına, yemene, içmene neyine karışılıyor? Ben bunu soruyorum ama bu sorumun cevabını alamıyorum. Sadece bir başlık atmışlar. Yaşam tarzımıza karışılıyor. Ne yapılıyor? Kim, nerede, nasıl karıştı? Bunu bir görelim ya" diye konuştu.
Bunu anlamakta zorluk çektiğini belirten Erdoğan, "Anlatmakta da herhalde artık gücümüz yetmiyor. Çünkü ülkemde biz bunların hepsinin teminatı olduk bugüne kadar, güvencesi olduk. Herkes istediği yerde istediği gibi görüyorsunuz eğleniyor, geziyor, tozuyor, yiyor, içiyor. Kimseye böyle bir müdahale AK Partili hiçbir belediyeden veya merkezi yönetimden bugüne kadar olmamıştır" dedi.
Kendilerine müdahale olduğunun ifade edilmesi üzerine Erdoğan, kendilerine ve ailelerine müdahale olduğunu belirtti. Erdoğan, şöyle devam etti:
"Başörtülü kızlarımızın bu ülkede eğitim öğretim hakkı ellerinden alındı. Bundan daha büyük müdahale olur mu? İmam hatiptekini söylüyorum, 'Siz ölü yıkayıcısı olacaksınız.' Bundan daha büyük müdahale olur mu? Biz bu müdahalelerin içinde ezile ezile geldik, ama inandık ve bugünlere geldik. Halkımız eğer bizi kucaklıyorsa, onlar dışlanmamanın olmadığını onlar görüyor. Yaşam tarzımıza karışıldı mı, karışılmadı mı? Bunu görmedikleri için kalkıp AK Parti'ye yüzde 50 oy veriyor. Diğerlerine oy verilmiyorsa, diğerleri ifadesini kullandığımızdan dolayı da rahatsız oluyorlar. Tabii ki sen bir zihniyet ortaya koyuyorsun, bir diğeri bir zihniyet ortaya koyuyor ama halkım sizde toplanmıyor niye, siz kucaklayamıyorsunuz. Ya bir etnik unsurun temsilcisi oldunuz ya bir bölgenin temsilcisi oldunuz. Biz ise Türkiye'nin 81 vilayetinin temsilcisi olduk, farkımız bu."
Belgeselde Başbakan Erdoğan'ın cezaevi günlerinin anlatıldığı bir klip de gösterildi. Klipte Erdoğan'ın 1997'de Siirtt'te düzenlenen mitingde yaptığı konuşma ve okuduğu şiir nedeniyle 10 ay hapis cezasına çarptırıldığı anımsatıldı.
Klipte, 12 Eylül öncesinde, Erdoğan'ın, Milli Selamet Partisi Gençlik Kolları üyesi bir grupla birlikte öldürülen iki arkadaşlarının cenaze töreninde, gruptaki bazı kişilerin slogan atıp yürüyüşe geçmesi nedeniyle polis müdahalesi sonucu gözaltına alınıp, sıkı yönetim komutanlığına teslim edildiği ve Fatih'te başlayan yürüyüşün önce Metris, daha sonra da Selimiye Askeri Kışlası'nda son bulduğu belirtildi.
Erdoğan'ın, aradan yıllar geçtikten sonra okuduğu şiir zararlı görüldüğü için düşünce suçlusu sayılıp cezaevine gönderilerek yıllarca uğruna mücadele ettiği Büyükşehir Belediye Başkanlığının elinden alındığı, gece gündüz demeden hizmet ettiği İstanbulundan ayrı bırakıldığı kaydedilen klipte, Erdoğan cezaevine giderken düzenlenen etkinlikte sahne alan Ahmet Kaya'nın "Şarkı söyleyenlerin ve şiir okuyan insanların tutuklanmadığı, tutuklanmayacağı cumhuriyetlerde bir daha görüşmek üzere diyorum" sözleri yer aldı.
Erdoğan, Ahmet Kaya'nın sözlerini alkışladı.
Klibin ardından Erdoğan, "Kazlıçeşme. Ahmet Kaya kardeşimiz o gün seve seve oraya geldi ve hakikaten coşku içinde hem sanatını icra ederken mesajları da en güzel şekilde verdi" dedi.
Bu veda töreninde Ahmet Kaya'yı dinlediklerini ifade eden Erdoğan, "Biliyorsunuz hani bugün onları savunduklarını söyleyenler ona çok şeyler yaptılar. Otelin arka kapılarından kaçırdılar Ahmet Kaya'yı. Sanatı, sanatçıyı sevdiklerini söyleyenler, bugün değişik yerlerde meydanlarda bu şekilde nutuk atanlar, o gün onun karşısına dikilenlerdi. Bunları hep yaşadık. Fakat ben ne zaman kendisini nereye davet ettiysem geldi ve o veda gününde de az önceki o tablonun içinde yerini aldı. Ben kendisine rahmet diliyorum" diye konuştu.
Kendisini cezaevine uğurlayan kalabalığın coşkusuna dair duygularının ve cezaevi günlerinin sorulması üzerine Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Birşeyi özellikle söyleyeceğim. Ben aslında o gün çok farklı şeyler yaşadım. Beyoğlu seçimlerinde benimle beraber olan, İsviçre'den gel dediğimde çıkıp gelen Tevfik Aydeniz kardeşim o gün vefat etti. Fatih Camisi'nde onun cuma namazı ile cenaze namazını kıldık. Onu kabre uğurladık. Beni de bütün sevenlerimiz Pınarhisar'a beraberce uğurladılar. Kabir ve Pınarhisar Cezaevi. Yol arkadaşlığı, bu çok önemli. Pınarhisar'da binlerce sevenimiz hep beraberdik. Orada duygulu anlar yaşandı. Fakat bütün Pınarhisar süreci benim dolu dolu geçti. Hayret ediyordum her gün bakıyorum 100'ün altına düşmüyor ziyaretçi. Ziyarete geliyorlar, kendileriyle kısa kısa görüşmeler yapıp uğurluyoruz. Ama bu arada da yoğun bir şekilde bana mektuplar geliyordu. Yaklaşık 10 bine yakın mektup. Gündüz gelenlerle görüşüyorum, gece sabah namazına kadar sürekli onlara cevap yazıyorum."
Programda Başbakan Erdoğan'a cezaevinde gelen mektuplarla ilgili hazırlanan klibe de yer verildi.
"Bu mektuplar size rehberlik yaptı mı, daha da hırslandırdı mı sizi?" sorusu üzerine Erdoğan, kendisini bir görev, bir sorumluluk yüklendiğini ve bir de haksızlığın karşısında olduğunu söyledi. Erdoğan, "Bu mektuplar içinde neler var neler. Ne duygular var. İşte ifade edildiği gibi geleceğin tespitini bile yapabiliyorlar. Ben de kendilerine hiç usanmadan bıkmadan mektuplar yazdım, cevaplar yazdım. Hiç usanmadan" dedi.
Cezaevini Medrese-i Yusufiye olarak niteleyen ve burada geçmişin muhasebesini yapma imkânı bulduğunu aktaran Başbakan Erdoğan, şunları anlattı:
"Yanımdaki odada da benimkine koğuş demeyelim o kadar büyük değildi. İçinde tuvaleti banyosu olan... Yan tarafımda da yine aynı şekilde. Bir de malum maltamız var orada voltamızı atıyoruz fırsat buldukça. Bizim oda belediye başkanı olmam hasebiyle sadece yanımıza bir kişi verdiler. Onunla beraber o süreyi doldurduk. Yanımızdaki odada da bugün terör örgütüne mensup kişiler var dendi. Ben birgün savcı beye dedim ki 'Müsaade ederseniz ben bu arkadaşlarla tanışmak istiyorum' dedim. 'Sayın başkan böyle bir şey yapmayalım. Doğru olmayabilir' dediler. 'Ne olacak belki bir vesile olur' dedim. Bize müsaade ettiler. Birgün girdik kendileriyle tanıştık. Zaten 9 kişi falan kalıyorlar. Bir muhabbetimiz oldu. Yanlarında yataklık etmek suçundan bulunan Kürt vatandaşımız vardı. Onlarla da orada bir sohbetimiz oldu. Tabii onlar, bizim onlara karşı verdiğimiz mesajlar karşısında çok duyguluydular. Bu süreç içinde attığımız adımlarla çıktığımız andan itibaren biz bir şeyin sorumluluğunu üslendik ve dedik ki biz o adımı atacağız ama ne yapacağız? Dedik ki Türkiye'de siyasette bir boşluk var mı, yok mu? Bir boşluk varsa bu adımı atmamız lazım. Türkiye'de şu anda bir siyasi partinin kurulması isteniyor mu? İsteniyorsa bu siyasi partinin 81 vilayette kimler tarafından kurulması lazım. Bunun merkez kurucuları kimlerdir."
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'e ilişkin, "Geçmişten devraldığımız o birlikteliğimizi bir kardeşlik hukuku içerisinde aynen geleceğe taşıdık ve bu süreç içerisinde makam, mevki filan, bunların hiçbirisi bizim bu kardeşliğimizi gölgelemedi, aramıza böyle bir sıkıntı sokamadı" dedi.
Erdoğan, "Siz cezaevindeyken dışarıda da bir grup diyor ki 'Artık siyasi hayatı bitti, muhtar bile olamaz', dışarıda bunlar konuşuluyor. Umudunuzu kestiğiniz oldu mu?" sorusu üzerine, umudunu kesmediğini, inandığını söyledi.
"Biz bir şeye inanmıştık, o da Allah'ın rahmetinden ümidimizi kesmeyiz" diyen Erdoğan, şöyle konuştu;
"Bununla yürüdük ve bununla yürüdüğümüz içindir ki zaten yaptığımız kamuoyu araştırmasında 42 bin denek üzerinde biz kamuoyu araştırması yaptırdık, böyle bir şey yoktur. 81 vilayette, bilimsel. Eksikler neler, kimler olması lazım. Bütün bunları inceledik. Ve şu andaki yol arkadaşlarımın ciddi bir kısmı da o süreçte beraber oldular, beraber yürüdük, çalıştık ve dikkat edin, bu demokrasi hayatında Türkiye'de yaşanmamıştır, ilk girdiğimiz seçimde bu kadar darbe üzerine darbe, tokat üzerine tokat, böyle gelen bir yapıda 34,4 ile biz parlamentonun, barajı aşamayan partiler sebebiyle de CHP ile yüzde 63'ünü aldık milletvekillerinin. İki parti parlamentoda grup kurdu, yüzde 63'ünü aldık. O günden bugüne de sürekli yükselen bir trendimiz var. Tabii o yol haritamızın bize getirdiği zenginlikler var. Ve çalışan bir ekip. Bu çalışan ekip de hazırlamış olduğu bu planıyla beraber geleceği gayet güzel bir şekilde öre öre gerek yerelde gerek genelde yolumuza devam ediyoruz."
"Mektuplarda da gördük, o dönemde cezaevindeyken 'Muhtar bile olamaz' diyorlardı ama Diyarbakır'dan bir vatandaşımız 'Geleceğin başbakanı' diyor" şeklindeki hatırlatma üzerine Erdoğan, "Muhtar bile diyemez diyenler şu anda da var, o başlığı atanlar da var. Onlar hala yazılı ve görsel medyada şu anda yazıyorlar, çiziyorlar. Ama bir şeyleri var, utanmıyorlar. Bu başlığı siz attınız ve şu anda o hani medya, amiral filan falan laflarını kendilerine yakıştıranlar var ya işte bu başlıkları siz atmıştınız" diye konuştu.
Erdoğan, cezaevinde saz çalıp çalmadığının sorulması üzerine, enstrüman çalma noktasında böyle bir çalışması olmadığını ifade etti. Erdoğan, "Ama kulağım iyidir, kulağımın iyi olması hasebiyle de dinlerim ve söylerim. Bu noktada şarkı, türküde iyiydim" dedi.
Cezaevinde sürekli söylediği türkü olup olmadığının sorulması üzerine de Başbakan Erdoğan, "Ne yapacaksın, tabii söyleyeceksin. Şarkı söyleyeceksin, türkü söyleyeceksin. Yani birçok orada yanımdaki arkadaşımla beraber günlerimizi böyle zenginleştirdik" ifadesini kullandı.
Erdoğan, soru üzerine, "Zaman olur tabii efkâr da olur da ama geneli itibarıyla duygu dolu sanatçılarımızın, gerek Türk sanat musikisinde olsun, özellikle Anadolu, türkülerde olsun, tabii dini musikide olsun tabi bütün bunların hepsini orada şöyle birlikte bir meşk ederek devam ettiriyorduk ama sadece enstrümanlarımız yoktu" diye konuştu.
Başbakan Erdoğan, cezaevinde en çok söylediği türkülerin sorulması üzerine de "Özellikle Yemen Türküsü falan çok gündemdeydi. O günlerde özellikle Ada bizim için gündemdeydi. 'Yine bu yıl ada sensiz içime hiç sinmedi' falan, bunlar söylediğimiz şarkılardı. Yemen Türküsü hakeza öyle. Bunları orada terennüm ederdik, söylerdik" dedi.
"Cezaevinde gelen mektuplar arasında kendisini çok etkileyen bir cümlenin ve cüzdanında sakladığı bir mektubun olup olmadığına" yönelik soruyu Başbakan Erdoğan, "Belli bir müddet bunları saklarsınız, sakladıktan sonra da arşive kaldırırsınız tabii. Şu anda onlar yok ama az önce o Diyarbakırlının söylediği o zaten işaret fişeğiydi" şeklinde cevapladı.
Başbakan Erdoğan, “AK Parti kapatılsaydı, bir B planınınız var mıydı?” sorusunu yanıtlarken, şunları kaydetti:
"B planı ne olur? Yenisini kurmak olur. Çünkü bizim ülkemizde nice partiler kapatıldı, nice partiler açıldı. Parti kapatmak çözüm değildir. Bunu başından beri biz hep söyledik. Eğer birey suç işliyorsa bireyi cezalandırın. Gerçek kişi. Ama tüzel kişi suç işlemez, tüzel kişiye ceza vermenin de bir anlamı olmaz. Biz hep bunu savuna savuna geldik, bugün de aynı şeyi savunuyoruz. Biz AK Parti olarak tüzel kişiliklerin kapatılmasına karşıyız."
Programda, Acun Ilıcalı'nın videosu da izletildi. Ilıcalı, şu ifadeleri kullandı:
"Yurtdışında benim en gurur duyduğum olay, bundan yaklaşık iki yıl önce Yunanistan'daki krizin yeni başladığı bir dönemdi. Yunanistan'da taksiye bindim, o zaman 'Nereden geliyorsunuz" dedikleri zaman 'Türkiye'den geliyoruz' dedik. 'Erdogan, Erdogan' dedi taksici, 'Evet' dedim, 'Bizim Başbakanımız.' Hiç unutmuyorum ve şu anda gururla söylüyorum, döndü bize 'Buradan adaylığını koysa seçilir' dedi. Ben tabii ki küçüklüğümde Türkiye'nin çok dünyadaki sorunlarını bilen birisi olarak bugün bu noktaya gelmiş olmamız, Başbakanımızın bir Yunanlı tarafından böyle takdir edilmesi benim için her zaman gurur kaydağı oldu."
Başbakan Erdoğan, "Bir dünya lideri olacağınız aklınıza gelir miydi, nasıl bir duygu?" sorusunu yanıtlarken, şunları kaydetti:
"Şu anda tabii bizim kendimizle alakalı bu tür şeyleri kullanmamız doğru olmaz. Bizim söylememiz gereken şu, biz birinci derecede mazlumların sevgilisi olabiliyor muyuz, mağdurların sevgilisi olabiliyor muyuz? Sadece Tayyip Erdoğan olarak değil, Türk milleti olarak olabiliyor muyuz? Bizim derdimiz bu. Önce tabii kendi milletimizin, halkımızın sevgilisi olmak ve hem aynı değerler silsilesi içerisinde dünyadaki bütün o mazlumların, mağdurların, nerede olursa olsun, hangi dinden, hangi dilden, hangi inançtan olursa olsun, onların da sevgilisi olabilmek. Onun için de biz tabii Türkiye olarak göreve geldiğimizde böyle dünyanın her yerine uzanan bir Türkiye yoktu. Ama şimdi dünyanın her yerine uzanan bir Türkiye var. Yani milyarlarca doları dünyanın değişik kıtalarına, oradaki fakir fukara, garip gureba, bunları arayıp bulan, onlara da dağıtabilen götürebilen, herşeyiyle, hastanesiyle, okuluyla ama herşeyiyle götürebilen bir Türkiye var. Neyle bunu yapıyoruz? İşte TİKA denilen kuruluşumuzla bu adımarı atıyoruz. Bunlar böyle rastgele olmadı. Bunlar bir aşkın, bir heyecanın, bir gayretin, bir programın, bir projenin neticesi olarak gerçekleşti.
Tabii Acun'un az önce söylediği şey çok haklı, çünkü Yunanistan'daki yapıyı az çok artık biliyorum ve tabii Yunanistan bizimle komşu. Komşu aşağıya komşu yukarı. Böyle bir durum var. Onlar bizi iyi tanır, biz onları iyi tanırız. Böyle bir yapı da var. Dolayısıyla bu süreç içinde de tabii yaşadıkları o sıkıntılar, Türkiye'ye hayranlıklarını ciddi manada artırmıştır ve bu dünyanın değişik yönlerinde, başta Ortadoğu olmak üzere, yani Suriye idi, Mısır idi, buralardaki gelişmeler, Filistin idi, buradaki gelişmeler, Myanmar'daki gelişmeler, Somali'deki gelişmeler, biz buralara nasıl elimizi uzatmayız? Bizim bugün yaptığımız bir iş değil, ecdadımız bizim bunları yapmış, dedelerimiz bizim bunları yapmış, Endonezya, Açe'ye kadar gitmiş bizim ecdadımız."
Programda, videosu gösterilen Kenan İmirzalioğlu da Başbakan Erdoğan ile anısını şöyle anlattı:
"Başbakana taziye için bir telefon açmıştım, Başbakanımızın teyzesi rahmetli olduktan sonra. Aradan birkaç gün geçti, Başbakanlıktan aranıyorsunuz diye bir not geldi bana. Daha sonra Başbakanımız telefondaydı ve bana teşekkür ediyordu taziyede bulunduğum için. 4-5 dakika sohbet ettik, ailemden konuştu, Ankaralı olduğumu biliyordu, Bala'dan, benim memleketten konuştuk. Telefonu kapattıktan sonra, tabii kendisine çok teşekkür ettim, bir durup düşündüm açıkçası. Çünkü dizilerde çalışırken gerçekten çok yoğun oluyoruz ve eşimize, dostumuza, ailemize, 'Çok yoğunuz, çok çalışıyoruz, o yüzden dönemiyoruz sizlere' gibi durumlarımız oluyor sitemler karşısında. Açıkçası Türkiye Cumhuriyeti'nin Başbakanı bana dönüş yaptıysa ki herhalde binlerce kişi aramıştır. Bir durup düşündüm, bir utandım, oradan kendime bir ders çıkardım."
Başbakan Erdoğan, bunun üzerine, "Uzak değil, Ankara Bala" diye konuştu.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de video görüntülerinde şunları kaydetti:
"Önce Beyaz TV'yi tebrik ediyorum, böyle bir programı yaptıkları ve gerçekleştirdikleri için. Tabii hepiniz, herkes biliyor ki Tayyip Bey ile bizim arkadaşlığımız, kardeşliğimiz çok eski yıllara gider. Eski yıllar dediğim de gençliğimizin ilk yıllarıdır. Yani benim üniversiteye ilk gidişimdir, Tayyip Bey de o zaman İmam Hatip Lisesinin tam son sınıftaydı, bitirmek üzereydi. Bu 1970'lerin başıdır. O günden bugüne baktığımızda 40 yılı geçen bir arkadaşlığımız ve kardeşliğimiz var tabii ki. Bu süre içerisinde çok tabii olaylar oldu. Bu 40 yıla yakın arkadaşlık bir mahalle arkadaşlığı değil. Bu arkadaşlık vatan ve millet sevgisi uğrunda bir dava arkadaşlığı. Onun için tabii ki çok anlamlı ve çok manalı bir arkadaşlık. Ve Allah tabii nasip etti, memlekitimize, milletimize gerçekten hizmet yolunda da bizlere çok onurlu hep görevler düştü.
Öğrencilik yıllarımızdaki mücadelelerimiz, faaliyetlerimiz artık çok tabii onlar unutuldu. Ama şu bir gerçek ki gerek Refah Partisi'nin gerek Fazilet Partisi'nin benim milletvekili olarak, Tayyip Bey'in İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olarak hep yaptıkları hep çok dikkat çekti ama esas AK Parti'yi kurmamız ve AK Parti'yi iktidara taşımamız hiç unutulmayacak tabii ki olaydır. Ve Türkiye'nin belki de son 15 yılındaki siyasi tarih, bu siyasi tarihi, Türkiye'nin tarihini beraber yaptık ve Türkiye'nin tarihini adeta beraber yazdık. Onun için sadece bir olayı anlatın deseniz, doğrusu işin içinden çıkamam açıkçası. O kadar çok heyecanlar yaşadık, o kadar çok önemli kararlar verdik, o kadar çok cesur gerçekten hep adımlar attık ki bunların hangisi aklınızda deseniz, doğrusu burada çok zorlanırım, hepsi birbirinden gerçekten çok değerli, çok kıymetli. Ama tabii ki bu büyük başarıların altında AK Parti'yi kurmamız, onun hazırlıklarını en iyi şekilde yapmamız, sonra milletin huzuruna çıkmamız oldu."
İlk büyük heyecanları hep beraber yaşadıklarını ve ilk gittikleri yerin Kayseri olduğunu dile getiren Gül, şöyle devam etti:
"Kayseri'de çok büyük bir mitingle, büyük bir coşkuyla başladık ve o adım adım bütün Türkiye'ye yayıldı. Bütün illere gidildi, aldığımız büyük cesaretle ve sonunda 2002 seçimlerinde iktidar tabii nasip oldu. Tabii o da sancılı bir süreçti. Tayyip Bey'in adaylığının engellenmesi, daha sonraki geçiş süreçlerimiz, bunları hepberaber yaşadık doğrusu. Şimdi bunlar hep hatıra oldu ama hepsi çok önemliydi. Tabii ilk hükümeti o zaman kurduğumuzda, Türkiye çok zor şartlar altındaydı. Bir taraftan Irak savaşı, bir taraftan ekonominin içinde buluduğu durum, Kıbrıs ile ilgili çok önemli kararlar, bunların hepsi doğrusu hepberaber çok istişare ettiğimiz büyük olaylardır. Daha sonra 'Başbakan ol' dediğimde o 'Niye acele ediyoruz' dedi, bunu hemen söylemek isterim. Ben de yok 'Bu işler uzarsa iyi olmaz' dedim ve o şekilde bir geçiş yaptık."
Daha sonra çok köklü reformlara imza attıklarını, Türkiye'de çok yapısal değişiklikler gerçekleştiğini vurgulayan Gül, "Çok büyük başarılar oldu. Türkiye'nin ışığı sadece kendisini değil bütün çevreyi aydınlatmaya başladı ve herkes artık Türkiye'nin itibarını konuşmaya başladı. Bunların hepsi çok köklü reformlar, çok köklü yapısal değişiklikler çok köklü çalışmalarla oldu. Gerek demokratik hayatımızda, hukuk hayatımızda gerekse ekonomik hayatımızda bunlar doğrusu dediğim gibi Türk tarihinin bir kesiti olarak ileride muhakkak hep anılacaktır, çok daha iyi değerlendirilecektir" dedi.
Bütün bu süreç içerisinde ortak, müşterek, istişareleri ve kararlarının hepsinin birbirinden önemli olduğuna işaret eden Gül, şöyle devam etti:
"Daha sonra benim Cumhurbaşkanı oluşum ve bu süre içerisinde Tayyip Bey'in Başbakan, benim Cumhurbaşkanı olarak, yine devletin önemli meselelerini Türk milletinin bize verdiği büyük sorumluluğu yerine getirmek için olağanüstü çalışmalarımız, bunların hepsi birbirinden tabii çok değerli hatıralardır.
Ailelerimiz de tabii ki hep birbirinin dostudur. Benim çocuklarım onun çocukları gibi, onun çocukları benim çocuklarım gibidir doğrusu. Hepimiz birbirimizi çok severiz. İnşallah daha çok bu millete hizmet etme imkanı olacaktır. Şüphesiz ki önce Allahım sağlık, sıhhat, afiyet versin hepimize. Doğrusu kendisi çok kararlı ve cesur bir kişiliğe sahip. İnsanlarla çok sıcak ilişkiler kurar. Onun için zaten insanlar etrafında toplanabilmiştir. Ama aynı zamanda yeri geldiğinde çok yufka yüreklidir. Onu da söylemek isterim. Allah herkese ayrı bir fıtrat vermiştir. Tayyip Bey'e de tekrar sağlık, sıhhat, afiyet, hepimize doğrusu bunu diliyorum. Muhakkak ki daha milletimize hizmetleri çok olacaktır."
Başbakan Erdoğan da Cumhurbaşkanı Gül ile unutamadıkları anılarının sorulması üzerine şunları kaydetti:
"Aslında Cumhurbaşkanımız hepsini en güzel şekliyle özetledi. Unutamadığımız diyebileceğimiz en önemli şey tabii ki AK Parti'nin kuruluşu olayı. Bu kuruluş süreci içerisinde biz hiçbir zaman tereddüte düşmedik, şüpheye düşmedik. Ama o kuruluş hareketini yapan arkadaşlar olarak birbirimize hakikaten inandık, güvendik. Ve geçmişten devraldığımız o birlikteliğimizi bir kardeşlik hukuku içerisinde aynen geleceğe taşıdık ve bu süreç içerisinde makam, mevki filan, bunların hiçbirisi bizim bu kardeşliğimizi gölgelemedi, aramıza böyle bir sıkıntı sokamadı. Hatırlayın, yine yazılı, görsel medyalar neler yazdılar. Bizimle ilgili yazdılar, eşlerimizle ilgili yazdılar. Halbuki Abdullah Bey'in de ifade ettiği gibi, bizim eşlerimiz birbirleriyle hukukları çok çok farklıdır, çocuklarımız yine aynı şekilde. Böyle bir sıkıntı hamdolsun hiçbir zaman aramızda yaşanmadı, olmadı. Zaten bunu yakalayamadıkları için de kahroluyorlar tabii. Ama biz aynı şekilde, inandığımız bu doğru yolda, kardeşlik hukuku içerisinde milletimize hizmet yolunda bir dava aşkı, inancıyla bu yola devam ediyoruz. Ben de Sayın Cumhurbaşkanımıza milletimin huzurunda şükranlarımı özellikle ifade etmek istiyorum."
Başbakan Erdoğan'ın "yol arkadaşlarının" da (bakanlar, milletvekilleri) görüntülerinin bulunduğu "Uzun İnce Bir Yoldayım" türküsünün yer aldığı videonun gösterilmesinin ardından Erdoğan, videoda yer alan arkadaşları için "Rollerini gayet iyi oynamışlar" görüşünü dile getirdi.
Erdoğan, "Yola çıkarken de hep 'uzun ince bir yoldayız gidiyoruz gündüz gece, gideceğiz gündüz gece' dedik. 'Durmak yok, yola devam' dedik ve hiç ara vermeden yola aynen, bizler de böyle devam ettik, devam ediyoruz, inşallah devam edeceğiz" diye konuştu.
Sunucu Ertem Şener, Erdoğan'dan bir şiir okumasını rica etti. Erdoğan da bunun üzerine "Beraber yürüdük biz bu yollarda, beraber ıslandık yağan yağmurda, şimdi dinlediğim tüm şarkılarda bana her şey milletimi hatırlatıyor" dizelerini okudu.
Programın sonunda Beyaz TV'ye teşekkür edenErdoğan, "Bizi geçmişle buluşturdular ve hakikaten Usta'nın Hikayesi gerçek bir hikayeye dönüştü, şükranlarımı özellikle ifade ediyorum" dedi.
© Tüm hakları saklıdır.