Yaşam

Emin Abi'nin bodrum katı

"Sıvası dökülmüş duvarda, Mesut Cemil Bey'in eski usul çerçevelenmiş portresi asılı. Yanında, derisi çatlamış bir çift kırmızı boks eldiveni. İhtimal, 70'lerdeki bir müsabakadan kalma"

21 Nisan 2013 15:38

Çiğdem Toker

(Akşam - 21 Nisan 2013)

 

Emin Abi'nin bodrum katı

 

Sıvası dökülmüş duvarda, Mesut Cemil Bey'in eski usul çerçevelenmiş portresi asılı. Yanında, derisi çatlamış bir çift kırmızı boks eldiveni. İhtimal, 70'lerdeki bir müsabakadan kalma.  

O eve her gidişimde, kederi "komalarda" (*) damıtmış bir adamın, tanımadığı insanların gözünü kan çanağına çevirmiş olduğu fikri içimi ürpertiyor. Nasıl ürpertmesin. Henüz ondokuz yaşındayım. Dile gelmemiş kelimelerin, -spor adıyla rafine edilse de- kuytulardaki şiddeti büyüttüğünü öğrenmeme çok var...

Emin Abi'nin bodrum katında, pazar öğleden sonraları herkes birbirini ağırlıyor. Sobanın üzerinden inmeyen çivit mavisi emaye çaydanlıksa, evin alamet-i farikası. Kapının zilini çalan her öğrencinin, en çok yarım saat içinde ev sahiplerinden birine dönüşmesi yazısız kaide.

Son gelen, kendinden sonrakine kapıyı açar; tanıdığı ya da tanımadığı konuğu içeriye buyur eder, uygun bir yer gösterir. Astsubay, üniversiteli, bankacı, ev hanımı... Salonda sırasını bekleyen birbirine benzemez öğrenci topluluğundan çevrilen yadırgayıcı nazarlar uzun sürmez, son giren de birkaç dakikada meclisin doğal parçasına dönüşür. 

 

Mecalsiz nota sehpası

 

Ud, tambur, yahut kemençe. Emin Abi dersleri evin en dipteki odasında veriyor. O küçük oda, bodrum katının nispeten bol güneş alan tek köşesi. Mecalsiz bir nota sehpasına, iğreti tutturulmuş bir kağıdın üzerinden "geçiliyor"  günün dersi.

Boksörlük yıllarından kalan bir iz midir hiç soramadım: Emin Abi, sert sessiz harfleri ancak bir-iki saniye geçtikten sonra anlaşılabilen, tuhaf bir döngüyle, ezerek telaffuz ediyor.  Diyor ki bir gün dersin ortasında:

- Bu kadar kabiliyet sana zarar.

Şaşırıyorum:

-Neden?

- Okumadan geçiyorsun.

Off. "Büyük mücennep", "tanini"leri ezberlemekten yorgun düştüğüm o saniye porteyi izliyor gibi yapıp kulaktan çaldığımı yine anlamış. Susuyorum.

Sözlerinin etkisini ölçmek istercesine gözlerini dikmiş bakıyor. Çok sıkıldığımı söyleyemiyorum. Onunsa siniri yükseliyor:

- Sende hırs eksik. Böyle giderse şu kız geçecek seni.

- N'apayım diyorum.

 

'Keşke' semaisi

 

O gün son oluyor. Bir daha da gitmiyorum o bodrum katına. Bambaşka bir yol tutup ilerlediğim yıllar boyu, aklımdan hiç çıkmasa da gitmiyorum. Arada niyetlensem de seçtiğim mesleğin zamanla ilişkisi, her seferinde durduruyor beni. Biliyorum ki, bir kez uğrasam, meşkin manasını idrak ettiğim o mecliste nüksedecek pişmanlığın sonuçlarını göğüslemem zordur. 

Yıllar sonra, temmuz güneşinin kavurduğu bir öğle sonrası aklıma düşüyor. Sesini duyma isteğiyle telefonunu tuşluyorum. O zaman 1'le başlıyordu, şimdi 3 getirmem gerekiyor. Nefesimi tutup heyecanla bekliyorum. Alooo. Yorgun bir kadın sesi. "Emin Abi'yle..." Kıvrandıran bir sessizlik uzuyor. "Emin'i kaybettik ya, ben annesiyim" diyor.  Kırık dökük bir başsağlığından sonra, "Ne zaman?" diye soruyorum bir önemi varmışcasına. Varmış meğer.

"Bugün sene-i devriyesi. Ben de onun için aradın sandım kızım." Bildiğim bütün saz semaileri aynı anda çalmaya başlıyor. Sesi en kötü çıkanın adı "keşke"...

(*) koma: Eşit olmayan iki ses arasında kulağın seçebildiği en küçük aralık.