Gündem

Emekli Büyükelçi Elekdağ: Türkiye'nin ulusal çıkarı Suriye rejimiyle iş birliğini zorunlu kılıyor

"Ankara'nın şu anda oluşmuş ve tutarlı bir projesi yok!"

12 Eylül 2018 14:40

Emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ şöyle diyor, İdlib'ye yaşananlara ilişkin olarak değerlendirmelerde bulundu. “İdlib'de siyasi çözüm içi boş bir kavram. Yapılması gereken; Ankara'nın derhal Şam ile ilişki kurmasıdır" diyen Elekdağ, "Türkiye'nin ulusal çıkarları, Suriye rejimiyle en kısa sürede resmi planda etkin bir iş birliğinin gerçekleştirilmesini zorunlu kılıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, sorumluluğunun tam idrakiyle Suriye rejimiyle acilen resmi temas ve iş birliği kararını almalı" diye konuştu.

Sözcü yazarı Uğur Dündar'ın sorularını yanıtlayan Elekdağ'ın açıklamaları şöyle:

"Ankara çetin bir işe soyundu"

Uğur Dündar (U.D.): Sayın Elekdağ, Ankara siyasi çözüm olarak nasıl bir proje sunuyor?

Şükrü Elekdağ (ŞE): Ankara'nın şu anda oluşmuş ve tutarlı bir projesi yok! Ankara, bir süre önce İdlib'deki tüm muhalif ve cihatçı grupları barışçı-uzlaşıcı bir tutuma yönlendirip silah bırakmaya ikna etmek gibi, son derece çetin bir işe soyundu. Çalışmaları sonucunda aşırı radikal gruplar dışında, bazı cihatçı ve bazı muhalif silahlı güçleri uzlaşıya ikna etti. Bu kapsamda Ulusal Kurtuluş Cephesi (UKC) adı altında sayıları 30 bine vardığı söylenen silahlı muhalifi bir araya getirebildi. Bunlar arasında Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın şefaat ve aracılığıyla Halep, Deraa ve Guta gibi savaş alanlarından tahliye edilen cihatçılar da bulunuyor. UKC bünyesinde Türkiye'nin uzun zamandır angaje olduğu cihatçı gruplarla, maaşa bağladığı Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) mensupları da yer alıyor. Yakın zamana kadar Ankara'nın planı; düzenlenecek bir konferansta bunların barışçı- uzlaşıcı tutumlarını resmen açıklayarak terörist yaftasından kurtulmaları ve silahlarını Türk Silahlı Kuvvetleri'ne (TSK) teslim etmeleriydi. Bu projenin yürümesi ve “El Kaide bağlantılı El Nusra'nın uzantısı olan Heyet Tahrir el Şam'ı (HTŞ)”da kapsaması halinde, İdlib'de sadece günlük işlerin yürütüleceği, Türkiye'nin vesayetinde, geçici bir sivil idare kurulacaktı. Ancak, HTŞ silah bırakmayı kabul etmedi ve sonuna kadar Esad rejimiyle savaşma yemini etti. Bunun üzerine Ankara, El Nusra-HTŞ'yi terör listesine aldı ve bu noktada proje çöktü. Şu anda “siyasi çözüm” içi boş bir kavramdan ibaret.

"ABD'nin saldırıları Rusya'yı durdurmaz"

(U.D.): Peki zirve sonrasında Rusya ve İran, Türkiye ile bir orta yol arayışına girerler mi? 

(Ş.E.): Putin ile Ruhani'nin böyle bir niyetleri yok!.. Her ikisi de Suriye'nin kontrolünün mümkün olan en erken tarihte Esad'ın eline geçmesini istiyorlar. Tahran zirvesiyle dünyanın dikkatleri İdlib üzerine çekildiğinden, İdlib'e topyekûn hava-kara saldırısını bir süre geciktirip, kentin kırsalını bombardıman etmeye ve buralardaki stratejik hedefleri ele geçirmeye yönelecekler. ABD'nin, İdlib'de rejimin zehirli gaz kullandığı bahanesiyle Suriye kuvvetlerine yapacağı bir hava saldırısı, İdlib harekâtını bir süre geciktirse de durdurmaz.

(U.D.): Ama Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, İdlib'de Türk gözlem noktaları ve Türk askerleri varken, Suriye kara kuvvetlerinin bölgeye saldırıda bulunmaya cesaret edemeyeceğini vurguluyor… 

(Ş.E.): Gözlem noktalarına caydırıcı bir etki kazandırmak için AKP Hükümeti iki şeyi yapmak zorunda. Önce, “bölgeye yapılacak askeri müdahaleye aynen karşılık verileceğini” kesin ifadelerle belirten bir siyasi irade beyanı lazım. İkincisi, bu karşı koyma iradesinin gerçekleştirileceğini sergileyecek boyutta askeri güç yığınağının oluşturulması gerekiyor. Ancak, Ankara'nın böyle çatışmacı bir tutum içine girmeye niyeti yok. Yani, Şam, Moskova ve Tahran, gözlem noktalarını “by-pass” ederek HTŞ'yi ve muhalefet olarak gördükleri her şeyi imha etmek için İdlib'e saldırıya niyetliler. 

"Rusya, İran ve Suriye cihatçıları imha edecek"

(U.D.): Bu durumda Türkiye ne yapmalı?.. 

(Ş.E.): Suriye'deki güç dengesi ışığında, Esad rejiminin, topraklarının bir parçası olan İdlib'i Rusya ve İran'ın desteğiyle işgalci silahlı unsurlardan geri alacağı aşikar. Ne kadar savaşçı olsalar da El Nusra-HTŞ ve onlarla birlikte çarpışmaya ahdetmiş diğer cihatçıların akıbetleri, Halep'te, Deraa'da ve Guta'daki direnişçilerinkiyle aynI olacak. Yani yok edilecekler. Suriye, Rusya ve İran'nın savaş kapasitesi ile cihatçılara dışardan gelecek hertürlü yardımın da kesileceği dikkate alınırsa, El Nusra- HTŞ ve yandaşları için böyle bir akıbet kesindir. Binlerce masum Müslüman'ın ölümüne yol açmış olmaları nedeniyle de El Nusra-HTŞ saflarında çarpışanlar, sadece Suriye halkı tarafından değil, tüm, Müslümanlar tarafından lanetlenecekler. Bu gerçek ışığında, Ankara'nın atması gereken adım, desteklediği “muhalefet” gruplarının El Nusra-HTŞ teröristleriyle aynı kaderi paylaşmalarını engellemektir. Bunun için de Ankara, bu grupların çatı örgütü olan ve hamiliğini yaptığı Ulusal Kurtuluş Cephesi'ni, genel bir aftan yararlanmak ve Suriye'ye entegre edilmek şartıyla, Suriye kuvvetleriyle savaşmayacağını ilan etmeye teşvik etmelidir. 

(U.D.): Ankara ezber bozucu bu öneriyi kabul eder mi?

(Ş.E.): Ankara'nın bu öneriye şiddetle karşı çıkacağı muhakkak!.. Çünkü Ankara, UKC bünyesindeki cihatçı ve muhalefet gruplarına dayanarak Suriye'de özel bir söz hakkı elde ettiği görüşünde. UKC unsurlarının Suriye ile iş birliğine yönelmeleri durumunda, Ankara elinde bir şey kalmayacağını ve Suriye siyasi denkleminden dışlanacağını düşünüyor. Esasen, Ankara'nın Suriye Hükümeti ile temas ve iş birliğine yanaşmamasının nedeni, bu yola gittiği takdirde muhalefeti ve angaje olduğu cihatçıları kaybetme korkusu… Ancak, gerçek belirttiğim gibi. Önerdiğim akılcı yol seçilmezse, aileleriyle birlikte çok geniş bir kitle oluşturan UKC safındaki unsurlar da bir hiç uğruna can vermiş olacaklar… Bu Türkiye için çok ağır bir sorumluluk olur. Bu bağlamda İdlib'deki muhalif grupların Rusya'ya kesinlikle güvenmediklerini belirtilmeliyim. Verdiği sözleri asla tutmaması nedeniyle Rusya'ya hiç güven duyulmuyor. Silah bıraksalar da yok edileceklerinden eminler. Bu bakımdan önerim istikametinde hareket edildiği takdirde Ankara'nın, silah bırakan grupların can güvenliğinin ve Suriye toplumuna entegre edileceklerinin teminatını Suriye ve Rusya'dan sağlaması zorunlu… Ankara'nın UKC unsurlarını Suriye ile iş birliğine yöneltmesinin, Türkiye ile Suriye arasında barış ve uzlaşıya zemin hazırlayacağı da dikkatlerden kaçmamalı.

"Suriye, bölgeden çıkmamızı isteyecek"

(U.D.): Esad İdlib'i aldıktan sonra Türkiye'den Fırat Kalkanı bölgesinden ve Afrin'den çıkmasını istemez mi?

(Ş.E.): Muhakkak isteyecek…Türkiye, Fırat Kalkanı ve Afrin harekâtlarını ulusal güvenliğine ve hatta varlığına yönelen bir tehdide karşı koymak ve çok uluslu bir terör örgütünü ortadan kaldırmak amacıyla yaptı. Bu bakımdan, Birleşmiş Milletler Şartı'nın 51. maddesi uyarınca bu operasyonlar meşru ve uluslararası hukuka uygundur. Bunu takiben Türkiye, bu topraklar üzerinde hem kendi güvenliğini ve kamu düzeninin icaplarını sağlamak, hem de insan haklarının korunması için bir dizi kamusal düzenlemeler gerçekleştirdi. Bütün bunlar uluslararası hukuk açısından meşru işlemler… Uluslararası hukuk açısından bir başka gerçek de, bu topraklar üzerindeki egemenlik haklarının Suriye'ye ait olduğu. Uluslararası hukuk açısından bu kesin ve tartışmasız!.. Bu bakımdan, Suriye Hükümeti, Türkiye'ye, “Artık bu bölgede Türkiye'ye yönelik bir tehdit mevcut değil, buranın güvenliğini ben sağlayacağım ve bu topraklar üzerinde egemenlik haklarımı kullanacağım, bu itibarla buradan çekil” derse, Türkiye'nin bu talebi yerine getirmesi gerekir. Aksi takdirde, Türkiye işgalci olur. Tabii, Türkiye'nin bu bölgelerden çıkarken bir sınır güvenliği anlaşmasını müzakere etmesinde de isabet vardır. 

"ABD ile Rusya, Kürt devleti için anlaştı mı?"

(U.D.): ABD, Fırat'ın doğusunda Suriye'nin yüzde 26'sını kapsayan ve petroldoğalgaz rezervleri de barındıran alanda bir PKK/PYD devleti kuruyor ve Ankara”dan buna karşı güçlü bir ses yükselmiyor. Oysa bir aralar Cumhurbaşkanı Erdoğan, buradan kaynaklanan tehdidin Türkiye için “beka” boyutunda olduğunu söylüyor ve her fırsatta yakında Fırat'ın doğusuna da el atılacağını belirtiyordu. Şimdi bu sessizlik neden? 

(Ş.E.): ABD, Fırat'ın doğusundaki bu alanda askeri havaalanları inşa ediyor, PKK/PYD ordusunu en yeni silahlarla donatıp eğitim veriyor ve Türkiye sınırına radar kuruyor. Herhalde yakında burayı uçuşa yasak bölge ilan edecek. Suriye'de kadiri mutlak olan Rusya, bu gelişmeye ses çıkarmıyor! Bu durum, burada bir Kürt devleti kurulması hususunda ABD ile Rusya arasında gizli bir mutabakat olduğu konusunda şüphelere yol açıyor. ABD son aldığı kararla Suriye'de süresiz kalacağını açıklamak suretiyle bir bakıma bu devletin garantörlüğünü üstlendiğini de duyurmuş oldu. Tahran zirvesinin yapıldığı gün de PYD, “Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Bölgesi”ni ilan etti. Halen, Suriye rejimiyle Şam'da müzakere yapan PYD, anlaşılan Kuzey Irak sistemine benzer bir sistem elde etme umudunda. Ve en önemlisi, PKK/PYD ordusunun bağımsız olmasını Şam'a kabul ettirmek istiyor. Suriye'de iki ordunun varlığı ve bunlardan birinin PKK/PYD ordusu olması, Türkiye için büyük tehdit oluşturur. 

"Türkiye, Suriye rejimiyle resmi temas sağlamalı"

(U.D.): Peki bunu önlemenin bir yolu yok mu? 

(Ş.E.): Yapılması gereken; Ankara'nın derhal Şam ile ilişki kurmasıdır. Bu gelişme PYD'ye karşı Şam'ın elini kuvvetlendirir. Ayrıca Suriye, Türkiye, Irak ve Iran, siyaset ve diplomasi yoluyla PKK/PYD'nin bölgede izole edilmesinin yollarını araştırmalı. Buradaki Kobani ve Cezire kantonları yaşayabilmeleri için petrollerini ihraç etmek zorundalar. İsimlerini saydığım dört devlet aralarında güçlü bir işbirliği gerçekleştirirlerse bu mümkün olmaz. ABD kantonlara ne kadar yardım etse de, sadece dışardan gelecek destekle varlıklarını sürdüremezler. Ayrıca Şam ile resmi bir ilişki, Türk askerinin Suriye topraklarındaki varlığına meşruiyet kazandırır. Yani Türkiye'nin ulusal çıkarları, Suriye rejimiyle en kısa sürede resmi planda etkin bir işbirliğinin gerçekleştirilmesini zorunlu kılıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, sorumluluğunun tam idrakiyle Suriye rejimiyle acilen resmi temas ve işbirliği kararını almalı.