Gündem

Emekli Büyükelçi Çeviköz: Türkiye anlamıyor; yeni soğuk savaşta cephe ülkesi olmaya aday

"Türkiye, YPG'yi vurarak ateşten gömlek giydi"

15 Şubat 2016 09:32

Emekli Büyükelçi Ünal Çeviköz, Suriye'de PYD hedeflerine yönelik askeri operasyona ilişkin olarak, “Türkiye anlamıyor. Yeni soğuk savaşta Türkiye cephe ülkesi olmaya aday” değerlendirmesini yaptı. "YPG’yi IŞİD’e karşı sürdürülen savaşta bir ortak olarak görenler, Türkiye’nin YPG’yi vurmasını IŞİD’e alan açmak olarak yorumlayacaklardır" diyen Çeviköz, "Türkiye ateşten gömlek giydi. Sonuçlarının ne olacağını kestirmenin mümkün olmadığı bir adım atmış durumda" görüşünü dile getirdi. "Türkiye'nin Suriye'ye girmesinden Rusya'nın çok memnun olacağını" vurgulayan Çeviköz, "Rusya Türkiye’ye bir bedel ödetmek istiyor. Rusya’nın dış politikası hamle yaparak karşısındakini belli hamleleri yapmaya mecbur kılmak üzerine inşa edilir. Türkiye'nin bu oyuna gelmemesi lazım" dedi.

Rusya'yı, 90'lı yıllarda NATO-Rusya Kurucu Senedi'ni hazırlayacak kadar iyi tanıyan, ABD'nin Irak işgali günlerinde Türkiye'nin Bağdat Büyükelçiliği ve ardından ve Londra Büyükelçiliği yapan, Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcılığı sırasında Türkiye ile Ermenistan arasında imzalanan protokolleri imzalayan isim olan emekli Büyükelçi Ünal Çeviköz'ün Cumhuriyet'ten Selin Ongun'un sorularına verdiği cevaplar şöyle:

- Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, IŞİD'le mücadele kapsamında Suudi Arabistan uçaklarının İncirlik'te konuşlanacağını açıkladı. Suudi Arabistan'la Suriye konusunda aynı düşündüklerini belirten Çavuşoğlu, "Böyle bir strateji olursa Türkiye ve Suudi Arabistan biz, hepimiz kara operasyonuna girebiliriz" dedi. Bu açıklamadan yaklaşık yarım saat sonra "TSK, Azez'de YPG'yi vuruyor" haberi geldi. Neredeyiz, neler oluyor?

Türkiye’ye Suudi Arabistan’ın İncirlik’ten yapılacak harekâtlara katılmak maksadıyla uçak gönderdiği anlaşılıyor. Bu harekât hava harekâtıdır ve normal koşullarda IŞİD’e karşı sürdürülen harekât olarak anlaşılması gerekir. Ancak bunun bir kara harekâtına dönüşmesi için belli bir uluslararası hukuk meşruiyeti gerekir. Ne Birleşmiş Milletler’in ne başka bir kuruluşun böyle bir kararı var. Dolayısıyla bu konuda bir adım atılmasının temeli de yok. Nitekim Sayın Dışişleri Bakanı da bir süre sonra bu konuda alınmış bir karar olmadığını açıkladı. Kara operasyonuna uluslararası koalisyon ve ABD de taraftar değil zaten.

- Ya YPG'yi vurmak?

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin YPG’ye yönelik darbeleri Türkiye’nin kendi savaşıdır. Daha önce defalarca dile getirilen ve YPG’ye yönelik olarak mevcut olduğu ileri sürülen tehdit algılamasının bir sonucudur. Yani Türkiye YPG’yi de aynı PKK gibi vurmaya karar vermiştir ve buna başlamıştır. Tabii bu davranışın da uluslararası hukuk çerçevesinde meşru bir zemini olması gerekir. Herhalde böyle bir zemin olduğu zannediliyor. Benim endişem, bu davranışın ABD, Rusya ve uluslararası toplum tarafından nasıl yorumlanacağı. YPG’yi IŞİD’e karşı sürdürülen savaşta bir ortak olarak görenler, Türkiye’nin YPG’yi vurmasını IŞİD’e alan açmak olarak yorumlayacaklardır. IŞİD’le mücadelenin bu nedenle zayıflayacağını düşüneceklerdir. Öte yandan, Türkiye YPG’yi rejim yanlısı olarak da gördüğünü defalarca söylemiştir. Şimdi YPG’ye bu şekilde bir darbe vurmak rejime karşı eyleme geçildiği şeklinde de yorumlanabilecektir. O zaman Türkiye doğrudan doğruya Esad rejimi ve onu destekleyen Rusya, İran gibi aktörleri de karşısına almış ve adeta onlara darbe vurmuş gibi yorumlanabilecektir. Yani bir bakıma, Türkiye tarafından Suriye konusunda yeni ve tırmandırıcı bir adım atılmış gibi görünüyor. Bu da bizi Suriye bataklığına daha fazla çekecek bir sonuç doğuracak diye endişeleniyorum.

- Türkiye YPG'yi vurarak, o ateşten gömleği giydi mi?

Sanırım böyle yorumlamak mümkün. Türkiye sonuçlarının ne olacağını kestirmenin mümkün olmadığı bir adım atmış durumda.

 

“Türkiye, yeni soğuk savaşı anlamıyor”

 

- Haber şöyleydi: “ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, Suriyeli muhaliflerin ısrarı üzerine, ne yapmamı istiyorsunuz, Rusya ile savaşa mı gireyim, dedi.” Kerry'nin bu sözleri Türkiye’ye ne düşündürmeli?

ABD'yi dünyanın yegâne süper gücü olarak algılıyoruz halen. Rusya ve ABD'nin güç kat sayılarının 1990'lı yıllardaki gibi olmadığını, güçlerinin birbirine yakın bir noktaya geldiğini anlayamadığımız gibi kabul de edemiyoruz. Doğu Akdeniz’de dengeler oturduktan, Amerika ve Rusya karşılıklı olarak birbirlerinden istediklerini, birbirlerine nereye kadar müsamaha edeceklerini tarif ettikten sonra oluşacak denge, yeni soğuk savaşın tarifidir. Ancak Türkiye o eski soğuk savaşın tortusuyla hareket ediyor ve bunu anlamıyor.

- Türkiye o eski soğuk savaşın tortusuyla ne yapıyor?

“Biz NATO üyesiyiz. NATO bir düşman arıyorsa bunu İslam coğrafyasında değil, İslam coğrafyasına bile müdahale eden Rusya’da bulmalıdır. Dolayısıyla dünya, NATO ve ABD, o eski kutuplaşmaya dönmelidir.” Bizim anlayışımız bu. Oysa ortaya çıkan yeni bir dünya dengesidir. ABD’nin dünya üzerindeki dengeleri, yeniden ABD ve Rusya'nın kurması gerektiğine inanması sonucu ortaya çıkmış bir durumdur.

- “ABD’nin inanması sonucu ortaya çıkan durum” vurgunuzu soralım hemen?

Çünkü bu işin Rusya'sız olmayacağını gördüler. Gürcistan, Ukrayna ve Kırım'ın, hepsinin belki de Rusya’yı fazla sıkıştırmış olmaktan kaynaklanabileceği dikkate alındı. Rusya’yı olabildiğince yapıcı ve sorunların çözümüne birlikte katkı sağlayıcı bir aktör olarak kabul etmek ve ona dönüştürmek isteği söz konusu. Ukrayna ve Gürcistan’daki duruma ABD’nin çok fazla ses çıkarmamasının altında da belki bu yatıyor. “Rusya'yı kendi mutfağında ve kırmızı çizgilerinde değil, başka yerlerde sınayalım. O başka yerlerde Rusya'yı bir ortak ve işbirlikçi haline nasıl dönüştürürüz, bunu aramaya başlayalım.” ABD, İran’da bu politikayı izledi. Bugün aynısı Suriye’de gerçekleştirilmeye çalışılıyor.

- ABD ve Rusya'nın Suriye mutabakatı çok yeni değil, buna mı işaret ediyorsunuz?

Elbette. Rusya-ABD ortaklığı Rusya'nın Suriye'de hava harekâtına girişmesiyle başladı, diye bakmamak gerek. 2012’de kimyasal silahların kullanılması olayı ortaya çıktığı andan itibaren Rusya devreye girmiştir. Çok çabuk unutuyoruz.

- Ve bugün soruyoruz: Rusya’nın Suriye ile sınırı yok, Rusya’nın Suriye’de ne işi var?

Soru yanlış. Çünkü Rusya 1970’lerden beri Suriye’nin içinde. Primakov’un (Yevgeniy Primakov, SSCB Merkezi İstihbarat Teşkilatı Başkanlığı, Rusya Dışişleri Bakanlığı, Rusya Başbakanlığı yaptı- S.O) kurduğu bir düzen var orada. Sovyetler Birliği Komünist Partisi'nin Ortadoğu'daki en iyi müttefiki Suriye ve Irak'taki Baas partileri idi.

Bunun sebebi de Baas Partisi'nin aynı Sovyetler Birliği Komünist Partisi gibi devlet ve parti özdeşleşmesi içindeki monolitik yapıya dayanmasından kaynaklanıyordu. Böyle bir ilişkiye sahip olan Rusya’nın Suriye’den çıkmasını beklemek çok zor. İç savaş başlamadan önce de Rus uzmanlar oradaydı. Rusya zaten Tartus Üssü'nü kullanıyordu. Amerika da Suriye ve Rusya arasındaki bu ilişkinin 40 yıllık geçmişini bilen bir ülke.

- Dolayısıyla Suriye, Amerika ve Rusya'nın arasının bozulmasına neden olamaz mı?

Hayır, olamaz. ABD, Rusya’nın bugün Suriye’ye olan ilgisini içine sindiremese de Rusya'nın oradaki varlığını meşru görüyor. Ancak 2016'da yeni bir başkanın seçilmesiyle birlikte ABD'nin dış politika anlayışında değişiklik olması mümkün. Bunu zaman içinde hep birlikte göreceğiz.

- Obama'nın “kara harekâtı yok” anlayışı yerine “hadi Suriye'ye” diyen Cumhuriyetçi söylem mi?

Oraya kadar varması gerekmez. Yeni başkan Demokrat olsa bile bugün Kerry’nin “Rusya ile savaşa mı girelim” sorusunu soracak bir dışişleri bakanı olmayabilir. Bunun yerine yumuşak güç ile sert güç arasında konumlanan biraz daha sert bir söylem duyabiliriz.

- Bu da Türkiye için hiç iyi değil, öyle mi?

İyi değil, çünkü bu Türkiye’yi tam anlamıyla bir cephe ülkesi haline getirir. Türkiye NATO’nun bir kanat ülkesi olmak yerine artık doğrudan bir cephe ülkesi olmaya aday. Türkiye Karadeniz havzasında, Ermenistan üzerinden Kafkasya'da ve Suriye üzerinden de Ortadoğu'da Rusya'nın coğrafi kuşatması altında. Türkiye, bu yeni soğuk savaş ortamının şekillenmekte olduğu Doğu Akdeniz coğrafyasında eski soğuk savaşa nazaran çok farklı bir konumda.

- Yeni soğuk savaşta kutuplarda kimler var, tarafların isimlerini koyabilir miyiz?

Rusya ve Batı.

- Batı kısmında Avrupa Birliği ve Amerika nasıl konumlanacak?

Avrupa Birliği, ABD ve Rusya arasında iki tarafın dengesini bulmaya çalışan, bir pozisyonda konumlanabilir. Rusya ile olan enerji bağı nedeniyle daha uzlaşmacı bir politika izleyerek bir katalizör rolüne soyunabilir. Merkel’in de belki uğraştığı bu. Tabii AB içinde Fransa ve İngiltere zaman zaman daha farklı çıkışlar yapabiliyor. Bu açıdan da 2016 yılı önümüzdeki 10 yılın uluslararası bağlamda şekillenmesi açısından çok önemli. 2016'da saflar belli olurken, Türkiye’nin hangi safta olduğunu belirlemesi, o safta nasıl konumlanacağını tespit etmesi lazım.

- Suudi Arabistan ve şurekâsını bu yeni safta Batı'nın yanında mı göreceğiz?

İran’la Batı’nın, özellikle ABD’nin arası şu andaki gibi devam eder ve ilişkileri daha da yumuşarsa, İran yeni ve güçlü bir bölgesel aktör haline dönüşebilirse Suudi Arabistan, ABD ile ilişkilerinde çok ciddi sorunlar yaşayacaktır. Suudi Arabistan ve destekçilerinde, “Acaba bu gidişat Arap Baharı'yla başlayıp yatışan süreci geri mi getirecek? Yumuşak güç uygulamasıyla bu ülkeler demokratikleşmeye mi zorlanacak” gibi soruların endişesi de olacaktır.

 

“Türkiye'nin yumurtaları mezhepçi sepette”

 

- Biz Suriye konusunda bütün yumurtalarımızı Suudi sepetine mi koyuyoruz?

Bunu ideolojik ve mezhepçi sepet olarak açıklamak daha iyi. O sepeti temsil edenlerin arasında Suudi Arabistan ve Katar olduğu gibi örneğin Hamas da var. O da aynı cephenin unsuru. Türkiye mezhepçi bir dış politika uygulamamalıdır. Türkiye’nin bölgesinde ayırt edici yegane özelliği laik devlet ve toplum yapısıdır. Bundan uzaklaşmamak lazım.

- Ufukta yeni bir soğuk savaş varken, dış politikada laiklik şapkasını çıkaran bir Türkiye şıkkında başımıza ne gelir?

Türkiye karışır, Türkiye’yi karıştırmak için birçok odak harekete geçer. Bunun işaretlerini görmüyor değiliz. PYD’nin Moskova’da büro açması buna delalettir. Soğuk savaşın bir tarafında Rusya olacaksa ve siz de cephe ülkesi olursanız bu, Rusya ile doğrudan doğruya karşı karşıya olmaktır. Bu da Türkiye’nin her bakımdan istikrarını bozacak bir gelişmedir.

- “Rusya’nın istediği Türkiye’nin Suriye’ye girmesi. Rus oyunu budur” yaklaşımını nasıl değerlendirirsiniz?

Rusya buna çok memnun olur. Türkiye’ye bir bedel ödetmek istiyor. Rusya’nın dış politikası hamle yaparak karşısındakini belli hamleleri yapmaya mecbur kılmak üzerine inşa edilir. Türkiye'nin bu oyuna gelmemesi lazım. Türkiye bu oyunu Gürcistan ve Ukrayna'da gördü. Rusya, Suriye'de de aynı stratejiyi güdüyor.

- Uçak düşürerek bu oyuna düşmedi mi Türkiye?

Düştü. Bu bir tuzaktı. Rusya “uçağımı düşürsün de ben şunları elde edeyim” gibi bir hesap içinde olmasa dahi Türkiye'nin en azından o uçağı düşürerek başına neler gelebileceğini, birkaç hamle ötesini görerek belirlemesi ve oyuna gelmemesi gerekirdi. O oyuna geldi. Kara harekâtına girmek gibi bir oyuna gelmenin ise çok daha büyük bedelleri olur.

- Suudi Arabistan’la birlikte Bahreyn, Katar, Ürdün gibi ülkelerin martta Türkiye üzerinden Suriye’ye gireceği iddia edildi. İtibar ettiniz mi?

Hayır hiç gerçekçi değil. Rusya bu saydığınız ülkeleri hemen yer. Kaldı ki işin içine Suudi Arabistan bu şekilde girmeye niyetli ise o zaman İran da işin içine girecektir. Dolayısıyla Suriye'ye yönelik böyle bir harekât sadece rejim ve Rusya ile değil, İran'la da savaş anlamına gelir. Ve Suriye çok büyük bir bölgesel savaş alanı olur.

- Suudi Arabistan neyin peşinde, neden Suriye’ye bu kadar girmek istiyor?

1) Suudi Arabistan’ın en büyük sıkıntısı İran. İran’ın nükleer dosya ile ilgili durumunun çözülmesihalinde İran’ın bölgede nasıl bir güç olacağının farkında. İran uluslararası siyaset sahnesine geri dönüyor. Bu ayın sonundaki seçimler Ruhani’nin kurmuş olduğu yeni vizyonun lehine sonuçlanırsa İran, Batı tarafından tekrar işbirliği yapılabilir bir ortak olarak kabul edilecek. İran’ın böyle bir konum kazanması İran'ın hem Suriye hem Irak üzerindeki siyasi etkisini artırır.

Suudi Arabistan'ın birinci sıkıntısı budur. İran’ın bölgedeki yalnızlığından kurtulup bölgesel siyaseti belirleyecek bir aktör olarak uluslararası topluma dönmesini istemiyor. Bunun yolu da Suriye'deki rejimin yıkılmasıdır. Rejim yıkıldığı takdirde İran'a bir darbe vuracaktır. 2) Suudi Arabistan çok büyük bir ekonomik sıkıntı içinde. Yeni kral ve yeni yöneticiler, Suudi Arabistan'da bir özelleştirme çabası içine girdiler. Ekonomilerinin neredeyse tamamı petrole dayalı ve petrolün biteceğinin de farkındalar. Ekonomiyi ayağa kaldırabilecek bir sistemi yerleştirmeye çalışıyorlar. Ekonomik iç problemin çözülmediği takdirde ailenin ve onun kurmuş olduğu oligarşik yapının etkilenme ihtimali var. ArapBaharı'nın Suudi Arabistan'a yansıması gibi endişeleri de Suriye politikalarında belirleyici.

- Şu soruyu soranlar var: Suriye’nin akıbetini tayin edecek aktörler Rusya ve ABD ise Suudi Arabistan’ın Ürdün, Pakistan, Sudan gibi ülkelerle yapacağı tatbikat ve gözdağı neye yarar?

O tatbikatı İran’ı etkilemek ve Suriye’ye gözdağı vermek için yapıyorlar. Bölgedeki Sünni-Şii fay hattında Sünni tarafın “buradayım” demesi anlamına gelir o tatbikat.

- Türkiye o ittifakın içine katıldığını açıkladı ama tatbikatta olacak mı; halen net değil. Olursa?

Tatbikatın içinde Türkiye'nin de olması bölgedeki Şii-Sünni kutuplaşmasında somut biçimde tarafını belli etmesi sonucunu doğurur.

- Amerika, Kuzey Suriye'de Rusya'nın ilerlemesine karşı bir tavır almayacağını açıkça ortaya koydu. Türkiye’nin elinde hangi kart kaldı?

Türkiye’nin elinde halen kullanmadığı çok önemli bir kart var. Türkiye kendi Kürt sorununda çözüm ve diyalog kartını yeniden masaya koyduğu andan itibaren komşu ülkelerdeki Kürtlerle ilgili sorunları düzelecektir. Türkiye'nin en kuvvetli kartı ve kozu budur. Bu düzelmediği takdirde zaten o cephe ülkesi olma durumu Türkiye'yi çok daha büyük sıkıntıların içine sokacaktır. 2016 dünya açısından olduğu kadar Türkiye için de dönüm noktası olacaktır. Türkiye kendi içinde huzuru ve barışı sağlayabilir ve Almanya'nın soğuk savaş döneminde izlediği gibi yapıcı ve olumlu bir politika izlerse ki burada kastettiğim Doğu politikasıanlamına gelen “Ostpolitik”tir, o zaman sıkıntılı cephe ülkesi olmaktan uzaklaşır. Bunun için de önce kendi Kürtleri ile barışması lazım.

 

“Suriye politikası Dışişleri'nin değil
MİT'in bilgileri ile kuruldu”

 

- Ankara kulislerinde dillendirilen o söz: “Yeni Dışişleri MİT oldu.” Bu yorum kulağınıza nasıl geliyor?

Bu söz abartı olur. Fakat şu oldu. Suriye’deki politikanın belirlenmesinde oyun planı en çok MİT’ten gelen istihbari bilgiler üzerine kuruldu. Eğer istihbarat üzerine oyun planı kuracaksanız bunun istihbaratını MİT’ten alırsınız. Fakat o zaman da Dışişleri Bakanlığı'nı devre dışı bırakmış olursunuz. Sadece istihbarat teşkilatının sağlayacağı bilgiler üzerine dış politika kurulmaz. Dış politikayı yapan esas kuruluşun görüşlerini de almak lazım.

Bu noktada peşin bir hükümle hareket edilmeye başlandı. Suriye konusunda duyulmak istenen ve izlenmek istenen politikanın gerekçeleri istihbarata dayandırılmaya çalışıldı. Bu, AKP iktidarının devlet yapılanmasında ve bürokrasinin işleyişinde değiştirdiği unsurlardan biri. Devletin kendi kurumlarının oluşturduğu politikalara ek olarak partinin faaliyetleri sonucunda farklı bir politika arayışı başladı. Bununla dışarıdaki görevlerimiz esnasında çok karşılaştık.

- Nasıl?

Bulunduğunuz şehirde birden bire milletvekillerinin ya da parti temsilcilerinin olduğunu duyuyorsunuz. Ne size haber verilmiş, ne de elçilikle temasa geçilmiş. Göreviniz sebebi ile normal koşullarda sizin görüşmeniz gereken insanlara ulaşıp görüşüyorlar. Bu, mevcut yapıların yanı sıra var olan bir yapı ve dış politika uygulamasına dönüştü. Bunun en bariz örneği de Başbakanlık'ta Kamu DiplomasisiBirimi'nin kurulmasıdır.

Kamu Diplomasisi Dışişleri Bakanlığı varken Başbakanlık'ta kurulması gereken bir birim midir? Ne ihtiyaç vardır? Bu durum bir ikilik yaratmaktadır. Kurumlar arası eşgüdüm yapılmamaktadır. İşte bu, Türkiye’yi eleştirdiğimiz Baas rejimine benzetir. Türkiye'de parti ile devleti üst üste çakıştıran monolitik bir yapı hazırlanmak isteniyor. Başkanlık sistemi de zaten bunun en son noktası. Ve çikolatalı pastanın üzerindeki çilek olarak hesaplanıyor. Türkiye’nin, demokratik hukuk devleti yapısına zarar verecek nitelikteki bu gelişmelere hiçbir şekilde gitmemesi lazım.