Zeynep Oral*
Yazar Eduardo Galeano hayatını kaybetti
Eduardo Galeano Latin Amerika’nın kesik damarlarıydı. Latin Amerika’nın türküleri, nehirleri, kanlı sokakları, çiçek açmış tropik ormanları, ağlayan çocukları, gülen sevdalılarıydı. Baskıya, zulme, işkenceye ve yasağa direnendi. Askeri Yönetimleri rezil edendi. Tek adamların iştahına, zorbanın şehvetine, iktidar tutkunlarının aptallığına meydan okuyandı. Yeryüzünün vicdanıydı.
Türkiye onu “Latin Amerika’nın Kesik Damarları” adlı kitabından tanıdı. Hemen ardından Savaşın ve Aşkın Gece ve Gündüzleri” .. 70’li yıllarda çıkmıştı bunlar (Alan yayınları) ve 2 Eylül’ün faşist sansürcü baskıcı dönemlerinde her iki kitap da bizim ilacımızdı. Sonra 3 ciltlik “Ateş Anıları” ve “Kucaklaşmanın Kitabı”( Can Yayınları) ve o muhteşem”, “Biz Hayır Diyoruz”( Metis), “Aynalar” ( Sel yayıncılık...)
Eduardo Galeano, okuru Latin Amerika ülkelerinin doğası, tarihi, coğrafyası dünü ve bugünü arasında bir daha bellekleri ve yüreklen terk etmeyecek bir yolculuğa çıka¬rıyordu ...Ama aynı zamanda eşitsizlik, sömürü, baskı, despot totaliter rejimler ve emperyalist dünyanın ikiyüzlülükler, yalanları arsasında da... Anımsayabilirsiniz, bu kitabı Hugo Chaves, Obama’ya”Latin Amerika’nın Kesik Damarları”nı hediye etmişti, okusun da Latin Amerika’nin çilekeş halini anlasın diye.
Atlantik Okyanusu’na karşı buluşma…
Günün birinde yolum Uruguay’a düştü. Bir tiyatro toplantısına. Ne yapıp edip kitaplarına aşık olduğum yazarı buldum. Sene 1992...
Hayır, kitaplarının arkasındaki fotoğraflarına benzemiyordu. Gerilla ya da Topamaro görüntüsü yoktu. Sakal gitmiş, baş açılmış, 12 yıllık acılı sürgün yaşamın izleri kaybolmuş, gülen ve yalnız karşısındakini değil, dünyayı kucaklamaya hazır gözlerle çevresine ışık saçan 52 yaşında ama daha genç görünmeye gayret eden bir yakışıklı vardı karşımda.
O anlatıyor, ben dinliyorumdum... Sanki bin yıllık bir suskunluktan çıkmışçasına anlatıyor... Sanki hiç susmayacakmış gibi , daldan dala sıçrayarak coşkuyla anlatıyordu.
Yazarlık ve gazetecilik. İkisini bir arada sürdürüyordu Eduardo Galeano: “Önceleri bu ikisi bana çelişkili gibi gelirdi.. .Gazetecilik bana bakmayı, görmeyi, kendi dışıma çıkmayı, kendimi, kendi gölgemi ciddiye almamayı öğretti, sentez gücünü öğretti. Gazeteci olarak, ülkemdeki, Latin Amerika’daki diktatörlüklerdeki savaşlara katıldım. Oysa yazarlıkta yalnızlığımı korumak zorundaydım, iç dünyalara iniyordum, derine, hep daha derine...
Önceleri bu ikisi arasında parçalanırdım. Zamanla bunun güzel ve çok zengin bir çelişki olduğunu kavradım. İç dünyamla, dışarıdaki savaşı bütünledim. İkisi birbirinin tamamlayıcısı oldular.”
Eduardo Galeano, Topamaro sempatizanıydı. Yazdığı için, yazıları için tutuklandı Yazdığı için, yazıları için sürgün edildi.
“Sürgün olmak. Korkunç bir şey!
Çünkü seçim hakkın yok. Ama yine de zaman ve mekân içinde ülkeme uzaktan bakmama yardımcı oldu ... Burada hep dans ediyordum ve müziği duymuyordum. Sürgün yılları müziği de duymamı sağladı... Tam 12 yıl...”
“Onlar, askeri diktatörlükler, ülkemde ve tüm Latin Amerika’da korkuyla zehirlediler insanı ve insan ilişkilerini. Herkesi biribirine düşman ettiler. Toplumu zehirlediler, geriye açlığı ve şiddeti yerleştirdiler. .”
90’lı yıllara ilişkin söylediği: “Şimdilerde, düşman, eskisi gibi göze görünmüyor, eskisi gibi somut değil, onun için daha da tehlikeli. Şimdiki düşman seçeneksizlik... Şimdi tek bir modelin diktatörlüğü, tek imgenin diktatörlüğü, seçeneksizliğin diktatörlüğünü yaşıyoruz... Şimdi kapitalizmle kapitalizm arasında seçim yapmaya özgürüz.” “Şimdi tüketim toplumunun tutsaklarıyız.. Artık kim olduğumuz, ne olduğumuz, ne yaptığımız önemli değil, yalnızca neyi ne miktarda tükettiğimiz önemli... Sistem bugün bize tek gelecek öneriyor. Herkesin daha çok tüketmesi gerektiği bir gelecek. Sistem, ‘neye sahipseniz O’sunuz’ diyor. ‘hiçbir şeye sahip değilseniz, hiçsiniz’, diyor...”
“ Ve ben bunun için yazıyo¬rum: Bugünün yarın demek olmadığını, kader olmadığını, önerilen bu geleceğe mahkûm olmadığımızı anlatmak için yazıyorum. Böyle bir geleceği ka¬bul etmediğim için yazıyorum.”
Eduardo Galeano’nun benim için çok müthiş üç temel özelliği var:
1. Belleksiz toplumlara ilaç gibi gelmesi... Hiç ama hiç unutulmaması gerekenleri ele alıyor. Unutmamızı engelliyor. Unutmuş olsak bile hatırlatıyor. Yitirdiğimiz belleğe yeniden kavuşmamızı sağlıyor. Hem belleğimize hem ruhumuza sesleniyor.
2. Olayları bütünsellik içinde ele alıyor. Dünyanın bir ucundaki bir haksızlığın, bir yanlışın, dünyanın öteki ucunu nasıl etkileyeceğini gösteriyor. Aralarındaki ilişkiyi ortaya koyuyor.
3. Yazma biçemi, kıvrak zekâsını, eleştirel bakışını, ironiyi ve şiirsel dilini bir arada harmanlıyor. Resmi tarihlerin dışından bakıyor olaylara. Sıradan insanın yaşadıkları, hissettikleri aracılığıyla anlatıyor. Sizi okşayarak, sarsarak, yüreğinize dokunarak anlatıyor. Onun dilinde bir çocuk şarkısı, sokaktaki bir diyalog, bir ağacın kesilmesi, bir kahkaha, bir gözyaşı ciltler dolusu açıklamanın yerini alıyor.
En genel çizgilerle özetlediğim bu üç özellik, onu yeryüzünün vicdanı haline getiriyor!
Sanki en yakın arkadaşımı yitirdim! Işık içinde uyusun.
*Bu yazı Cumhuriyet'te yayımlanmıştır.