21 Mayıs 2015 18:43
Hürriyet İnternet’in Mısır’ın devrik Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi hakkında idam kararı verilmesini “Yüzde 52 ile seçilen cumhurbaşkanına idam” başlığıyla haberleştirmesi Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve hükümet kanadının tepkisine yol açarken, Doğan Medya Grubu’nda çalışırken işinden atılan Ayşenur Arslan ve Haluk Şahin, Doğan Holding’in Onursal Başkanı Aydın Doğan’ı savundu.
CNN Türk’teki programına son verilen Ayşenur Arslan, “Aydın Doğan, AKP’nin ‘istemediği’ herkes gibi beni de kovmuş olabilir. Medya tarihine, övünmekte güçlük çekeceği sayfalar eklemiş olabilir. Son 10 yılda, dik durmak yerine, iniş çıkışlı bir grafik çizmiş olabilir. Hiç önemli değil. En azından, bugün için önemli değil. Zira… Umuyorum ki onun da anladığı üzere, ‘Ya hep beraber ya hiç birimiz!” ifadelerine yer verdi. Ayşenur Arslan, “Faşizm, karşısındaki ‘kötü’ / ‘daha kötü’ / ‘idare edilebilir^’ ayrımı yapmaz. RTE’nin de sık sık belirtiği gibi YA ONLARA BİAT EDİLİR.. YA DA YOK OLUNUR… Bu yüzden, son günlerdeki ağır saldırılar üzerine Hürriyet’te yer verilen “sert mesaja” imzamı atıyorum. Doğan Grubu’nu, Aydın Doğan’ı savunuyorum” görüşünü dile getirdi.
Doğan Medya Grubu’nda yapılan işten çıkarmaları “Nice yazarlar, televizyoncular, editörler muhabirler onun tarafından o azgın canavara lokma lokma sunuldu. Sanıldı ki, o canavar, diyelim Ayşenur Aslan’ı mideye indirince yatışacaktır. Oysa tam tersi oldu: Tadı damağında kaldı, daha fazlasını, daha fazlasını istedi. Sonunda gelinen nokta ortada. Şimdi bizzat Aydın Doğan’ı istiyor” diyen eski Radikal yazarı Haluk Şahin de “İşte buna karşı çıkmak gerekiyor. Yapılmak istenenler yasalara aykırı olacağı için, medyayı daha da çölleştireceği için, Türkiye’nin paryalaşmasındaki son evreyi garantileyeceği için. Ve tabii, Aydın Doğan, her şeye rağmen Hürriyet’i öldürmediği için!” ifadelerini kullandı.
Ayşenur Arslan’ın Yurt gazetesinin dünkü (21 Mayıs 2015) nüshasında yayımlanan, “Aydın Doğan’ı savunmak” başlıklı yazısı şöyle:
Medya mahallesi, Türkiye kadar bölünmüş / gergin / tuhaf.. İşin ne raddeye vardığına, son birkaç gündür inanılmaz örneklerle tanık oluyoruz.
Önceki gün, STAR Gazetesi yazarı ve a Haber’in “daimi” konuklarından Cem Küçük bir yazı yazdı.
Yazısında, önce şunları kaleme aldı:
“ABD’de El Kaide’nin medyası nasıl olamazsa Türkiye’de de FETÖ’nün medyası olamaz diye bin kere yazdım. Her zaman olduğu gibi yine yazdıklarım çıktı ve Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı mükemmel bir hukuki metinle Ulaştırma Bakanlığı’na bu kanalların yayınlarını iptal etme talimatı verdi. Lütfi Elvan’ın yönettiği bakanlık da hukukun gereğini yapacaktır ve Fethullahçı terörün kara propaganda mekanizması tarihe gömülecektir.”
Bu cümlelerin neresinden tutsanız elinizde kalıyor. Nasıl mı?
* FETÖ, yani Fethullah Terör Örgütü diye bir örgütün varlığı kanıtlanmış, mahkeme kararıyla tescil edilmiş değildir.
* Dolayısıyla, bu beyefendi yazdığı ya da Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı öyle “uygun” bulduğu için Cemaat Medyası hakkında “iptal” kararı verilemez.
* Başsavcılığın talimat yazdığı Ulaştırma Bakanlığı da, böyle bir kararın GEREĞİNİ yerine getirmek adına, o TV kanallarını kapatamaz.
Tabii, bu söylediklerim hukukun / demokrasinin işlediği bir durum için geçerli. Oysa, en azından bugün bunların söz konusu olmadığını biliyoruz.
Zaten öyle olsa, bu beyefendi, “Aydın Doğan’ın bavulu” başlıklı yazısının sonunda şunları kaleme alabilir miydi?
“Yazdıklarımın teker teker çıktığını görmesi gerekenlerden biri de Aydın Doğan’dır. Doğan FETÖ’nün yasadışı medyası tarzı yayın yapan adamlarına dur demiyor. Hala FETÖ’nün kanallarına çıkıp program yapan Doğan’ın adamları var. AK Parti’ye muhalefet, meşru Türk devletinin varlığına muhalefet gayri meşrudur. DEVLET ile savaşın neticesi bellidir Aydın Bey. DEVLET’in kırmızı çizgilerine bağlı olursanız yeniden itibar sahibi olursunuz. DEVLET ile savaşa devam ederseniz de Kanal 24’e çıkacak olan bir işadamı elindeki somut belgelerle sizi şaşırtabilir.”
Peki bu satırların neresinden tutalım?
* Bakar mısınız! AKP’ye muhalefet Devlet’e muhalefet-miş. Ve o da gayrı meşru imiş. Bırakın muhalefeti, iktidar partisine ve hatta devlete “karşı olmak” meşrudur. Silahlı olmamak kaydıyla, iktidara da devlete de “direnebilirsiniz”. Bu, sevgili partilerine iktidar yolunu açan sistemin temelini oluşturan bir paradigmadır.
* Hadi, Türkiye Cumhuriyeti paradigmasını, hukuku, Anayasa’yı falan geçelim. Bir gazeteci, bir işadamını nasıl olur da böyle bir ifadeyle tehdit eder? Hem de “adres” ve neredeyse tarif vererek.. Dahası “bavul”dan söz ederek nasıl şantaj yapabilir?
* Savunduğu Devlet’in kırmızı çizgileri böyle bir şey mi? O Devlet’e ve iktidar koltuğunda oturanlara eleştiri getirenler “infaz” mı edilecek? Havuz televizyonlarında İTİBAR SUİKASTLARI mı düzenlenecek?
İktidar ve RTE, bazen böyle “imzalar” aracılığıyla mesaj / gözdağı veriyor. Bazen de “bizzat” topa giriyor.
Malum, Mısır’ın devrik cumhurbaşkanı Mursi hakkında hürriyet.com.tr internet sitesinde “Yüzde 52 ile seçilen cumhurbaşkanına idam” diye bir başlık atıldı. RTE derhal üzerine alınıp mağduriyet edebiyatına başladı. Doğan Grubu’nun kendisi için “idam” beklentisinde olduğunu söylemeye kadar götürdü işi.
Aydın Doğan, AKP’nin “istemediği” herkes gibi beni de kovmuş olabilir. Medya tarihine, övünmekte güçlük çekeceği sayfalar eklemiş olabilir. Son 10 yılda, dik durmak yerine, iniş çıkışlı bir grafik çizmiş olabilir.
Hiç önemli değil. En azından, bugün için önemli değil.
Zira… Umuyorum ki onun da anladığı üzere, “YA HEP BERABER YA HİÇ BİRİMİZ!”
Faşizm, karşısındaki “kötü” / “daha kötü” / “idare edilebilir” ayrımı yapmaz. RTE’nin de sık sık belirtiği gibi YA ONLARA BİAT EDİLİR.. YA DA YOK OLUNUR..
Bu yüzden, son günlerdeki ağır saldırılar üzerine Hürriyet’te yer verilen “sert mesaja” imzamı atıyorum. Doğan Grubu’nu, Aydın Doğan’ı savunuyorum.
***
“Sayın Cumhurbaşkanı...
Bizden ne istiyorsunuz? Apaçık haksızlıklarla, apaçık çarpıtmalarla, apaçık zorlamalarla, niyet okumalarla neden bize saldırıyorsunuz? Bizi neden hedef gösteriyorsunuz?
Ne istiyorsunuz bizden?
Sürgün mü edeceksiniz bizi? Zorunlu ikamete mi mecbur edeceksiniz? Ne yapacaksınız? Üstat Necip Fazıl’ın dediği gibi bizi “Öz yurdumuzda garip, öz vatanımızda parya” mı yapmak istiyorsunuz?
Bize “Hayatınızı korku ile geçiriyorsunuz” diyorsunuz.
Neden korkmalıyız ki? Demokratik bir ülkenin Cumhurbaşkanı, vatandaşlarına neden korku ile yaşamalarından söz etsin ki?
Korku ve demokrasi yan yana gelebilecek kavramlar mıdır?
Eğer kastınız, Anayasa’nın güvencesi altında olan basın özgürlüğü, ifade özgürlüğü, eleştiri özgürlüğü gibi haklarımızı kullanmaktan korkmak ise...
Bu özgürlükleri hiç korkmadan savunacağımızı bilmelisiniz.”
***
Aydın Doğan ve kurmayları “nihayet” anlamış olmalılar: Korkunun ecele faydası yok.
Korku duvarını yıkmadıkça, ne o rahat edebilir.. Ne de Türkiye, “yaşanabilir bir ülke” olabilir..
Sus-mayıs!
Annem, dünkü manzaraya baktı, baktı.. “Benim öğrenciliğimde bile böyle değildi” dedi, “şortlarımızı giyer gösteri yapar, bayramımızı kutlardık.”
Sadece 19 Mayıs mı? AKP iktidarı, ulusal bayramların içini boşalttı.. 23 Nisan “daha bebek yaşlarında tabularla beyinlerini yıkadıkları çocukların”.. 29 Ekim “aklı kıt Cumhuriyetçilerin”.. 19 Mayıs da “soru sormadan boyun eğmeyi öğretmeye çalıştıkları gençlerin”. Ama boşuna sevinmesinler. Bu ülke –hatta RTE’ye oy verenler bile- Atatürk’ü.. O büyük liderin öncülüğünde kurulan Cumhuriyet’in kazanımlarını.. Onlara adanmış bayramları.. Unutmadı. Unutmayacak. Susmayacak.
HDP’ye saldırılar ve mesajlar
* Adana ve Mersin’deki HDP binalarına bombalı saldırılarda, doğal olarak dikkatler, partinin eş başkanından gelecek mesaja kilitlendi. Demirtaş da ortayı gole çevirdi: "Adana ve Mersin'de bize verilmek istenen mesajı aldık. Mesajını aldık. Sana cevabımız şudur. Seni hala Başkan yaptırmayacağız, Başkan yaptırmayacağız."
* Yine doğal olarak, hükümetin mesajı beklendi. Başbakan Davutoğlu, yine formdaydı anlaşılan. “Tarihe” geçecek (!) bir açıklama yaptı: “Provokasyon yapan kimse takip edeceğiz, sorumlularını yakalayacağız. Ama bunun üzerinden kimse mağduriyet edebiyatı yapmaya ve AK Parti’ye suç yüklemeye kalkmasın.” (Haklı tabii! Mursi üzerinden mağduriyet edebiyatı yapılabilir ama partinizin binası bombalandı diye mağduriyet edebiyatı yapılır mı! Yok artık!!!)
* Ve en ilginç mesaj. MHP lideri Bahçeli “birileri bizi HDP ile karşı karşıya getirmeye çalışıyor” dedi. Sağduyu mesajı verdi. Partisinin Hatay’daki Hande Yener konserini de, her ihtimale karşı, iptal etti.
SONUÇ: Birileri, kimbilir nasıl bir hesapla bombalı saldırılara kalkarsa kalksın.. İktidar istediği kadar gerilim politikası yürütmeye uğraşsın.. Muhalefet / toplum artık bu oyuna gelmiyor. Hadi bakayım, elinizi yıkayın, doğru sandığa!
Haluk Şahin’in Yurt gazetesinin bugünkü (21 Mayıs 2015) nüshasında yayımlanan “Aydın Doğan’ı savunmak” başlıklı yazısı şöyle:
Dikkatli okurlar fark etmişlerdir. Dün sevgili dostum Ayşenur Aslan’ın yazısının başlığı da aynen böyleydi. Onun gibi ben de uzun yıllar Doğan Grubu televizyon ve gazetelerinde çalıştıktan sonra, onun ve yöneticilerinin AKP iktidarına yaranmak için yaptığı tasfiyelerde gemiden attığı gazetecilerden biriyim.
Ve onun gibi ben de, kaybetme korkusu ile artık iyice zıvanasından çıkmış olan bu iktidarın dört bir koldan saldırdığı Aydın Doğan’ın savunulması gerektiğini düşünüyorum. Özgür basına ve demokrasiye inananların başka türlü davranması söz konusu olamaz. Aydın Doğan’ın ve medyasının da tasfiyesi zaten “özgür olmayan ülkeler” kategorisine düşmüş olan Türkiye’nin o kategori içinde de diplere inmesiyle sonuçlanacak, Türkiye’nin paryalaşma süreci hızlanacaktır. Sonrası zifiri karanlıktır.
Hak ediyor mu Aydın Doğan bizim tarafımızdan savunulmayı? Kısa bir değerlendirmenin tam zamanıdır.
***
Aydın Doğan’ın “günahları ve sevapları” diye bir liste yapmak geçti aklımdan. Ama sonra bunun son yıllarda iyice yaygınlaşmış olan dinsel söylemin tuzağına düşmek olacağını farkettim. Günah-sevap bilançosu yapmak benim işim değil. Ama kıdemli bir iletişim hocası ve ifade özgürlüğü savunucusu olarak, onun bir medya patronu olarak başarılarından ve başarısızlıklarından söz edebilirim.
Bence, Aydın Doğan’ın en büyük başarısı, Hürriyet gazetesini öldürmemek olmuştur. Hürriyet gazetesi iniş çıkışlara, bazı büyük faullere rağmen, hala Sedat Simavi’nin 1 Mayıs 1948 yılında yayınladığı gazetedir; ruh olarak öyledir. Habere öncelik veren, toplumun tüm katmanlarına seslenmeye çalışan, eğlence ile enformasyonu dengeli bir biçimde birleştiren “popüler”bir gazete. Bu yüzden çok satılan, gündem oluşturan bir gazete.
Sanırım, iktidarı ve onun kirli havuzundakileri çileden çıkarak da budur: “Bu gazete”nin her birinden, hatta belki tümünün toplamından daha fazla satıyor, okunuyor, dikkate alınıyor olması!
“Gazete nasıl öldürülür ki?” diyenler olabilir. Öldürülür, Aydın Doğan istese Hürriyet’i öldürebilirdi. Soruyu soranlara Milliyet gazetesine bakmalarını öneririrm. Abdi İpekçi’nin “marka”sının ruhu, bizzat onu satın alanlar tarafından yok edilmiştir. Bu Milliyet o Milliyet değildir, ama bu Hürriyet üç aşağı beş yukarı, Sedat Simavi’nin Hürriyei’idir. Bunun puanını Aydın Doğan’a vermek lazım. Oysa Hürriyet’i öldürmesi için kimbilir ne teklifler almıştır!
***
Aydın Doğan’ın en eleştirilecek yanı, gazete patronluğunu küçümseyip büyük işadamlığı hevesine kapılması ve elindeki medyayı zaman zaman bu hevesine alet etmesi olmuştur. Evet, bunu hiçbir zaman bir Cem Uzan ya da Dinç Bilgin hoyratlığı ile yapmamıştır, ama yapmıştır. Şimdi Erdoğan, bu zaafı ona karşı kullanıyor.
Tabii, Doğan’ın yaptıkları şimdiki kirli havuzun sahibinin ve mensuplarının yaptıkları yanında hiç ölçüsündedir.
Aydın Doğan’ın bir başka eleştirilecek yanı, büyük işadamlığı hevesi uğruna, AKP iktidarına çeşnicibaşılık yapmayı reddetmemiş olmasıdır. Nice yazarlar, televizyoncular, editörler muhabirler onun tarafından o azgın canavara lokma lokma sunuldu. Sanıldı ki, o canavar, diyelim Ayşenur Aslan’ı mideye indirince yatışacaktır. Oysa tam tersi oldu: Tadı damağında kaldı, daha fazlasını, daha fazlasını istedi. Sonunda gelinen nokta ortada. Şimdi bizzat Aydın Doğan’ı istiyor.
İşte buna karşı çıkmak gerekiyor. Yapılmak istenenler yasalara aykırı olacağı için, medyayı daha da çölleştireceği için, Türkiye’nin paryalaşmasındaki son evreyi garantileyeceği için.
Ve tabii, Aydın Doğan, her şeye rağmen Hürriyet’i öldürmediği için!
© Tüm hakları saklıdır.