Gündem

Diyarbakır'da sokağa çıkma yasağının olmadığı bölgelerde neler yaşanıyor?

İsmet Berkan: Işıl ışıl kafeler canlı ve dolu. Lokantalar, akşam yemeği için saat erken olmasına rağmen yükünü almışa benziyor

30 Aralık 2015 15:10

Sokağa çıkma yasağının 29 gündür devam ettiği Diyarbakır’ın Sur İlçesi’ne giden Hürriyet muhabiri İsmet Berkan, Sur’un sokağa çıkma yasağı olmayan bölgelerine gitti. Çok sayıda insanın hayatını kaybettiği Sur ilçesinin sokağa çıkma yasağı olmayan bölgelerindeki ve çevresindeki yerleşim bölgelerine giden Berkan, bölgenin eğlence mekanlarını, pastanelerini, AVM’lerini yazdı. 

İsmet Berkan’ın Hürriyet’te yayımlanan haberi şöyle:

Gündüz, Sur’daki çatışmaları anlamaya çalışmakla geçti zaman. Hava karardıktan sonra Sebati Karakurt’la rotamızı Diclekent’e çevirdik. Lüks ve yüksek apartmanların alt katları kafe, lokanta, bar... Işıl ışıl kafeler canlı ve dolu. Lokantalar, akşam yemeği için saat erken olmasına rağmen yükünü almışa benziyor. Dikkatimi, İstanbul ve Eskişehir’in ünlü eğlence mekânı Hayal Kahvesi çekiyor. Şoförümüz burada her hafta canlı müzik olduğunu anlatıyor, içeride masalar dolu ama hıncahınç da değil; çünkü saat daha erken.

Diyarbakır şehir merkezinin nüfusu 1 milyona yakın. Şehir merkezi deyince de dört ilçeyi kastediyorum: Sur, Bağlar, Kayalar ve Yenişehir. Tarihi merkez elbette Sur.

Kentte tarihi surların içinde kalan bölge. Yenişehir, adından da anlaşılacağı gibi 60’lı yıllardan itibaren sur dışında kurulmaya başlanan bölge. Bağlar ve Kayalar’ın şehir merkezine dahil olması ve yoğun yerleşime konu olması ise 80’lerden itibaren.Son on yıl Diyarbakır, Kayalar ilçesinde gelişmiş. Burada yapılan ve çok geniş bir alana yayılmasına rağmen insanlar tarafından ‘Diclekent’ olarak adlandırılan bu yeni bölge, inanılmaz genişlikteki bulvarları, yüksek binaları, planlı yapılaşması, kent ormanı ve belediye tarafından yapılmış şık parklarıyla, şehrin yeni çekim noktası.

Gündüz Sur’da, ilçenin neredeyse yarısındaki çatışmaları ve polis-asker ablukasını anlamaya çalışmakla geçti zaman. Hava karardıktan sonra Sebati Karakurt’la birlikte bu kez Diclekent’e çevirdik rotamızı.Yüksek ve ‘lüks inşaat’ kabul edilmesi gereken apartmanların alt katları hep kafeler, lokantalar ve barlar.Işıl ışıl kafeler canlı ve dolu. Lokantalar, akşam yemeği için saat erken olmasına rağmen yükünü almışa benziyor. Geçerken dikkatimi, İstanbul ve Eskişehir’in ünlü eğlence mekânı Hayal Kahvesi çekiyor. Şoförümüz burada her hafta canlı müzik olduğunu anlatıyor, içeride masalar dolu ama hıncahınç da değil; çünkü saat daha erken.

Şehrin eski ‘modern merkezi’ Yenişehir’de de lokantaları, kadayıfçıları gezdik, meyhanelere ve müzikli yerlere baktık, hepsi şikâyetçiydi, ‘İşler en az yüzde 80 azaldı’ diyorlardı. Düşünün, ünlü kadayıf ve künefeci Sıtkı Usta’da bile işler azalmış. Ama Diclekent’te böyle dramatik bir müşteri düşüşü yoktu, ‘Evet biraz azaldı ama biraz’ dedi bir işletme sahibi.Alışveriş merkezlerinde de benzer bir durum var. Diclekent’te iki büyük AVM’nin açılmasıyla şehrin ilk büyük modern AVM’si Yenişehir’deki Galeria ciddi bir çöküşe geçmiş. Diclekent’teki AVM’lerde yılbaşı alışverişi canlılığı görünüyordu.Yani anlayacağınız, Diyarbakır’da da hayat bir biçimde devam ediyor.

DAHA havaalanında bindiğimiz taksinin şoförü, Sur’daki durum için ‘abluka’ terimini kullandı. Doğru bir terim. Taksiciye göre durum faciaydı, insanlar perişandı, bütün şehir perişandı. “Bitsin abi bu iş” dedi; “Masaya otursunlar, barış gelsin”. Peki nasıl gelecek? “Tayyip Erdoğan getirir barışı abi” dedi. Nasıl getirecekti? “Çekecek askeri-polisi, gelin oturalım diyecek...”Sabahın kör vaktinde bu cümleleri dinlediğimde bunun genel bir görüş olduğunu bilmiyordum; meğer gün boyu karşılaşacağım pek çok Diyarbakırlının ortak hissiyatı buymuş. Dün de yazdım, terör örgütü PKK’nın yaptığı ‘hendek siyaseti’ni onaylayana, yüksek sesle savunana rastlamadım ama eminim bunu yapanlar vardır. Yalnız insanlar PKK’yı onaylamasalar, hatta bu ‘hendek siyaseti’ne kızsalar dahi çözümü Kandil’den değil Ankara’dan bekliyorlar.

Halil’e hava karardıktan hemen sonra Dağkapı’nın 50 metre ötesinde bir lokantanın kapısında rastladık. Lokantada garsondu, Sur’a girdiğimizi öğrenince “Abi nasıldı içerisi” diye sordu. Diyarbakırlılar en az bizim kadar Sur’da ne olup bittiğini merak ediyordu, çünkü polis kimseyi içeri bırakmıyordu.Evi Sur’daymış, “Babam 1951’de orada almış evi, biz yedi kardeş orada doğduk büyüdük, çocuklarım orada doğdu, şimdi evim yıkılmış durumda” dedi, “Hasta annemi ve kendi karımla çocuklarımı zor kurtardım, akrabalarımıza sığındık, gidecek bir yerimiz de yok.”Evi Kurşunlu Cami’nin yakınındaymış, hemen önünde hendek kazılmış, hendek patlatılınca da evleri yıkılmış. “Nasıl bitecek, ne zaman bitecek” diye bize soruyor; bizim de bir cevabımız olmadığını öğrenince aynen sabahki taksici gibi, “Bu işi Tayyip Erdoğan çözer” diyor. Sur’da bir aydır elektrik yok, su yok... “Hadi elektriksizlik neyse de insan susuz nasıl yaşar” diye soruyor. Ona göre içeride kalan sivil sayısı valiliğin tahmini olan 2-4 binden daha fazla. “Daha çok da yaşlı ve hastalar var” diyor, “Çıkamadılar dışarı…”

Bir başkası yolda durduruyor beni tanıyıp. Halen Sur’da yaşıyor, çatışma bölgesinin birkaç yüz metre ötesinde. “Önce kaçtık, ama akrabalar da bizden sıkıldı, mecburen döndük geri” diyor. Dağkapı’ya çok yakın evi, polisler izin veriyormuş girip çıkmasına. Cep telefonundan evinin camından çektiği bir videoyu gösteriyor, ileride Kurşunlu Cami’nin minaresi görünüyor, ötesine top mermisi düşüyor, dumanlar yükseliyor.O da aynı şeyi söylüyor: “Bu işi Tayyip Erdoğan çözer...” Çözer de nasıl? Buna cevap yok. Onlarca insanla konuştuk gün boyu; Diyarbakırlı sinirli, Diyarbakırlı üzgün, en önemlisi Diyarbakırlı kırgın. En büyük kırgınlık, kendilerinin bu yaşananların mağduru olduğuna bakılmaması ve onlardan taraf tutmalarının istenmesine.

HASAN Cemal, 12 Eylül sabahı tank sesiyle uyanmıştı, ben de Diyarbakır’da top sesiyle uyandım. Daha gece ilerlememişti, Büyükşehir Belediyesi’nin önünde bir süredir yaşamı savunmak için eylem yapan sağlık çalışanlarının çadırının önündeydik, önce uzaktan bir paletli araç sesi duydum, sonra bir uğultu. Ben ve Sebati’den başkla irkilen olmadı bu sese. Az sonra anlaşıldı, jandarma özel harekât timleri, önde bir paletli tank ve arkada devasa zırhlı personel taşıyıcı Kirpi’lerle bir konvoy halinde önümüzden geçti, birkaç yüz metre ötedeki Dağkapı’dan Sur’a girdi.

Birisi, “Vardiya değişimi” dedi; polis özel harekâtta da jandarma özel harekâtta da vardiya değişiyor, içerideki operasyon kesintisiz devam ediyor. İçeride tanklar ve toplar var. Bunlarla hendeklere ve onun önündeki mevzilere atış yapılıyor, mevziler yıkılmaya, varsa tuzaklanmış hendekler bu yolla uzaktan patlatılmaya çalışılıyor.

Adı bende saklı bir Surlu, “O mevzilerde ve hendeklerde insan yok, daha çok yüksek binalarda PKK... Ama top mermileri de zor yıkıyor mevzileri, çünkü ne buldularsa doldurdular tahkim ettiler mevzileri” diyor. Gün boyu işte bu mevzileri yıkmaya çalışan topların seslerini duyduk Diyarbakır’ın her yerinde. Eğer mevzi yıkılır ve patlarsa bu kez devreye diğer zırhlı buldozer giriyor, hendeği mevzinin taşı toprağıyla doldurup kapatıyor, orayı düzlüyor. Eğer evler de emniyete alınır, etrafta silahlı kimse kalmazsa bu kez DSİ’nin kamyonları geliyor...

Top atışları gece boyunca da sürdü. Sebati Karakurt, “Alışıyor insan kulağı zamanla, duymamaya başlıyor” dedi ama ne mümkün, gece uykumdan uyandım, saat sabahın 02.30’u, top sesleriyle. İşin en kötüsü, koca bir şehir ve onun 1 milyona varan nüfusu için top seslerinin içinde yaşamanın gündelik ‘normal’lerden biri haline gelmesi.