Politika

Davutoğlu: Sınırda DAEŞ istemiyoruz, operasyonlarda kara gücünü devreye sokmayacağız

Başbakan Davutoğlu'nun gazetelerin genel yayın yönetmenleriyle yaptığı toplantıdan öne çıkan notlar...

27 Temmuz 2015 11:13

Başbakan Prof. Ahmet Davutoğlu, önceki akşam bir grup gazetenin genel yayın yönetmeniyle yaptığı sohbet toplantısında, IŞİD'in (DEAŞ) Suruç saldırısına verilen yanıtın ardından Türkiye'nin sınır bölgesindeki en önemli hedefini "DEAŞ'ı görmek istemiyoruz" olarak açıkladı. Davutoğlu, "O civarda bundan sonra Suriye bağlamındaki hedefimiz nedir... Hedefimiz, sınırımızda DEAŞ görmek istemiyoruz. Nasıl yaparız, hangi aşamalarda yaparız, o bizde mahfuz ama görmek istemiyoruz. Yerine ne geçecek, ılımlı muhalefetin oraya yerleşmesini istiyoruz" diye konuştu. 

Davutoğlu, Beşiktaş'taki Başbakanlık ofisinde gerçekleşen buluşmada IŞİD'e karşı mücadele için İncirlik Üssü'nün ABD'ye açılması konusunda varılan mutabakatın bazı ayrıntılarını da açıkladı. Davutoğlu, bu çerçevede İncirlik'in açılması karşılığında ABD'ye öne sürülen bazı taleplerin belli ölçülerde karşılandığını da söyledi. Başbakan, bu çerçevede Türkiye'nin kara gücü sokmayacağını, DEAŞ'ın yerini ılımlı unsurların doldurmasının hedeflendiğini anlatarak, bu unsurlara 'hava desteği' sağlanacağını vurguladı.

Davutoğlu'nun gazetelerin genel yayın yönetmenleriyle yaptığı görüşmeye katılan isimler arasında yer alan Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Sedat Ergin'in "Sınırda DAEŞ istemiyoruz" başlığıyla yayımlanan (27 Temmuz 2015) yazısı şöyle:

 

'Kara gücü sokmayız'

 

-ABD ile bazı yaklaşım farklılıklarımız vardı. Biz kapsamlı bir strateji ihtiyacına dikkat çekiyorduk. İkincisi, mülteciler için güvenli bölgeler oluşturulsun, üçüncüsü Suriye'nin geleceğinin belirlenmesinde ılımlı unsurlara yer verilsin. Ama görüş birliği içinde olduğumuz konular da vardı. Geldiğimiz noktada, yapılan anlaşma içinde bizim kaygılarımızı veya beklentilerimizi gideren unsurlar derç edildi belli ölçülerde. Bunun detayına girmem. Ama mesela air cover (hava koruma) önemli bir husus. DEAŞ'a karşı mücadele eden Özgür Suriye Ordusu veya ılımlı unsurların havadan korunması... Alana biz kara gücü sokmayacaksak –ki sokmayacağız-  orada kara gücü olarak bizimle işbirliği yapan belli unsurların korunması. Bir de eğit-donat faaliyeti istenilen hızda olmasa da yapılır hale geldi. Burada nihayet şartların gerektirdiği, ihtiyaçların karşıladığı bir ortak zemin oluştu. İncirlik de dahil olmak üzere koalisyon ile işbirliği yapmak konusunda mutabık kalındı. Önümüzdeki günlerde gerekli adımlar atılacak.

 

Denklem değişti

 

-Davutoğlu, ayrıca Türkiye'nin son Irak ve Suriye harekâtlarıyla bölgede yeni şartların ortaya çıktığını belirterek, şöyle konuştu: "Bir kere herkesin bu şartları bu çerçevede doğru okumasını bekliyoruz, herkes bunu anlasın ve kendi konumunu gözden geçirsin diye bekliyoruz. Gerek Türkiye içindeki siyasi aktörler, gerek bölgedeki aktörler,  eminim  23 Temmuz ile 25 Temmuz'un ayrı iki dönem olduğunu fark etmişlerdir. Gücünü etkin bir şekilde kullanan bir Türkiye'nin mevcudiyeti Suriye'de, Irak'ta, bölgede denklemleri değiştirebilecek sonuçlar doğurur, bunu herkesin görmesi lazım.

 

Kılıçdaroğlu yorumu: Çok farklı, bu güzel

 

-Aslında 7 Haziran'dan sonra gerilimli bir dönem yaşamıyoruz. Bu güzel bir şey. Bütün toplumsal kesimlerin payı vardır ama en fazla bizim AK Parti olarak bizim benimsediğimiz yol ve yöntemin rolü oldu. Şimdi geldiğimiz yerde siyasetin rasyonelleştiği ve meşruiyet sınırları içinde yapılabileceklerin araştırıldığı bir psikolojiye evrildi siyaset. Bu güzel bir şey, rasyonelleşti. Kılıçdaroğlu, Bahçeli ve HDP ile konuştuk. Şimdi de heyetlerimiz konuşuyor. Mesela Sabah ile Yeni Şafak'a Kılıçdaroğlu'nun verdiği röportajdaki mesajlar, 8 Haziran'da Kılıçdaroğlu'nun verdiği mesajlardan çok farklı, bu güzel bir şey. Sabah ile Yeni Şafak'ta gördüğüm, kaygısını ifade eden ama hissiyattan daha uzak, bir bloklaşmadan, AK Parti karşıtlığından çok, bir şey bulmaya çalışan bir yöntem. Bizim de görmek istediğimiz bu. Bu olursa, koalisyon kursak da ülke kazanır, kuramayıp seçime gitsek de ülke kazanır. Çünkü hükümet kursanız hangi psikolojiyle kurduğunuz önemli. Hiçbir siyasi alternatif mutlak iyi ve mutlak kötü değildir. Hiçbir siyasi konjonktür mutlak avantajlı, mutlak dezavantajlı değildir. Buna nasıl baktığınız ile ilgili olarak bu şekilleniyor. Dolayısıyla ben 8 Haziran'a göre çok daha rasyonel, daha iletişime ve diyaloğa açık bir siyasi ortam görüyorum. Bunun tek istisnası, HDP'nin terör olayları nedeniyle takındığı tırmandırıcı dildir. Ama ümit ederim onlar da bütün bu yaşananlardan ders alırlar ve siyasetin ancak rasyonel müzakere yöntemiyle yaşanabileceğini görürler, silah ile şiddet ile değil. O bakımdan iyimserim, Türkiye'deki siyasi ortam ve siyasi aktörler arasındaki ilişkiler bakımından daha iyi bir noktada olduğumuzu düşünüyorum. Bunu bir şey elde etmiş anlamında söylemiyorum ama mesela 7-8 Haziran'da Cumhurbaşkanlığı makamıyla ilgili ifade edilen hususların bugün ifade edilmiyor olması önemlidir. Ben partilerle görüşmeye giderken hiçbir şekilde konuşmam derken kastettiğim de bu. Hükümet ortaklığı ile ilgili olmayan konuları masaya getirmeyelim. Bir gerilimi arttıracak konuları masada tutmayalım. Seçime kadar siyasetin sosyolojisi önemliydi, şimdi siyasetin psikolojisi önemli. O psikolojiyi yönetmek lazım.

 

'Halk tek parti iktidarı demedi'

 

-8 Haziran'dan sonra son derece ilkeli bir tutumla resmi doğru okumaya çalıştık. Halk tek parti iktidarı demedi, hükümet ortaklığı dedi. Bunun gereğini yapmaya çalışıyoruz. Hükümet kuruluşunu geciktirmeden yerine getirmeye çalışıyoruz. Olmayacağı zaman da yine meşruiyet sınırları içinde nelere yapılacağı da belli.

 

Taşımalı oy kullanma sistemi getirilmeli

 

-Gerek 2014 yerel seçiminde, gerek Cumhurbaşkanlığı seçiminde ve son seçimde (PKK tarafından) çok ciddi baskı uygulandığı da bir vaka. Hukuk devleti kuralları içinde bu baskıları nasıl göğüsleyeceğinizin de sınırları var. Mesela, bunları Seçim Kanunu'nda, Siyasi Partiler Kanunu'nda, koalisyon görüşmelerinde ele almayı planlıyoruz. Yani bir köye gelip biri tehdit ediyorsa, 'Buradan farklı bir oy çıkmayacak' diyorsa, o tehdit edilenler şikâyet etmiyorsa, yapabilecekleriniz sınırlı oluyor. Yapabileceğiniz şey, onları oy vermeye başka bir yere götürmek ama bunu da Yüksek Seçim Kurulu kabul etmedi, "Var olan Seçim Yasası buna izin vermiyor' dedi. Şimdi yeni bir hükümet kurulursa, kurulmazsa da bütün partilerle anlaşarak seçime gidilme ihtimalinde, böyle bir yasa değişikliğine ihtiyaç olduğunu düşünüyoruz. Mesela, yine yasal düzenlemeye göre oy kullanırken polis, güvenlik görevlileri oy kullanılan yerin 100 metre yakınına yaklaşamıyor ama sivil giyimli bir militan gelip kimsenin fark etmediği bir baskıyı uygulayabiliyor. Bunlar Türkiye'de hep seçim normal şartlarda yapıldığı varsayılarak konulan ve doğru kurallar. Polisin, jandarmanın sandığın yanında olması da doğru değil ama görüyoruz ki bu da istismar ediliyor. O zaman yeni yollar, yeni yöntemler bulmak ihtiyacı var, önümüzdeki dönemde bu konuda da alınması gereken tedbirler yasal değişiklikler de dahil önümüzdeki dönemde alınmak durumunda. Seçim güvenliği meselesi hepimizin ortak meselesi.

 

7 Haziran'dan bu yana PKK eylemleri

 

-Davutoğlu, "Rakamlar kimin çatışmasızlık dönemini bitirmek istediğini göstermek bakımından aşikâr" diyerek, 7 Haziran'dan 24 Temmuz'a kadar geçen süre içinde PKK tarafından gerçekleştirilen terör saldırılarının dökümünü şu istatistiklerle açıkladı:

-121 silahlı saldırı
-15 adam kaçırma
-16 yol kesme
-59 araç yakma
-53 patlayıcı madde atma
-17 haraç alma  
-Toplam 281 terör eylemi  
-Şehit edilen güvenlik görevlisi sayısı: 5
-Yaralı asker: 3
-Yaralı polis: 50 
-Kaçırılan polis: 1
-Kaçırılan köy korucusu: 1
-Öldürülen vatandaş: 4
-Yaralı vatandaş: 10

 

Türkiye Kürtlerin hamisi

 

-Biz Kürtlerin Suriye'deki kazanımlarından neden rahatsız olalım. Rahatsız olsak, Kürtlerin Irak'taki kazanımlarından rahatsız olurduk. Barzani'den rahatsız değilsek Kobani, Haseki'den neden rahatsız olalım. Ama Barzani de bizi rahatsız eden bir iş yapmıyor. Burada mesele kazanım değil, hangi politikaların izlendiğidir. Diyorlar ki Kürtlerin devleti yok; Kürtlerin devleti Türkiye Cumhuriyeti devletidir. Türkiye, Kürtlerin hamisidir.

 

'Anlayışla karşılıyoruz işbirliğine hazırız' 

 

-Mesud Barzani ile konuştuk, bana bir memnuniyetsizlik ifade etmediği gibi "Hem anlayışla karşılıyoruz hem de işbirliğine hazırız" dedi. En ufak bir memnuniyetsizlik olmadığı gibi güzel iltifatlarla desteklenmiş son derece saygılı bir konuşma oldu

(Hükümet kurma çalışmaları sürerken) Bazı çevreler Türkiye'de bir kaos ve boşluk ortaya çıkacağı hesaplarını yapmaya başladılar. Bakın 2007 seçimi sonrasında Dağlıca baskını yapıldı. Biz soğukkanlı bir şekilde bir uzlaşı anlayışı içinde hükümet kurma çalışmalarını yürütürken Türkiye'yi çok yoğun bir şiddet sarmalının içine sokmaya çalıştılar. Seçimlerle birlikte siyasal olarak tam bir uzlaşı çabasında bu tırmanış dikkat çekici. Ben bunların tesadüf olduğu kanaatinde değilim.

 

'Bu, devletin var oluş meselesiydi'

 

Cenazeler İstanbul'a geldiğinde yüzler kapatıldı, İstanbul sokaklarında silah taşındı. Verilen mesaj burada kamu otoritesi yoktur, kamu düzeni yoktur. Silahı sadece asker ve polis taşımaz şehir milisleri taşır. Böyle bir tablo. Arkasından Adıyaman'da askerimizin şehit edilmesi, ertesi günü iki polisimizin evlerinde uyurken şehit edilmesi. Verilmek istenen mesaj; kamu görevlilerinin bile güvenliğinin olmadığı bir ortamda vatandaş kendini güvende hissetmesin. Bir sokağın ortasında trafik polisimizi görev yaparken şehit ettiler. Bunlar arka arkaya geldiğinde, o andan itibaren bir devlet için varoluşsal bir mesele ortaya konmuş demektir. Devletin var veya yok olduğunun anlaşılacağı yer o andır.

 

'Kudretimizi test etmeye kalktılar'

 

Biz devlet olarak ne yapmalıyız? Birileri parçalamaya çalışıyorsa biz bütünleştirmek durumundayız, birileri ayrıştırmaya çalışıyorsa biz kuşatmak, birbirine yaklaştırmak zorundayız. Ama şefkat ve kudret devletin iki yüzüdür. Devlet şefkat yönüyle vatandaşlara davranmak durumunda ama kudret olmadan şefkat olunca acziyet, şefkat olmadan kudret olduğunda zulüm oluyor, barbarlık oluyor. Birileri bizim bu şefkat yüzümüzü görüp kudretimizi test etmeye kalktılar.

 

Alandan 'kudretini göster' çağrısı

 

Seçimden sonra bu sefer 80 milletvekili kazanmış olmanın avantajını Ankara ve İstanbul'da kullanmak, PKK'nın silahlı gücünün avantajını da bölgede kullanmak gibi ikili bir oyunun içine girdiler. Bir taraftan da Türkiye'yi IŞİD ile DEAŞ ile işbirliği yapan bir ülke gibi tanıtıp Türkiye'nin devlet olarak meşruiyetini tartışmaya açmak istediler. Şu anda onların siyasal alandaki otoriter tekelini bölgede kırabilen tek parti AK Parti. AK Parti'yi siyasal olarak bölgeden çıkarttıklarında orası kendilerinin istedikleri düzenin olduğu bir yer haline gelecek. Oradaki Kürt vatandaşlarımız da bu tehlikeyi görüyorlar ve "Bana şefkati gösterdin ama bana kudretini de göstermen gerekir" çağrısı alandan geldi bize. Bu gittikçe artan bir talep olarak gündemimize geldi.

 

'Emanet bende, gereğini yaparım'

 

Örgüt 11 Temmuz'da "Çatışmasızlık dönemi bitti" diye açıklama yaptı. Arkasından da polisimizi, askerimizi öldürmeye başladılar. O zaman işte an gelir tedbiri alırsınız. Peki bu tahrikler karşısında nasıl bir yöntem benimsenebilirdi? Sessiz kalmak, zamana yaymak... Ben başbakanlık görevini yapıyor isem bir dakika bile beklemem, gereğini yaparım. Siyasi bedeli ne olursa olsun gereğini yaparım, çünkü emanet benim üzerimde…

 

'DEAŞ AK Parti'yi tehdit görüyor'

 

Biz olabilecek her ihtimale hazırdık. IŞİD- DEAŞ'ın yaptığı terör devlete bir meydan okumaydı. DEAŞ'ın en büyük tehdit gördüğü yönetim bizim yönetim. Çünkü dünyada İslam ile demokrasiyi, insan haklarını...  Onların İslam tasavvurunun tam karşıtı AK Parti. Ona bir cevap verme zarureti zaten hasıl olmuştu. DEAŞ'a karşı yaptığımız operasyon Suruç'taki vatandaşlarımızın katledilmesine ve askerimizin sınırda şehit edilmesine verilen bir tepkidir. Askerimiz şehit edilmeseydi de 33 vatandaşımızın hesabını soracaktık. Askerimizin şehit edilmesi bunu daha da öne çekti. Gecikmesi başka zaaf oluştururdu.  Öbür tarafta PKK'nın iki polisimizi şehit etmesiyle tek boyutlu değil üç boyutlu kapsamlı bir operasyon zorunluğu ortaya çıktı. Bir boyutu Suriye'de DEAŞ'a karşı 33 vatandaşımızın ve bir askerimizin şehit edilmesine, ikinci boyut Kuzey Irak'ta şehit askerlerimiz, polislerimizin faili olarak gördüğümüz için PKK'ya karşı, üçüncü boyut da büyük şehirlerimizde her an 6-7 Ekim olayları ya da Gezi olayları gibi provokatif olaylara yönelmek suretiyle huzuru, ekonomiyi, sosyal hayatı etkileyecek hazırlıklar içinde olan çevrelere karşı...

 

'Olağanüstü hazırlık yapıldı'

 

Ve gururla ifade ediyorum. Benim zihnimde bir planlama vardı, Cumhurbaşkanımızla da görüşmüştük. Ama perşembe günü güvenlik toplantısı için bu üç boyutuyla ilgili en kapsamlı eylem planı hazırlanacak ve bu üç boyutuyla uygulamaya konacak dedik. Askere de "PKK'yı olabilecek en net ve etkin yöntemle caydırıcı ve cezalandırıcı gücünüzü göstereceksiniz". O geceden itibaren de bu üç ayaklı bir şekilde planlama devreye girdi ve üç dalga halinde gerçekleştirildi. Verilen talimattan kısa bir süre içinde olağanüstü güzel bir hazırlık yapıldı. Türkiye'nin güvenlik birimlerinin etkinliğini, profesyonelliğini gösteren bir başarı temin edildi.

 

'Türkiye'nin gücünü gösterdik'

 

Dünya kamuoyunda da hem haklılığımız konusunda hiçbir tereddüt hasıl olmadı hem de Türkiye'nin gücünü göstermesinden herkes memnuniyet ifade etti. Üç şeyi korumaya çalıştık: Birincisi, 7 Haziran sonrasında Türk demokrasisine saldırıyı korumak için yapılan bir operasyondur. Özgürlükleri korumak için kamu düzeni tahkim edildi. İkincisi, kamu düzenini koruyarak Türkiye'de herkesin bir hukuk devleti içinde gereğini yapmasıdır. Üçüncüsü Türkiye'nin caydırıcı gücünü ve kudretini bölgede muhtemel senaryolar içinde hesap eden çevrelere de göstermek. Bu da görülmüştür diye ümit ediyoruz.

-Kandil dahil Kuzey Irak'ta bilinen bütün hedefler, Suriye'de DEAŞ'ın en önemli karargâh ve yığınakları bombalandı.  Hedeflerin tümü eksiksiz bir şekilde tasfiye edildi. Etkin bir müdahale oldu. Operasyon bittikten sonra Genelkurmay İkinci Başkanı, Hava Kuvvetleri'nden subaylar bana gösterdiler; o kadar spesifik nokta atışları yapılıyor ki,  10 metre yandaki binada tek bir hasar olmuyor. Bir tek mühimmat deposu olarak kullanılan bir yerde, orada yangın devam ettiği için çevrede  şey oldu. Tek bir sivil kayıp olmadı. Suriye sınırını geçmeden güdümlü füzelerle vurdular,  bu PKK köyleri için de böyle.

 

'Bundan sonra böyle...'

 

Perşembe gününden bu yana doğu ve güneydoğudan o kadar çok destek mesajı alıyorum ki, teşekkür mesajları geliyor 'Biz devleti görmek istiyorduk' diye… PKK'nın baskıları karşısında sessiz kalan halk bundan sonra daha çok sesini yükseltecek. Bu operasyonlar hiç kimsenin sahipsiz olmadığını gösterdi, hiçbir suçun cezasız kalmayacağını gösterdi. Diyarbakır'daki öldürme talimatı Kobani'den değil Kandil'den gitmiştir. Talimatları veren Kandil dahil bütün odaklar cezalandırıldı. Bundan sonra böyle…  Bir paralel yapıyla mücadele ettik, burada da bir başka paralel yapı oluşturma çabası var, buna izin verilmeyecek.

 

'Zamanlama elimizde değildi'

 

Zamanlamayı biz tayin etmedik. Suruç saldırısı ve PKK'nın saldırısına sessiz kalsaydık bu kez DEAŞ ile işbirliği içinde olmakla, ülkeyi PKK'ya terk etmekle suçlanırdık. Daha önce Türkiye hard power'ını (sert gücü)  kullanmadan başarılı olamaz diyenler şimdi birden niye kullanıyorsunuz sert gücü diye eleştiri getiriyorlar. Peki ne yapalım? Ne yapmamız bekleniyor? Tepki verirseniz savaşa mı giriyorsunuz, vermezseniz DEAŞ'a yardım mı ediyorsunuz… Üçüncü bir yolu var mı? Zamanlama elimizde değildi. Müdahale kararı bağlamında çabuk karar verip etkin bir şekilde uygulamamız doğru bir zamanlamaydı. Bir hafta sonra olsaydı olayların nereye doğru seyredeceğini  mümkün değildi. Hiç kimsenin beklemediği kadar hızlı, hiç kimsenin belki öngörmediği kadar belki  etkin bir operasyon olduğu kanaatindeyim.

 

HDP için koşul

 

-Silahlı gruplar Türkiye'yi terk edecek. Kamu düzeni müzakere edilecek bir husus değil. Dolayısıyla madem HDP diyalogdan söz ediyor, her şey konuşulabilir diyor, gitsinler kiminle konuşurlarsa konuşsunlar; ister Kandil  ile ister orayla, "Çıkın bu ülkeden, silahlı gruplar bu ülkeden çıksın" desinler. Önce silahlı gruplar terk edecek. Öcalan normal bir mahkûm olarak Türkiye'de avukatı ile yakınlarıyla görüşür ama bir siyasi  heyetle görüşmesi için önce o siyasi heyetin teröre karşı açık ve net bir şekilde tutum almasını bekleriz. Bütün silahların bırakılacağı ve silahlı grupların Türkiye'yi terk edeceği hususunda hem beyan hem de adımın atılması gerekir. Bunu görmeden sadece bir süreç devam ediyormuş gibi bir görüntü vermek için yapılacak ziyaretlerde bir fayda mülahaza etmiyoruz.

 

'Suriye politikamız destan'

 

Sayın Cumhurbaşkanımız da ben de Suriye politikası nedeniyle çok eleştirildik. Ama ikimiz de sıradan insanlar olarak kimin karşısına çıkarsak çıkalım Suriye konusunda başımız dik durur. Çünkü kapıyı kapatmadık, biz görür müyüz göremez miyiz bilemem ama onlarca yıl sonra bile bir destan yazılacak bu konuda.

 

'Terörün matematiği olmaz'

 

PKK'yı çok, DEAŞ'ı az vurdular diyorsa birileri, terörün matematiği de olmaz, geometrisi de olmaz… O az, o çok olmaz,  herkese hak ettiği cevap verilir. Burada önyargılı bir tutum söz konusu. İkisi de teröre karşı mücadeledir. Her ikisinde de kafamız net.