Gündem

"Cumhuriyet davasında masumlar çoktan kazandı, herkes zarların hileli olduğunu biliyor"

"11 Eylül'de hiçbir öngörüye gerek kalmaksızın hepsini istiyoruz"

10 Eylül 2017 12:57

"Dışarıdaki Gazeteciler" İnisiyatifi'nden Timur Soykan, "terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına ve anayasal düzene karşı suç işlemek" iddiasıyla tutuklanan ve tutuksuz yargılanan Cumhuriyet yönetici, yazar, muhabir ve avukatları hakkındaki davayla ilgili olarak "Bu dava bitti ve masumlar çoktan kazandı. Çünkü davalar sadece iktidarın kabus gibi çöktüğü duruşma salonlarında görülmez. Toplumun ortak bir aklı vardır ve insan aklıyla alay eden bu dava orada biter" dedi. 

Elif Ilgaz da, Leonard Cohen'in “Herkes zarların hileli olduğunu biliyor” sözünü hatırlatarak "İnanılmaz adaletsizlikler oluyor, herkes olan bitenin farkında ama sinmiş, konuşmuyor" ifadesini kullandı.

Gazeteciler Elif Ilgaz, Timur Soykan ve Canan Coşkun'un, Evrensel'den Çağrı Sarı'nın sorularına verdiği yanıtlar şöyle:

Cumhuriyet gazetesi ile dayanışmayı örgütlemek için haberleşme amaçlı bir WhatsApp grubu kurdu gazeteciler ve bir süredir hükümet kontrolündeki medyanın hedefindesiniz. Grubun adı neden ‘dışarıdaki gazeteciler?’

Elif Ilgaz: Maalesef Türkiye, dünyanın en büyük gazeteci cezaevine dönüştü. Şu an 160’ın üzerinde gazeteci hapiste. En cılız muhalif sesin bile susturulduğu, trajikomik iddialarla gazetecilerin hedef gösterilerek, yargılandığı ve siyasi kararlarla tutuklamaların yapıldığı, hukukun askıya alındığı bir dönemden geçiyoruz. Böyle bir dönemde basın özgürlüğü mücadelesi vermek, tutuklu gazeteci dostlarımızın sesini duyurmaya çalışmak, yargılanan meslektaşlarımızın yanında olmak elbette belli bir riski de göze almayı gerektiriyor. Bugün ‘dışarıdayız’ fakat yarın sırf meslektaşlarımıza destek olduğumuz, onların davaları için kampanya yaptığımız için ‘içeride’ olabiliriz. Yani ‘içeri’yle ‘dışarı’ arasındaki mesafe o kadar az… Ayrıca ‘dışarıdakiler’ demek ‘içeridekiler’in varlığına da işaret ettiği için bu isme karar verdik. Öte taraftan bizler için bir eksikliğin de ifadesi... İçeriyle dışarı bir araya gelince, yani onlar özgür olunca tam olacağız.  

"Amacımız insanların haber alma hakkını korumak"

Nasıl bir ekip Dışarıdaki Gazeteciler? Bu grubun amacı ne? Ne yapıyorsunuz?

Timur Soykan: Dışarıdaki Gazeteciler, pek çoğu farklı görüşlere sahip ama basın özgürlüğü için bir araya gelmiş fikir emekçileri. Meslektaşlarımızı ve mesleğimizi savunmak gayreti içindeyiz. Sadece gazetecilik yaptıkları, hakikati savundukları için arkadaşlarımız kumpas davalarla aylardır cezaevinde. Onların tek yaptığı halka gerçekleri anlatmak. Ama iktidardakiler hakikati anlatan gazetecileri sindirmek için uzun süredir sistemli bir baskı uyguluyor. Siyasi güçleriyle gerçekleri bastırabileceklerini zannediyorlar. Artık yıllardır medya patronlarına uyguladıkları baskıyla yarattıkları sansürle yetinmiyorlar. Korku imparatorluğunun kurbanları olarak gazetecileri hapsediyorlar. Amacımız bu baskıya direnmek. Tüm insanların haber alma ve haber olma hakkını korumak. Gazeteciliğin bu ülke için, dünya için önemini anlatmaya çalışıyoruz. Biz işimizi yapmazsak insanların hak ettiği demokraside yaşaması mümkün değil. Yolsuzluklar, devletin vatandaşına karşı işlediği suçlar, skandallar ve daha nice bilgi insanlara ulaşmazsa iktidarın hoyrat gücü denetlenemez. İnsanlar, devletin o gücü karşısında haklarını nasıl kullanabilir? Gerçeği nasıl öğrenebilir. Tutuklu gazetecilere kurulan kumpası deşifre ederken sansürün, basın üzerindeki baskıların sadece gazetecileri değil, tüm toplumu ilgilendirdiğini anlatmaya çalışıyoruz. Haber alma hakkına insanları sahip çıkmaya çağırıyoruz. Bunun için eylemler, basın açıklamaları, sosyal medya kampanyaları yapıyoruz. Dava süreçlerini topluma aktarıyoruz.

Elif Ilgaz: En öncelikli meselemiz tutuklu gazetecilerin sesini duyurmak, uğradıkları haksızlığı görünür kılmak... Herkesin her şeyi bildiği ama konuşmadığı sustuğu bir dönemden geçiyoruz. Leonard Cohen’in şarkısında olduğu gibi “Herkes zarların hileli olduğunu biliyor” İnanılmaz adaletsizlikler oluyor, herkes olan bitenin farkında ama sinmiş, konuşmuyor. Gazeteciler de öyle… Bir çok meslektaşımız işsiz kaldı, birçoğu da işsiz kalma, yargılanma ve cezaevi tehdidinden susuyor. Susmayanlarsa ya mahkeme kapılarında, ya da cezaevlerinde. Sıkıştırıldığımız bu alandan kurtulmak, mesleğin onuruna sahip çıkmak, basın, ifade özgürlüğü ve mesleki dayanışma için de bir aradayız.  

İlk olarak 2011’de Ahmet Şık gözaltına alındığında, Beşiktaş’taki eski DGM’nin önünde yan yana geldik. Yan yana geldik diyorum çünkü birbirinden habersiz bir şekilde oraya Ahmet’in yanında olmak, desteklemek için gitmiştik. Birbirini tanımayanlar da vardı. Ama o günden sonra hiç ayrılmadan, çoğalarak devam ettik.

Cemaatin tüm muhalifleri yargılayıp hapsettiği, korku imparatorluğu yarattığı o dönem, bir avuç gazeteci yapılan adaletsizlikleri anlatmaya çalıştık. Bugün ise, yargı Ahmet Şık’la Cemaat bağlantısı kurmaya çalışıyor, bizlerse Ahmet ve onunla aynı davadan tutuklu meslektaşlarımızla dayanışma gerçekleştirdiğimiz için gazete manşetlerindeyiz. Yok kaos planıymış, yok isyan çıkartacakmışız… Gülerdim ama böyle saçma iddialarla adam tutukluyorlar.

"Bizim için onur madalyası"

Neden bu kadar hedeftesiniz? Star’ın Yeni Şafak’ın sizi bu kadar haber yapmasının ve hakkınızda çeşitli iddialar sunmasının nedeni nedir?

Hilmi Hacaloğlu: Öncelikle gazetecilerin gazetecileri hedef göstermesi utanç verici. Biz onlar adına utanıyoruz. Gazetecilik, tanımı gereği bir şeyi sorgulamayı içinde barındırır. Önüne konanı, eline verileni yazınca bu işin adı gazetecilik olmaktan çıkıyor, siparişçilik veya bavulculuk oluyor. O kurumlarda da bu işleri gazetecilik olarak görmeyen meslektaşlarımız olduğunun farkındayız. Bizi hedef gösterdikleri içerikler, bizim için onur madalyası. Evet biz hapisteki meslektaşlarımızla, dayanışma içindeyiz. 24 Temmuz’daki ilk Cumhuriyet davası öncesi toplumsal farkındalık yaratmak üzere bir araya geldik. O gün geldi geçti? Görüldüğü gibi hiçbir isyan/kalkışma olmadı. Çünkü bu grubun amacı gazetecilik dayanışması gerçekleştirmektir. Bu haber diyemeyeceğimiz içeriklere imza atanlara gelince, pişman olmadıklarından eminiz.

Timur Soykan: Bu meslekte iyilerin ve kötülerin çizgi roman, filmlerdeki gibi net olduğu bir dönem yaşıyoruz. Bir tarafta basın özgürlüğünü savunan, halka gerçekleri ulaştırmaya çalışanlar var. Bu iyi taraftakiler ya hapiste ya işsiz ya da sansürün baskısı altında. Diğer tarafta iktidara yaltaklanmak için herkesin yalan olduğunu bildiği argümanları kendi kişisel menfaatleri için yazanlar anlatanlar var. Geçmişte güç Fethullahçılarda olduğunda onların eteğini öpüyorlardı. AKP-Cemaat suç ortaklığının kumpas davalarında tetikçilik yapıyorlardı. Şimdi yeni dönemin kumpaslarında yeni yalanlarla sahnedeler. İşin kötüsü söylediklerinin yalan olduğunu herkesin bildiğini de biliyorlar. Yeni dönem kumpasçılarının talimatlarıyla da bize saldırıyorlar. Çünkü gerçeği halkın öğrenmemesi için görevlendirilmişler.

"Bu çürük bir iddianame"

Dışarıdaki Gazeteciler Cumhuriyet iddianamesi düştüğü ilk andan itibaren çeşitli vesilelerle iddiaların yalan olduğunu aktardı. Kamuoyunun bir kesimi bu iddianamenin çürüdüğünü söylüyor.. Neden çürük bir iddianame?

Canan Coşkun: İddianamenin çürük olduğu iddianamenin ortaya çıktığı gün tescillenmişti aslında. Çünkü O Dönemin Hükümet Sözcüsü Numan Kurtulmuş bu operasyonun gazetenin yayın politikası ile ilgili olmadığını, vakıf yönetimine ilişkin olduğunu söylemişti. İddianame çıktığında gördük ki içinde 657 kez ‘haber’ kelimesi geçiyor. Bu yargılama bal gibi gazetenin yayın politikasını hedef alıyordu. İddianameye konu haberler, Basın Kanunu’nun öngördüğü 4 aylık dava açma süresinde bir soruşturmaya konu edilmemiş, soruşturmaya konu edilip takipsizlik kararı ile sonuçlanmış ya da zaten hakkında bir yargılamanın yürüdüğü haberlerdi. Suç olarak iddianameye konu edilen haberler ise bilirkişinin cımbızlama yöntemiyle suçmuş gibi lanse ettiği haberlerdi.

İddianame çürük çünkü, asliye hukuk mahkemelerinin görev alanına giren bir vakıf seçimi davasını ceza soruşturmasının konusu haline getirdi. Cumhuriyet Vakfı seçimlerinde seçilemediği için bu konuda yazılar yazan Alev Coşkun, ‘yayın politikasında değişiklik olduğu, bu nedenle tirajların düştüğü’ iddiasında bulundu. Coşkun’un gerçeği yansıtmayan iddiasına kanan savcılığın talebi üzerine Basın İlan Kurumunun dosyaya yolladığı tiraj rakamları üzerinde de oynama yapıldığı ortaya çıktı. Bu yönüyle iddianame yalnızca çürük değil, yalanlar üzerine kurulu. 

İddianame çürük çünkü pide sipariş etmek veya parke döşetmek suretiyle örgüte yardım edilmez. “ByLock kullanıcısı kişilerle ve FETÖ soruşturması şüphelileriyle telefon görüşmesi şeklinde” bir suçlama yarattılar. Üstelik ‘görüşme’ diyerek de gerçeği perdelediler çünkü bunların çoğu tanımadıkları kişilerden gelen karşılık verilmeyen mesajlar. Ayrıca sizi arayan kişinin telefonunda hangi programın yüklü olduğunu bilemezsiniz. Bu suçlama öylesine saçma ki örneğin Hakan Kara’ya “Şubat 2013’te ByLock kullanıcısı biri sizi aramış” deniliyor. O tarihte ByLock yoktu bile.

İddianame çürük çünkü bütün TV kanallarında hâlâ reklamları dönen ve 2014’ten bu yana hakkında FETÖ soruşturması olduğu söylenen ETS Turizm’i arama şeklinde bir suçu barındırıyor. Bu şirketi kaba bir hesapla 2014’ten bu yana 2.4 milyon kişi aradı. Bu çürük iddianame ile 2.4 milyon şüpheli yarattılar. 

Bu iddianame tanıkları itibariyle de çürük ve hatta kokuşmuş. Tanıklardan biri artık sağır sultanın bile uzun yıllar Gülen Cemaati içinde yer aldığını bildiği Hüseyin Gülerce, biri de tetikçiliği ile meşhur Cem Küçük. Fazla söze gerek yok sanırım. 

Timur Soykan: Bu dava bitti ve masumlar çoktan kazandı. Çünkü davalar sadece iktidarın kabus gibi çöktüğü duruşma salonlarında görülmez. Toplumun ortak bir aklı vardır ve insan aklıyla alay eden bu dava orada biter. Aynı AKP ile Fethullahçıların eski ortak kumpaslarında olduğu gibi yalanlar tutmuyor. İftiralar çöktüğünde yargılayanlar sanık yargılananlar itham edenler oluyor. Bu davanın ilk duruşmasında bu gerçekleşti zaten. 

"Herkesi adalet için Silivri'ye bekliyoruz"

Cumhuriyet davasının 2. duruşması 11 Eylül’de başlıyor. Sizin öngörünüz nedir? Ne olacak bu davada?

Canan Coşkun: Bu dava daha iddianamenin çıktığı gün çökmüştü. Bu iddianame ile bir gün bile içeride kalmamaları gerek. İlk günden itibaren söylediğimiz gibi 11 Eylül’de de hiçbir öngörüye gerek kalmaksızın hepsini istiyoruz.

Timur Soykan: Arkadaşlarımızla Silivri’den birlikte döneceğiz. Bu saçmalıklarla orada bırakın bir günü bir saniye bile kalmamaları gerekiyor. Biz de bu saçmalığını tüm ülkeye, dünyaya anlatmak, adaletsizliğe karşı sesimizi duyurmak için orada olacağız. Herkesi adalet için, tüm toplumun özgürlüğü, haber alma hakkı için Silivri Cezaevine bekliyoruz.

Birgün'den Uğur Şahin'in haberine göre:

»Size yönelik bir tehdit var mıydı?

Gülşah Karadağ: Karşımızda Emniyet ve yargıyı ele geçiren ve yarattığı korku iklimiyle halkı sindiren, basını susturan bir yapı vardı. Herkesin sustuğu bir dönemde biz Fetullahçıların yaptıklarını ifşa etmek, kumpasları ortaya çıkarmak için uğraşıyorduk. Şimdi olduğu gibi; herkesin korktuğu, bir sabah kapısını polislerin çalmasını beklediği günlerdi.

»Peki ne yapmaya çalışıyorsunuz? 

Nazan Özcan: Evet basına yönelik baskıların ve sansürün karşısında duruyoruz. Çünkü biliyoruz. Gazetecilerin hapsedilmesi aynı zamanda insanların haber alma hakkının, öğrenme hakkının da gasp edilmesidir. Bu tüm ülkenin sorunudur. Herkes; gazeteciler olmasa, hiç haberlerinin olmayacağı skandalları, haksızlıkları, mağduriyetleri bir an düşünsün. Haksızlığa uğradığında baskılar nedeniyle haber olamayacağını bir an düşünsün. Bu sadece gazetecilerin tutuklanması, basının baskı altına alınması sorunu değil. Bu tüm ülkedeki insanların önemli bir sorunu.


»Cumhuriyet davasının ilk duruşmasında neler yaşadınız? 


Ertuğrul Mavioğlu: Cumhuriyet davasının ilk duruşması tesadüf bu ya 24 Temmuz’a denk geldi. O günün biz gazeteciler açısından, sansürün kaldırılışının 109. yıldönümü olması nedeniyle özel bir anlamı daha var. Yani Türkiye’de sansürün kaldırılışının yıldönümünü en az 160’ın üzerinde gazeteci hapishanelerde kutlayacak, henüz hapse atılmamış olan gazeteciler ise ülkede ‘sansür yok’ taklidi yapacaktı. Basın, düşünce, ifade özgürlüğüne, adalet ve demokrasiye inanan siyasi parti, sivil toplum örgütü, sendikalarla birlikte Çağlayan Adliyesi önündeydik. Dört gün boyunca hem adliyenin içinde hem de Çağlayan Adliyesi’nin önündeki meydanda asla eksilmeyen, aksine giderek artan destek ve sahiplenme böyle gerçekleşti.

Nazan Özcan: Bu zorlu bir organizasyondu. Adliye önünde basın açıklamalarıyla ilgilenen arkadaşlarımız varken bazılarımız içerinden anlık olarak yaşananları dışarıya aktarıyorduk. Dış basından ve uluslararası basın örgütlerinden gelenleri bilgilendiriyorduk. Çizer arkadaşlarımız duruşmayı çiziyordu, onları medyaya ulaştırıyorduk. Tutuklu arkadaşlarımız da iddianamenin nasıl bir kumpas olduğunu, hiçbir delil olmadığını, gazeteciliğin suç olmadığını çok güzel ortaya koydu. İçerisi ve dışarısı bir bütündü.

»Farklı dünya görüşüne sahip isimlerin Dışarıdaki Gazeteciler’de bir araya geldiğini görüyoruz. Bunu sağlayan nedir?

Barış Pehlivan: Cumhuriyet davasındaki hukuksuzluk. Yani, arkadaşlarımızın büyük bir hukuk katliamıyla cezaevine atılması. Çok temel bir ortak düşüncemiz var; bu davada gazetecilik yargılanıyor ve arkadaşlarımız özgür olmalı. Bu tespiti de duygusallıkla yapmıyoruz; gazetecilik titizliğiyle okuduğumuz dava dosyasını ve asıl niyeti biliyoruz. Belki başka bir konu olsa birbirinden 180 derece farklı şeyler söyleyecek insanlar, konu Cumhuriyet davası olunca yan yana gelebiliyor.

»Dışarıdaki Gazeteciler grubundaki isimler, hükümete yakın gazetelerde liste halinde yayımlanıp suçlamalarda bulunuluyor. Neden sizi hedef alıyorlar? 

Barış Pehlivan: Cumhuriyet davası, Türkiye’nin geleceğinde bir kader taşı. Bir hukuk devleti mi olacağız, yoksa bir urdan kurtulurken başkasına mı teslim olacağız? Biz bu soruyu başköşeye yazıyoruz. Haklıyız ve bunu geniş kamuoyu da fark etti. Cumhuriyet soruşturmasını, FETÖ mensubu HSYK üyelerinin oylarıyla savcılıkta kalabilen FETÖ sanığı bir savcının yürüttüğünü unutturmuyoruz. Onlar da ellerine tutuşturulan polis fezlekeleriyle yanıt veriyor. Ama biz FETÖ kumpasları döneminden şerbetliyiz ve bu filmi görmüştük. Hedef gösterenler de biliyor ki; Cumhuriyet’in yöneticilerinin ve yazarlarının bir FETÖ davasındaki yeri sanık sandalyesi değil, ancak ve ancak iddianamenin en üstündeki “şikâyetçi” olur. Özetle; Ahmet Şık’a yaptıkları FETÖ suçlamasına kimse inanmıyor ve bu nedenle “kral çıplak örgütü” bulmaya çalışıyorlar.

Ertuğrul Mavioğlu: Hakkımızda özellikle iktidar medyası tarafından başlatılan ve halen de sürdürülen karalama kampanyası karşılık bulmadı. Güneş balçıkla sıvanamıyor ve haklılığından, hakikatinden güç alan bir mücadeleyi bastırmak sanıldığı kadar kolay değil. Buna da herkes tanık oldu.

"Cumhuriyet davasıyla sınırlı değil"

»11 Eylül’deki duruşma Silivri Cezaevi’nde görülecek. O gün için neler yapmayı düşünüyorsunuz?

Ertuğrul Mavioğlu: Elbette ki en güçlü bir biçimde sahiplenmemiz sürecek. Cumhuriyet davasında yedi arkadaşımızın tahliye edilmesiyle adalet tecelli etmiş değil. Cumhuriyet davasından beş arkadaşımız daha halen demir parmaklıkların ardında. Ama mesele Cumhuriyet davasıyla da sınırlı değil. Hiç açılmamış olması gereken davalar sürüyor, asla tutuklanmaması gereken gazeteciler aylardır, yıllardır haklarında tek bir suçlama bile yapılmadan cezaevlerinde yatırılıyorlar. Sormak gerekir: İnan Kızılkaya, Tunca Öğreten, Mahir Kanaat, Deniz Yücel, Murat Aksoy, Nedim Türfent ve onlar gibi pek çok gazeteci neden hapistedir? Sadece gerçekleri yazdığı için gazetecilere ‘terörist’ damgası vurup hapse atmanın ne demokrasi ne de özgürlüklerle bağdaştığını üç yaşındaki bebeler bile biliyor artık. O yüzden hapisteki gazetecilerin özgürlüğünü savunmak, aynı zamanda adaleti, aynı zamanda demokrasi ve özgürlükleri savunmak demek. Dolayısıyla ifade özgürlüğü bakımından sembol haline gelmiş olan Cumhuriyet davasının peşini ne 11 Eylül günü ne de sonrasında bırakacağız.