Gündem

CHP'li Emir: 'Fişleme yasası' adını hak eden bir düzenleme olacak

"Uygulamanın toplumdaki kutuplaşmayı ve ayrımcılığı artırmaya yol açacağı açıktır"

15 Şubat 2016 22:44

CHP Ankara Milletvekili ve TBMM Anayasa Komisyonu üyesi Murat Emir, Genel Kurul’da bu hafta ele alınması beklenen sadece ırk, etnik kökenin değil, kılık, kıyafet ile dernek, vakıf, sendika üyeliğinin özel nitelikli veri kapsamına alan ‘Kişisel Verilerin Korunması Kanun Tasarısı’nın aynen yasalaşması durumunda ‘fişleme yasası” sıfatını tamamıyla hak eden bir düzenleme olacağını söyledi.

Murat Emir“Kişinin mezhebinin, kılık kıyafetinin bilinip kaydedilmesinin kime ne gibi bir yararı olacak? Hangi amaca hizmet edecek?” diye soran Emir, bu uygulamanın toplumdaki kutuplaşmayı ve ayrımcılığı artırmaya yol açacağını ifade etti.

CHP’li Emir, Adalet Komisyonu’nda iktidar kanadının önergelerle değişiklikler yaptığı kamuoyunda ‘fişleme’ yasası olarak bilinen Kişisel Verilerin Korunması Yasa Tasarısını T24’e değerlendirdi.

Tasarı metni incelendiğinde amacın korumaktan çok rahatça işlemek ve satmak olduğunun görüldüğünü anlatan Emir, tasarının içine yerleştirilen istisna hükümleri ile başta sağlık ve din, mezhep ve felsefi inanç gibi hassas veriler olmak üzere tüm kişisel verilerin kişilerin rızası aranmaksızın dilendiği gibi işlenmesi ve gerektiğinde satılmasının önü açıldığını söyledi. 

Emir’in değerlendirmeleri şöyle:
 

“Her türlü kötü kullanım yolu açık hale getirildi”
 

Yasa tasarısında kişisel verilerin ilgili kişinin açık rızası olmaksızın işlenebileceği istisnalar o kadar geniş tutulmuştur ki, kişisel verilerin korunması bir yana her türlü kötü kullanım yolu açık hale getirilmiştir. Kişinin en özel nitelikli verileri bile rızası aranmaksızın kurul kararıyla işlenebilmektedir. Bu veriler arasında demokratik bir ülkede sadece kaydedilmesinin dahi suç olduğu “kişilerin ırkı, etnik kökeni, siyasi düşüncesi, felsefi inancı, dini, mezhebi, kılık-kıyafeti” ve bunun gibi kavramlar yer almaktadır.
 

“Mezhep, kılık-kıyafet hiçbir ülkede işlenebilir veri değil”
 

Avrupa Birliği ülkelerinin birçoğunda özel nitelikli kişisel veri olarak benzeri kavramlara yer verildiği görülmektedir. Ancak “mezhep” ve “kılık-kıyafet” verileri, hiçbir ülkede işlenebilir veri olarak değerlendirilmemiştir. Ülkemizin içinde bulunduğu coğrafyada yaşanan siyasi ve sosyal olayları bir bütün olarak ele aldığımızda, özellikle insan hakları konusunda her geçen gün artan ihlaller, bu konudaki endişeleri arttırmaktadır. Kaldı ki kişinin mezhebinin, kılık kıyafetinin bilinip kaydedilmesinin kime ne gibi bir yararı olacaktır? Hangi amaca hizmet edecektir? Bu uygulamanın ülkemizin en büyük sorunlarından biri olan kutuplaşmayı ve ayrımcılığı artırmaya yol açacağı açıktır. Tasarı, bu haliyle yasalaşması durumunda “Fişleme Yasası” sıfatını tamamıyla hak eden bir düzenleme olacaktır. 
 

“Özel nitelikli kişisel verilerin, belirli koşullarda işlenmesinin yolu açılıyor”
 

Anayasamızın 20. maddesine 12/09/2010 yılında eklenen bir maddeyle kişisel verilerin, ancak kanunda öngörülen hallerde veya kişinin açık rızasıyla işlenebileceği hükme bağlanmıştır. TCK 135. Madde ile kişilerin siyasi, felsefi veya dini görüşlerine, ırki kökenlerine; hukuka aykırı olarak ahlaki eğilimlerine, cinsel yaşamlarına, sağlık durumlarına veya sendikal bağlantılarına ilişkin bilgileri kişisel veri olarak kaydeden kimselerin hapis cezası ile cezalandırılacağı” öngörülmüştür. Bir başka deyişle özel nitelikteki kişisel verilerin kaydedilmesi mutlak bir hükümle yasaklanmıştır. Buna karşın söz konusu yasa taslağında özel nitelikli kişisel verilerin, belirli koşullarda işlenmesinin yolu açılmaktadır. Yani veri sahibinin özel nitelikteki kişisel verileri rızası olmasa bile, tamamen siyasi iktidarın Kontrolündeki dündeki bir kurulun kararıyla işlenmesinin yolu açılmaktadır. Sadece siyasi iktidarın ataması ile oluşturulan Kurul’un, mevcut Türkiye şartları da göz önüne alındığında özerk ve bağımsız olması olanaksızdır. Bu açıdan bakıldığında Adalet Bakanı’nın sunuş konuşmasında “Bu tasarı fişlemenin panzehridir” sözlerinin anlamsızlığı açıkça görülecektir. Ülkemizi 13 yıldır yöneten AKP iktidarının din, mezhep ve felsefi düşünce gibi verileri öteden beri uyguladığı ayrıştırıcı politikaların planlamasında kullanacağını tahmin etmek zor olmasa gerek.
 

“Kişisel verilerin üçüncü taraflarla paylaşılmasının önü açılıyor”
 

Bu tasarı ile kişisel verilerin üçüncü taraflarla paylaşılmasının da önü açılmaktadır. Bu paylaşımların aslında bir satış olduğunu biliyoruz.  Kişisel verilerin işlenmesinin yerine göre ilaç şirketlerine, biyoteknoloji şirketlerine veya daha birçok başka alandaki şirketlere büyük karlar sağlayacağı açıktır. Özellikle sağlık verilerinin SGK tarafından çok küçük bedeller karşılığında ilaç firmalarına peşkeş çekildiğini Sayıştay raporlarından biliyoruz. Ne var ki bu tasarıda çok büyük bir ticari değeri olan kişisel verilerin hangi yolla satılabileceği açıklığa kavuşturulmamıştır.

Tasarı da kişisel verileri alınırken kendilerine bir ücret ödenmeyen vatandaşlardan, bilgi ya da belge talebi halinde ücret alınması sosyal devlet anlayışına aykırıdır. Böylelikle başvuru süreci zorlaştırılmakta ve kişilerin verilerinin işlenmesine karşı çıkmalarının önüne geçilmeye çalışılmaktadır.
 

“Kurul Başkanına soruşturma iznini Başbakan veriyor”
 

Tasarıda geniş yetkilerle donatılan ve bağımsız olarak çalışacağı vurgulanan Kişisel Verileri Koruma Kurulu’nun kurulması önerilmektedir. Ancak kurulun oluşumuna baktığımızda bırakın bağımsızlığı, kurulun tamamen Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın emri altında çalışacağı görülmektedir. Kurulun dört üyesini Bakanlar Kurulu, üç üyesini ise Cumhurbaşkanı tarafından atandığında bu kurulun bağımsız olamayacağı açıktır.  Bağlılık o kadar ileri götürülmüştür ki Kurul Başkanı hakkında soruşturma izninin Başbakan tarafından verileceği hükme bağlanmaktadır. Ülkemizde yaşayan milyonlarca vatandaşımızı direkt ilgilendiren ve özel yaşamlarıyla ilgili kişisel verilerinin güvenliğini sağlaması öngörülen bu Kurul’un atama yoluyla görevlendirilmesi, hatta haklarında soruşturma izninin dahi Başbakan tarafından verilecek ya da verilmeyecek olması ile başlı başına Kanun’un tümüne gölge düşürmektedir.