Gündem

CHP ulusalcı mı, liberal mi, sosyal demokrat mı; hepsi ve fakat hiçbiri!

Mahmut Üstün: CHP neden böyle?

15 Mayıs 2017 00:33

*Mahmut Üstün

Liderlik yarışında boy gösteren siyasi şahsiyetlerin hiç biri ne neo-liberalizmle hesaplaşmak, ne  de Kürt sorunu ve laiklik ile ilgili yeni ve yol açıcı projeyi bugüne kadar sunmamıştır ve halen de  sunmamaktadır.

CHP referandumun ardından bir iç tartışmaya, daha da çok bir iç iktidar yarışına girdi. Baykal bu süreci yeniden sahne önüne fırlamak açısından bir fırsata dönüştürdü.  İnce, bu vesileyle liderlik iddiasını güncelledi. Böke, partinin referandum sonrası teslimiyetçi tutumunu haklı olarak eleştirerek görevlerinden istifa etti. Bu tavrı “liderlik yarışında ben de varım” beyanı olarak yorumlandı. Doğrusu Fikri Sağlar dışında bu isimlerin CHP’de neye muhalefet ettiklerini ve neyi önerdiklerini anlamak pek mümkün değil. Dert ve sorun Kılıçdaroğlu mu? CHP’nin temel ve öncelikli sorunu “liderlik sorunu mu?” Hiç ama hiç değil.

***

CHP’nin asıl problemi organik, tutarlı ve bütünsel bir programa ve politik hatta sahip olmamasıdır. Yani eklektik, amorf ve istikametsiz bir görüntü vermesidir. Bu 80’lerden sonra hep böyleydi. Ama Baykal’la birlikte bir karakter özelliği oldu. Kemikleşmiş, yapısallaşmış bir hal aldı. Sahi CHP ulusalcı mıdır? Liberal midir? Sosyal demokrat mıdır? Hepsi ve/fakat hiç biri… Ama kesinlikle sol/sosyal demokrat değil…

CHP’deki asıl sorun buradadır. Yani yapısal bir sorun söz konusudur. Bu sorun düzeltilmeden Ahmet gitse Mehmet gelse; hepi topu bir atımlık heyecan barutu olur, sonrası aynı hikâye…

***

Politika taraf olmak, farklı bir toplum projesi önermek demektir.  Bu projeyi halklaştırmak, iktidar  başta olmak üzere çok çeşitli araçlarla hayata geçirmek iddiasıdır. Topluma farklı bir ufuk ve hedef göstermektir. Her siyasal projenin muhakkak ki mümkün olduğunca geniş kitleleri etrafında toplamak gibi bir derdi vardır. Ama öncelikli bir hedef kitlesi, sınıfsal bir önceliği ve toplumsal/siyasal tercihi de vardır. Zaten partileri bir diğerinden farklı kılan da budur.

Ne var ki CHP topluma epeydir farklı bir söylem; umut ve heyecan verici bir proje sun(a)mamaktadır. Geçmişte emekçi sınıflarla kentli orta sınıfın ittifakını yansıtan parti, bugün alt sınıf özelliğini büyük ölçüde kaybetmiştir.

Kentli orta sınıfların geleceğe yönelik -umudunu da değil-  endişe ve korkularını temsil etmektedir. Bu nedenle donuk, savunmacı, statükocu ve “agresif” bir tavra hapsolmuş durumdadır. Aksiyoner ve vizyoner değil;. reaksiyoner ve statükocudur.

***

Bu neden böyledir?

Çünkü CHP neo-liberalizme teslim olmuştur. Neo-liberalizm dediğimiz değneksiz köyün kapitalizmidir. Yani dizginsiz ve sınırlamasız kapitalizm… Tarihi ve kadrosal birikimi, ideolojik örgüsü ve toplumsal tabanı bakımından “neo-liberal” olamayan ama neo-liberalizme teslim olan bir yapı… 60 ortası ve 70 sonuna kadar temel iddiası ve misyonu kapitalizmi dizginlemek olan ama bugün dizginsiz kapitalizm karşısında bazen biçare, bazen el pençe duran bir yapı. CHP bu koşullarda kişilik bölünmesi yaşayan hastalıklı birine benzemektedir. Ve bu haliyle de kitlelere umut ve güven aşılayamamaktadır. Bu durumda geriye misyon olarak laiklik ve Cumhuriyet’in muhafazası kalmaktadır. Fakat toplumda neo-liberal politikaların, etnik, dinsel/mezhepsel uyarılma ve uyanışların sonucu olarak biriken ve çözüm bekleyen sınıfsal ve kimliksel sorunlar yumağı karşısında yeni, kucaklayıcı ve çözüm üretici olunmadan, salt savunmacı laiklik ve cumhuriyet politikalarıyla, CHP etkili bir politik özne haline dönüşememekte, ancak ayakta kalabilmektedir.

***

Aslında bu koşullarda laiklik ve cumhuriyet savunusu da zayıf, tutarsız ve etkisiz kalmaktadır. Zira neo-liberalizme açık tavır almadan ne cumhuriyeti ne laikliği esaslı ve tutarlı biçimde savunmak olası değildir. Artan dinselleşmeyi ve bir tür modern monarşiye kayışı neo-liberalizmden yalıtılmış olarak, salt AKP marifetiymiş gibi ele almak gerçeğin tümünü değil ancak bir kısmını görmek olur. Üstelik temel ve esas olanı değil tali ve belirlenen olanı görmektir bu.

Uluslararası ve yerel sermaye niçin AKP’ye çok büyük bir tahammül göstermekte ve gözden çıkarmakta zorlanmaktadır? Çünkü AKP neo-liberal sermaye politikalarının en acımasız ve fütursuz uygulayıcısıdır. Bundan önceki hiç bir iktidarın göze alamadığı emek karşıtı/sermaye taraftarı politikaları hayata geçirmiş ve halen de büyük bir iştah ve gayretle geçirmekte olan bir partiden söz etmekteyiz.

Laiklik ve cumhuriyeti tehdit eden, altını oyan en temel ve evrensel faktörün dizginsiz kapitalizm, yani neo-liberalizm olduğunu, AKP’nin ise bu sorunu -yaratan değil- daha da ağırlaştıran bir faktör olduğunu görmeyen bir laiklik ve cumhuriyet mücadelesi ise kör bir mücadeledir.

İkincisi, laiklik ve cumhuriyet mücadelesi, öncelikle “Niçin bugün bu tür bir sorunla karşı karşıya kaldık?” sorusuna cevap vermeden başarılı olamaz. Hani halkımız bir dertle karşılaştığında nasıl ki “Allah’ım ben nasıl bir günah işledim de benim başıma bu belayı sardın?” diye sorar ya, bugün tüm cumhuriyet ve laiklik taraftarları da aynı soruyu kendilerine sormak zorundadırlar. Geçmişte nasıl hatalar yapıldı ki, Türkiye bugün laikliği ve cumhuriyeti ciddi biçimde tehdit eden böyle sığ, şark kurnazı bir cehaletle cezalandırılmaktadır.

***

Tamam, neo-liberalizm evrensel ve temel  nedendir. Ama bunu Türkiye’de daha katmerli ve ağır bir sorun haline getiren tarihsel sorunlar da vardır. Türkiye bugün yalnızca neo-liberalizmin tetiklediği bir siyasal ve ekonomik krizle değil aynı zamanda kendi iç tarihinin tetiklediği bir tarihsel hesaplaşma ile de yüz yüzedir. Bu tetikleyici sorunlar ise laiklik ve Kürt sorunu alanındadır. Cumhuriyetin ortaya koyduğu çözümler Kürt sorununda en baştan, laiklik alanında ise zamanla çözüm yerine sorun kaynağına dönüşmüştür. Ancak bu alanlarda yeni ve birleştirici, kardeşleştirici çözümler üreterek bu problemlerin derinleşmesi engellenebilirdi. Yani Cumhuriyet zamanında devrimci, eşitlikçi ve özgürlükçü bir temelde derinleştirilemediği için bugünlerdeki Yeni Osmanlıcı karşı devrimciliğin bu denli güç kazanması olanaklı olabildi.

***

Şimdi CHP içindeki tartışmalar – yine Fikri Sağlar hariç- bizlere bu alanda yeni bir perspektif ve açılım mı sunmaktadır?

Liderlik yarışında boy gösteren siyasi şahsiyetlerin hiç biri ne neo-liberalizmle hesaplaşmak, ne  de Kürt sorunu ve laiklik ile ilgili yeni ve yol açıcı projeyi bugüne kadar sunmamıştır ve halen de  sunmamaktadır. Şu an itibariyle neoliberalizmle hesaplaşmayı göze alan, Kürt sorunu ve laiklik alanında halkçı, cumhuriyetçi ve devrimci bir açılım getiren ve sokaktaki halk muhalefeti ile bütünleşebilen bir değişimin CHP içinden çıkma olasılığı gözükmemektedir.

Bu koşullarda Kılıçdaroğlu’nun gidip yerine Ahmet ya da Ayşe’nin gelmesi hiç bir esaslı değişiklik getirmeyecek, aksine siyasal sürece el koymaya başlamış taban hareketini gereksiz bir beklentiye sokacak ve enerjisini çalacaktır.

Sözün özü: Her geçen gün daha da gelişip şekillenen taban hareketini desteklemek ve yaygınlaştırmak gerçek ve etkili bir muhalefet hareketi oluşturmanın da, CHP’de olumlu anlamda bir değişikliği tetiklemenin de bugünkü tek gerçekçi yolu gözükmektedir.


*Bu yazı ilk olarak politikyol.com’da yayımlanmıştır.