Politika

CHP Sözcüsü Yücel: Bizim partimiz, genel başkanımız; her şeyiyle şaibeli olan Recep Tayyip Erdoğan'a 3-5 gömlek fazla

02 Şubat 2024 20:42

T24 Haber Merkezi

Cumhuriyet Halk Partisi Parti Sözcüsü Deniz Yücel, MYK gündemiyle ilgili basın toplantısı düzenledi. Toplantıda konuşan Yücel, "Bir asırlık geçmişiyle ilkeli siyasetinden ödün vermeyen bu ülkedeki her bir vatandaşımız için güzel bir gelecek kurma mücadelesi veren CHP'yi anlamanızı zaten beklemiyoruz. O yüzden AKP Genel Başkanının 100 yıllık CHP'ye yönelik sözlerinin bir anlamı da bir hükmü de yok. Bizim partimiz de, genel başkanımız da diplomasıyla, geçmişiyle, mal varlığıyla, her şeyiyle şaibeli olan Recep Tayyip Erdoğan'a 3-5 gömlek fazla gelir. Cumhuriyet Halk Partisi'nin yegane gayesi, faşizmin kitabını yazan halk düşmanı AKP zihniyetinden ülkelerimizi ve şehirlerimizi kurtarmaktır" dedi.

TIKLAYIN - CHP'de eski İyi Partili Mesut Özarslan Keçiören’den aday gösterildi; Kahramanmaraş, Gaziantep ve Mardin adayları belli oldu

Yücel'in konuşmasından satır başları şöyle:

"30 Ocak günü bu ülkenin hukuk ve siyaset tarihine bir utanç günü olarak yazılacaktır. 14 Mayıs 2023'te Hatay halkının iradesi ile; Can Atalay milletvekili seçildi, mazbatasını aldı ve Anayasa’nın 83’üncü maddesine göre dokunulmazlık kazandı. Hakkında kesinleşmiş bir hüküm yoktu, hakkındaki yargılama devam etmekteydi ancak tahliye talebi Yargıtay tarafından reddedildi,

Anayasa Mahkemesi, 2 kez, evet tam 2 kez Can Atalay'ın 'siyasi faaliyette bulunma hakkı ile kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının' ihlal edildiğine ve derhal tahliye edilmesi gerektiğine karar verdi. Anayasa Mahkemesinin ihlal kararlarının ardından derhal serbest bırakılması gereken Can Atalay, milletvekili seçildiği günden bu yana, 8 aydır hukuksuz bir şekilde cezaevinde tutuluyor.

"AKP, 22 yıldır tek başına iktidar olmanın güç zehirlenmesini yaşıyor"

İşin aslı; 22 yıldır tek başına iktidar olmanın güç zehirlenmesini yaşayan AKP ve ona sonradan eklemlenen küçük ortağı MHP; bu hukuksuzluğa bir gerekçe aradı ve İstanbul 13.Ağır Ceza Mahkemesiyle Yargıtay 3. Ceza Dairesi bu hukuksuzluğun maşası oldu. Bakın, burada bir parantez açmak istiyorum. Kararlarını hukuka, yasal mevzuata, Anayasa'ya uygun bir şekilde, siyasal iktidardan ya da siyasal iklimden etkilenmeden, vicdani kanaatine göre alan; bu ülkenin onurlu, şerefli ve haysiyetli hakimlerini, savcılarını ve yargı mensuplarını tenzih ediyorum. Parantezi açtık, kapattık.

Can Atalay olayında bir kez daha görüldü ki; Yargı maalesef siyasetin elinde oyuncak haline geldi. Yargıtay 3. Ceza Dairesi, hukuken hiçbir hükmü olmayan kararlarında, kuvvetler ayrılığı ilkesini yok sayarak Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne had bildirme cüretinde bulundu. Üstelik Yargıtay 3.Ceza Dairesi kararının gerekçesinde, sayın Devlet Bahçeli'nin grup toplantılarında, Can Atalay ile ilgili yaptığı değerlendirmeleri referans alındı. Gerekçeli kararlarında bu konuşmalar adeta kopyala-yapıştır yapıldı.

"Hatay halkına , Siz kendinizi temsil edecek kişiyi seçemezsiniz' dediler"

Ne ilginçtir ki aynı Devlet Bahçeli, Anayasa Mahkemesini bir zamanlar yere göğe sığdıramamış, Anayasa Mahkemesi’ne methiyeler düzmüştü. Siyasette ilkeli duruşun 'i'sinden dahi haberi olmayan çakma milliyetçiler, İktidarın koltuk değnekliğini yapanlar, Hatay halkının iradesini yok saydı.
Onlara 'Siz kendinizi temsil edecek kişiyi seçemezsiniz' dediler.

En nihayetinde, Yargıtay 3. Ceza Dairesi'nin, Can Atalay ile ilgili kararı geçtiğimiz hafta salı günü TBMM Genel Kurulu'nda okundu. Okunan karar ne hukuka uygun, ne de usule… Milletvekilliğinin düşürülmesi için Anayasamıza ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğüne göre kesinleşmiş hüküm gereklidir.

Milletvekilliğinin düşürülmesi için gereken “kesinleşmiş bir mahkûmiyet kararı” bulamayan iktidar, hukuk ve usul tanımamazlıkta kendisini bile aştı ve Yargıtay 3. Ceza Dairesi Başkanı’nın imzası ile gönderdiği yazıyı Meclis’te okuttu. Yargıtay kararının bu şekilde Meclis'te okunması ve milletvekilliğinin düşürülmesi hukuken ve Anayasal olarak yok hükmünde. Yapılanların vicdanen hükmü zaten yok. Ama burada asıl mesele, ne Can Atalay meselesi, ne de bir parlamenterin, milletvekilliğinin düşürülmesi meselesi…

"Anayasal düzeni bozma girişimi"

Anayasa'nın 153. maddesi der ki AYM kararları; yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar. Anayasa'nın 153. maddesi bu kadar açıkken Anayasa'nın bu hükmünü uygulamamak, seçilmiş bir milletvekilini hürriyetinden yoksun bırakarak, vekilliğini düşürerek bu hukuksuzluğun bir parçası olmak anayasal düzeni bozma girişimidir.

Anayasa'ya yapılan bu darbe sizi, bizi, sokakta yürüyen insanı, bu ülkede yaşayan her bir bireyi etkileyecektir. Çünkü Anayasa'ya darbe yapılması ülkede kuralsızlığın hakim olması demektir. Kırmızı ışıkta geçilmeyeceğini hepimizi biliriz değil mi? Araçlar ve yayalar kırmızı ışıkta durur. İşte Anayasa bu kırmızı ışıktır. Toplumsal mutabakat metnimiz olan Anayasa; nerede duracağımızı, nerede yürüyeceğimizi söyler. Bizim sınırlarımızı belirler. Eğer siz ona uymazsanız işte o zaman ortaya kaos çıkar. Olan da ne yazık ki bu.

Biz CHP olarak Can Atalay'ın milletvekilliğinin düşürülmesine ilişkin tezkere okutma işleminin yok hükmünde olduğunun tespiti ve parlamento kararının iptali ve yürütmesinin durdurulması için Anayasa Mahkemesi'ne başvurduk. Hukuksuzluk karşısında adaleti, tek adam iktidarı karşısında milletin egemenliğini, baskılar karşısında yargı bağımsızlığını savunmaya devam edeceğiz.

"Yapılan tek şey saldırı ile ilgili yayın yasağı getirmek"

25 Ocak'ta İstanbul Sarıyer Santa Maria Kilisesi'nde inanç özgürlüğünü tartışma konusu yapmayı hedefleyen bir saldırı düzenlendi. Bu kez de dünya kamuoyunda ibadet eden insanları korumayan, can güvenliğini sağlayamayan ülke konumuna düştük. Türkiye'de her an, her yerden saldırı olma ihtimali artık öyle boyuta geldi ki ülkede huzur bırakmadı. Ayin sırasında gerçekleştirilen silahlı saldırı sonucunda bir vatandaşımız da maalesef hayatını kaybetti. Birlik ve beraberliğimizi hedef alan, toplumsal huzuru ve barışı bozmak için yapılan bu saldırıyı lanetliyoruz. IŞİD tarafından yapılan saldırıda hayatını kaybeden vatandaşımıza rahmet ve sevenlerine başsağlığı ve sabır diliyoruz.

İnanç mekanlarını korumak, ibadet eden insanların can güvenliğini sağlamak, devlet ve kolluk kuvvetlerinin asli görevlerinden biridir. İstanbul'un göbeğinde iki saldırgan elini kolunu sallayarak içeri giriyor. Kilisenin girişinde bir polis noktası yok. Saldırganlar, ibadet eden insanlara kurşun yağdırıyor, istihbarat birimlerinin haberi yok. Güvenlik güçlerinin önleyici bir hazırlığı veya reaksiyonu yok. Yapılan tek şey saldırı ile ilgili yayın yasağı getirmek.

"Ülkemiz artık Teksas'a döndü"

IŞİD elemanı olduğu tespit edilen bu saldırganlar, silahlı bir şekilde, sokak ortasında nasıl geziyorlar? Bu konuda bir güvenlik zafiyeti var mı? Can ve mal güvenliğimizi korumakla görevli olan güvenlik ve istihbarat birimlerimizin bir ihmali söz konusu mu? İçişleri Bakanlığı'nın  bu sorulara derhal bir açıklama getirmesi gerekiyor.

Seçim sürecine girdiğimiz bugünlerde, İstanbul'un göbeğindeki bu saldırı, ister istemez aklımıza geçmişteki terör saldırılarını getiriyor. Bu nedenle İçişleri Bakanlığı'na buradan uyarıda bulunuyoruz. Her sabah aynı saatte, yok şu kadar kişi ele geçirildi, yok bunları yakaladık, yok şu çeteyi çökerttik gibi paylaşımlar yapmayı bırakın. İstihbarat birimlerinizi çalıştırın. Bu ülkede tek bir vatandaşımızın burnunun bile kanamayacağı güvenlik önlemlerini artırın.

Üzülerek izliyoruz ki ülkemiz artık Teksas'a döndü. Mafyası, kara para aklayanı, uyuşturucu ticareti yapanı, kırmızı bültenle arananı ve terör örgütü mensupları... Hepsi Türkiye'de toplandılar. Ülkemiz adeta Avrupa'nın ve dünyanın açık cezaevi haline geldi. Bunun örnekleri ile ilgili bir haber okumadan ya da duymadan bir gün dahi geçmiyor. İzmir'de yaşanan iyiliğe karşı vahşet de hepimizi derinden üzdü. Taksi şoförü Oğuz Erge, 19 yaşında insanlıktan nasip almamış bir kişiyi aracına aldı. Aracına aldığı fail, Oğuz Erge'ye 3 el ateş ederek katlediyor. Saldırıda bulunan fail tutuklandı tutuklanmasına ama şiddetin bu denli topluma hakim olması ve toplumsal huzurun ağır yaralar alması endişe verici.

"Senin 'Ne istediniz de vermedik?' dediklerin bu ülkeye ihanet etti"

Ülke genelinde bu kadar güvenlik sorunu varken AKP'nin ve Erdoğan'ın tek derdi CHP ve genel başkanımız sayın Özgür Özel. Neymiş? CHP'nin yeni genel başkanı tek parti faşizmini kimseye tahammülü olmayan zihniyetine bürünmüş. Hatırlatalım, özgürlük sözcüğünden nefret eden, farklı ses ve fikirlere tahammülü olmayan, muhalif olanı boğmaya çalışan, sadece kendi sesini duymak isteyenlere faşist denir. Sayın Erdoğan, sen CHP ile uğraşmayı bırak. Bu ülkeye çok partili hayatı da, demokrasiyi de getiren CHP'dir. Sen hiç bitmeyen mağduriyet yalanlarınla oradasın. Senin din kisvesi altında bir terör örgütünü büyütüp palazlandırırken beraber yol yürüyüp 'Bitsin bu hasret' diye seslendiklerin bu ülkenin meclisine bombalar yağdırdı. Senin 'Ne istediniz de vermedik?' dediklerin bu ülkeye ihanet etti. 

Bir asırlık geçmişiyle ilkeli siyasetinden ödün vermeyen bu ülkedeki her bir vatandaşımız için güzel bir gelecek kurma mücadelesi veren CHP'yi anlamanızı zaten beklemiyoruz. O yüzden AKP Genel Başkanının 100 yıllık CHP'ye yönelik sözlerinin bir anlamı da bir hükmü de yok. Bizim partimiz de, genel başkanımız da diplomasıyla, geçmişiyle, mal varlığıyla her şeyiyle şaibeli olan Recep Tayyip Erdoğan'a 3-5 gömlek fazla gelir. Cumhuriyet Halk Partisi'nin yegane gayesi, faşizmin kitabını yazan halk düşmanı AKP zihniyetinden ülkelerimizi ve şehirlerimizi kurtarmaktır.

"İzmir'den oy çıkmaz"

Sayın Erdoğan geçtiğimiz hafta sonu İzmir'de açıklamalarda bulunmuş. 'İzmir'den öyle bir ses verin ki diğer 80 vilayetimizden duymayan kalmasın' demiş. Ben sana söyleyeyim sayın Erdoğan, İzmir'den duyacağın tek ses Mustafa Kemal Atatürk olur. Yüzünü çağdaşlığa, aydınlanmaya, akla ve bilime dönmüş, laik ve demokratik Türkiye Cumhuriyeti olur. 'İzmir'de çalınmadık kapı bırakmayacağız' demişsin. O kapılar, kadın-erkek omuz omuza yürüyen çağdaş Türkiye'ye açılır. İzmir'den büyük önder Atatürk'e hakaret edenlere, kadını ikinci sınıf insan olarak görenlere, cumhuriyetin kazanımlarını yok edenlere oy çıkmaz sayın Erdoğan.

"Etiketler artık gün aşırı değil, gün içinde 2-3 defa değişiyor"

Halkın gerçek gündemini unutturmak için her fırsatta CHP’yi ve Genel Başkanını hedef alan AKP iktidarı, halkımıza açlık sınırının altında bir hayat dayatıyor. Türkiye; Merkez Bankası rezervlerinin eksi 42 milyar dolar olduğu, Hazinenin iç ve dış borçlarının 7 trilyonu, bu borçların faiz yükünün 6 trilyon lirayı geçtiği, dövizin 2024 yılının daha ilk ayında geçtiğimiz yıla göre yüzde 26 oranında arttığı, Türk Lirası'nın günden güne değer kaybettiği, ekonomik olarak çok karanlık bir dönemden geçiyor.

Ekonomideki bu savrulma, vatandaşlarımıza zam ve yoksulluk olarak yansıyor. Zincir marketlerde etiketler artık gün aşırı değil, gün içinde 2-3 defa değişiyor. Bu ekonomik buhranda insan olan herkesi insanlığından utandıracak bir başka haber düşüyor karşımıza… Geçtiğimiz hafta Osmaniye’de 65 yaşında bir teyze, penceresini naylonla kapattığı, kapısı olmayan, derme çatma bir barakada yaşam mücadelesi veriyor. Torununa mama alamadığı için şekerli su ile beslediğini söylüyor. Bir ev düşünün, eve düzenli bir şekilde yemek girmiyor. Şekerli suyla beslenen bir bebek ve sobanın dahi yanmadığı buz gibi bir ev… Oğlunun üzerine kayıtlı düşük model motor var diye sosyal yardım da alamayan bir yaşlı teyzemiz, bu evde ömrüne gün sayıyor. İşte bu ev Türkiye’nin özetidir.

Türkiye’de doğmak bazıları için şekerli su ile hayatta kalmaya çalışmaktır. Türkiye’de yaşamak bazıları için penceresi naylonla kapatılmış, sobasız bir evde yaşamaya çalışmaktır. İnsanca yaşam dediğimiz şey Türkiye şartlarında artık mümkün değil.

"Halktan kopuk iktidar, kendi küçük mutlu dünyasından vatandaşa nutuk atıyor"

Bir diğer utanç tablosu da; bir emekli teyzemiz elinde, kuru ekmekleri topladığı poşeti gösterirken sayın Erdoğan’a sesleniyor, 'Ben utanmıyorum, al sen utan, yollardan toplaya toplaya geldim.  Emekliyim, açım. Hani Hazreti Ömer'in adaleti? Hani aç varken sen tok yaşayamazdın? Suriyeli tokken ben neden açım?' diye feryat ediyor. Türkiye’de milyonlar, akşamdan sabaha, daha da fakirleşirken AKP; işçinin, emeklinin, memurun çığlığını duymazdan geliyor. Halktan kopuk iktidar, kendi küçük mutlu dünyasından vatandaşa nutuk atıyor.

Geçtiğimiz günlerde Başkent Ankara’da, Simitçiler Odası Başkanı, utana sıkıla simitin 15 lira olacağını açıkladı. Alım gücünün çok düşük olduğu şu zamanda 15 TL esnafın derdine de derman olmuyor. Bugün özellikle emeklilerden, öğrenci kesiminden, dar gelirli hemşehrilerimizden özür diliyoruz, bu zammı yapmak zorunda kaldık" diyor. Birkaç gün sonra birden bu zam geri alınıyor… Sebebiyse birkaç gün sonra ortaya çıkıyor. Ankara Simitçiler Odası Başkanı, 'Ticaret Bakanı Yardımcısı Mahmut Gürcan makamına davet etti. Zammı ertelememizi istedi. Bizi kıran ifadeleri de oldu. Zammı geri aldık. Seçim sonrasında yapmak zorundayız' diye açıklama yapıyor.

Bu açıklama, iktidarın attığı her adımı seçime ayarlı olarak attığını, gerçekleri de seçime kadar gizlemek için her şeyi yapacağını gösteriyor. Bütün bunlar açığa çıkınca Ticaret Bakan Yardımcısı acaba yaptığından utanmış mıdır? Hiç zannetmiyorum.

Bakın utanma duygusunu yitirmiş biri daha… Simit fiyatından haberi olmayan AKP’nin Diyarbakır Belediye Başkan adayı, 30 tane simiti 100 liraya alacağını zannediyor. Bu cehaletinin cevabını da;, 'Kurtarmıyor' sözleri ile simitçi kardeşimizden alıyor. Bir de üstüne; büyük bir pişkinlikle simit satan çocuğa 'beğenmiyorsun demek' cevabını verebiliyor. Sen uzayda mı yaşıyorsun? 100 lira ile bütün simitleri alabileceğin ekonomik düzen artık mazide kaldı. 100 lira ile dışarıda bir saat geçiremezsin.
İşte halktan kopuk AKP ve onun halktan kopuk adayları…

Vatandaş 'Açız, donuyoruz' diye feryat ediyor, Sayın Erdoğan, 'Türkiye Yüzyılı' masallarını anlatmaya devam ediyor. Sayın Erdoğan, sen bırak bu Türkiye Yüzyılı safsatalarını da, bir gecede 700’ün üzerinde ürüne yapılan zamların hesabını ver. 2003 yılında bir asgari ücretle 16 gram altın alınabiliyorken; 20 yıl sonra bir asgari ücretle ancak 6 gram altın alınabiliyor. Hangi hesabı yaparsanız yapın, neyi neyle karşılaştırırsanız karşılaştırın, tencereler kaynamıyor, cepler dolmuyor, yüzler gülmüyor. Açlık ülkenin her yerinde kol geziyor da bir tek saraya ve şürekâsına uğramıyor.

"Kime inanalım?

Üzerinden tam bir yıl geçmesine rağmen yaraları sarılmayan Kahramanmaraş merkezli depremin ardından, iki gün önce bir yara daha açıldı. Resmi rakamlara göre can kaybımızı 50 bin 96 kişi olarak biliyorduk. Sayın Murat Kurum, gerçek rakamı ağzından kaçırıvermese aklımıza dahi gelmeyecek bir rakam… Depremde 130 bin canımızı yitirmişiz. Ardahan, Tunceli, Bayburt illerinin nüfuslarının çok çok üstünde… Koca bir il nüfusu kadar can kaybediyoruz; verilen sözleri tutmak, yaraları sarmak yerine sadece bu istatistikleri saklamaya enerjinizi harcıyorsunuz. Yazıklar olsun sizin yalan siyasetinize. Murat Kurum’un gafının ardından, İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya bugün, can kaybımızı 53 bin 537 olarak açıkladı. Kime inanalım?

"nsanlar hala çadırlarda, çadırlar da sular altında"

319 bin konut yapacağınızı söylediniz, ancak 41 bin konut yaptınız. İşte AKP’nin depremzedelere verdiği önem, işte AKP’nin söz verip yarı yolda bırakan anlayışı, işte 22 yıllık AKP İktidarının sadece vaatlerle dolu olan tarihine eklenecek, bir yalanı daha… İnsanlar hala çadırlarda, çadırlar da sular altında. Yazıklar olsun sizin yalan siyasetinize.

Biz, 6 Şubat’ın yıldönümünde Genel Başkanımız Sayın Özgür Özel başta olmak üzere tüm kadrolarımızla depremin yıktığı Hatay, Kahramanmaraş, Adıyaman, Malatya, Adana, Diyarbakır, Gaziantep, Şanlıurfa, Osmaniye, Kilis ve Elazığ’da olacağız. Tam da deprem saatinde, yitirilen canlarımızı bir kez daha orada anacağız. 11 ildeki anma etkinliklerine katılarak, depremin 1’inci yıldönümünde depremzedelerimizin acılarını paylaşmak için onlarla birlikte olacağız. Depremde hayatını kaybeden vatandaşlarımıza bir kez daha Allah’tan rahmet, acılı ailelerine ve yakınlarına başsağlığı ve sabır diliyorum."