Gündem

CHP Genel Başkan Yardımcısı Bülent Tezcan: 16 Nisan akşamı sokağa çıkmamak doğru bir karardı

Böke, sokağa çıkmama kararını eleştirerek CHP'deki görevlerinden istifa etmişti

16 Nisan 2018 14:01

CHP Genel Başkan Yardımcısı Bülent Tezcan, "cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi"nin yüzde 51.4 "evet" oyuyla kabul edildiği halk oylamasının ardından parti yönetimi tarafından verilen "sokağa çıkmama" kararını "doğru bulduğunu" söyledi. Tezcan, "Sokak siyasetini bilmeyenlerin oturup ezberden atmaları kolay olabilir ama sokak siyasetini bilenler bu tabloyu doğru okurlar" dedi. 

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Yüksek Seçim Kurulu'nun (YSK), Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun'da geçersiz sayılan mühürsüz pusula ve zarfları son anda geçerli saymasının "seçimi şaibeli hâle getirdiğini" belirtmiş, devamında partililere "Sokağa çıkmayın" çağrısı yapmıştı.

Yönetimin söz konusu kararını eleştiren CHP İzmir Milletvekili Selin Sayek Böke, genel başkan yardımcılığı ve parti sözcülüğü görevlerinden istifa etmişti. Böke, istifa açıklamasında "mevcut yönetimin bir parçası olamam" ifadesine yer vermiş; sözlerine şöyle devam etmişti:

"Sonucu kabullenerek hedefler ve politikalar oluşturmak, demokrasiye ve her şeyden önce demokrasi iradesini ortaya koymuş milyonlara haksızlıktır."

Bülent Tezcan'ın BirGün'den Meltem Yılmaz'ın sorularına verdiği yanıtlar şöyle:

»16 Nisan’ın yıldönümünde, aradan geçen bir yılda, referandum sonuçlarının Türkiye’ye, Türkiye siyasi yaşamına nasıl bir yansıması olduğunu görüyorsunuz?

Aslında son iki yılı birlikte değerlendirmek lazım. Çünkü OHAL’in nerdeyse ikinci yılına da bu giriyoruz. Referandum sonrasındaki bu 1 yıl içerisinde, 20 Temmuz darbesi ile başlayan tek adam rejimi her geçen gün biraz daha tahkim edildi. Bu anlamda 16 Nisan referandumunu basit bir Anayasa değişikliği olarak görmek doğru değil. Zira her darbe kendi hukukunu yaratır.

»Yani 16 Nisan referandumu, 20 Temmuz’un hukukunu yaratma işlevi gördü?

Bakın, Türkiye, 15 Temmuz Darbe Girişimini halkın ve siyaset kurumunun ortak hareket etmesiyle engelledi ve püskürttü. Bu, demokrasinin zaferiydi, bu zafer büyütülür ve bundan güçlü bir demokrasi çıkarılabilirdi. Ama iktidar buna yanaşmadı. Tam tersine buradan yeni bir darbe fırsatı yaratmaya çalıştı ve 20 Temmuz darbesini yarattı. Nasıl 12 Eylül kendi Anayasasını yaptıysa, 20 Temmuz darbesi de kendi Anayasasını, kendi hukuki altyapısını, hukukunu yaratmak için adım attı. Mevcut anayasa içerisinde, OHAL yetkilerini kullanarak iki şey yapmak istediler. Birincisi, yeni rejimi tek adam düzeni altında yeniden planlayabilmenin fırsatlarını yaratmak istediler. İkincisi de Türkiye’yi 15 Temmuz sürecine taşıyan darbe ile hesaplaşmanın önünü kesmek istediler. Yani darbenin siyasi ayağının ortaya çıkarılmasının önünü kesmek istediler.

»Nasıl?

16 Nisan ilanıyla, darbenin siyasi ayağını ortaya çıkaracak soruşturmaları önlemek için, muhtemel siyasi ayağının failleri OHAL’in yetkisini kullanmaya başladılar. Dolayısıyla soruşturmaları ve süreci doğrudan hukuk dışı yöntemlerle kontrol edebilme imkånı elde ettiler. OHAL yetkilerini kullanarak, hukuk dışı yöntemlerle, yani yargıyı siyasetin emrine alarak, doğudan doğruya ihraçlar, hukuksuz tutuklamalar ve gözaltılar yaparak, parlamentoya yöneltilen uygulamalar ve baskı yöntemleri ile Türkiye’yi tek adam rejimine götürdü. 16 Nisan referandumu da bu çerçevede oluşuturuldu. Hayır demenin yasak olduğu, evet demenin zorunlu olduğu bir kampanya düzeni, OHAL şartları altında bir referandum, Yüksek Seçim Kurulu’nun teslim alındığı bir süreç ve mühürsüz referandum sonucu.

»Hukukdışı bir referandum ve bunun sonrasında oluşturulan tek adam rejimi. Peki bu rejim, haksız bir şekilde alınmış bir referandum karşısında, o akşam Kılıçdaroğlu’nun sokağa çıkmamasının bir sonucu olarak da okunabilir mi? Bugün dönüp baktığınızda, 16 Nisan akşamı sokağa çıkmamak doğru bir karar mıydı?

Geleceği 16 Nisanda sokağa çıkmamak kararı doğru muydu yanlış mıydı tartışması üzerinden kuramayız.

»Peki bugün olsa aynı şey?

16 Nisan sokağa çıkma koşullarının olduğu bir referandum süreci değildi. Çünkü referandum sonucunun bıçak sırtı olduğu bir noktada, sokak beklenen etkiyi vermezdi. Yani yüzde 49 “hayır”, yüzde 51 “evet” ya da tersi olduğu an, sokak sonuç alacak yer değildir. Bunu herkes bilsin. Sokak siyasetini bilmeyenlerin oturup ezberden atmaları kolay olabilir ama sokak siyasetini bilenler bu tabloyu doğru okurlar.

»Peki bu karar, demokrasi, hukuk, adelet çerçevesinde, Türkiye’ye nasıl bir kazanım sağladı?

Ezici bir üstünlüğü sandığa sokamadığınız sürece sokağa çıkmakla, referandum sonuçlarını haksız bi biçimde kabul etmeyen pozisyona düşer ve sonraki siyasi süreci doğru yönetemezsiniz. Sokakla ilgili bugüne kadar söylenenler iki eksende değerlendirilebilir. Bunlardan bir tanesi samimi bir biçimde çaresizliğin öfke ile dışavurumudur ki bunu anlarım. diğeri de bu meseleyi bir başka iç hesaplaşmanın malzemesi haline getirme çabasıdır. Bunu da başka bir yere koyarım. Bu noktada sandıkta güçlü bir biçimde olmanız lazım. Önümüzdeki seçimde, iktidarın tek adam koalisyonunun karşısında güçlü bir demokratik seçeneği sandığa sokacağız.

»Yine hile olduğu kanaati güçlü bir biçimde ortaya çıkarsa? 

Hile yaptırmayacağız.

»Velev ki oldu?

Biz çatışma siyasetinin dilinin değil, uzlaşma siyasetinin dilini yerleştirmek zorundayız. O nedenle yarın seçim sonuçları ne olur konusunu konuşurken bile çatışma siyasetinin işaretini ve ipucunu verecek bir dil değil, tam tersine kararlı bir biçimde uzlaşma siyaseti ile sonuç alacağımızın işaretini verecek bir dili kulanmak zorundayız. Sandıkta ne yaparlarsa yapsınlar seçim güvenliğini ortadan kaldırıp milletin iradesini yok edecek uygulamalara fırsat vermeyeceğiz.

»Adalet Yürüyüşü bu anlamda nerede duruyor?

Adalet Yürüyüşü siyaset birikimimizin onurlu rafında en üst rafta duruyor. Bir güzel hatıra olarak değil, geleceğin önemli bir tecrübesi olarak duruyor. Önümüzdeki dönem mücadelesinde kararlı bir biçimde neleri yapabilme yeteneğine sahip olduğumuzun en açık, en sıcak, en canlı örneğidir Adalet Yürüyüşü. Ve oradan aldığımız güç ile geleceği inşa edeceğiz. Sadece bizim değil, adalet isteyen herkesin fiilen ve fiziken katkı verdiği, fiziken katkı veremeyenlerin gönülleri ve umutları ile katkı verdiği bir buluşmaydı. Maltepe’deki milyonların buluşması ve çok daha ötesinde Türkiye ve dünyada mazlumların buluşmasıydı. 2019’da gireceğimiz seçimlerde o deneyim Türkiye’nin kaderini değiştirecek bir tecrübedir. Adalet Yürüyüşü, geçmişimizde değil, geleceğimizde duran bir deneyimdir.

»Hangi açılardan?

Oradaki eylem biçimi, o yürüyüşteki pratik tecrübe, Türkiye’nin geleceğini nasıl kuracağımızın bir özetidir. Adalet Yürüyüşü bir büyük adalet ittifakının da işaretisi olacaktır önümüzdeki süreçte.

***

"Meşruiyet kazanmadı"

»16 Nisan referandum sonuçlarının, aradan geçen bir yılda meşruiyet kazandığını düşünüyor musunuz?

Kazanmadı. Zaten meşruiyet sorunu olduğu, bu tartışmaların hâlâ aynı yakıcılıkla devam etmesinden görülüyor. Dahası, toplumun sadece hayır diyen yarısı değil, tam tersine evet diyenlerin de büyük bir bölümünün de, bu sonuçlardan dolayı vicdanları rahatsız. İki sebeple. Birincisi mühürsüz seçimden kaynaklanmış olmasından rahatsız. İkincisi, bu düzende ortaya çıkan demokrasiden geriye gidiş, bütün yetkilerin tek adamda toplanması, Anayasa değişiklikleri yürürlüğe girmediği halde parlamentoyu devre dışı bırakan, tek adamın bütün devlet düzenini belirlediği, AKP’nin devlet partisi olarak bütün sistemi kontrol ettiği bir yapıdan evet diyenler de rahatsız. Dolayısıyla ciddi bir meşruiyet krizi var. Bu meşruiyet sadece referandumun meşruiyeti değil, bugünkü düzenin meşruiyeti ile ciddi bir problem var. Bu kriz, önümüzdeki süreçte sandıkta çözülecek. Günlerdir siyasi partileri ziyaret ediyoruz. Tek adam koalisyonunu temsil eden AKP ve MHP yönetimi hariç, diğer siyasi partilerin tamamı adil seçim için bütün sorumluluğu almaya, bütün işbirliğini yapmaya hazırlar. Sivil toplum da aynı şekilde.