Politika

Celal Başlangıç: Öldürülenlerin toprakla buluşmasına bile izin verilmiyor!

"Bu barikatların ve hendeklerin arkasında halk vardır"

25 Aralık 2015 17:04

Haberdar yazarı Celal Başlangıç, sokağa çıkma yasaklarının sürdüğü ve çatışmaların yoğun yaşandığı Güneydoğu'da yaşananlara ilişkin olarak, "Bırakın yaralıların hastaneye ulaşmasını, bölgeden gelen haberlere göre öldürülenlerin toprakla buluşmasına bile izin verilmiyor" dedi.

Son dönemde bölgeyi yakından takip eden bazı yazarların da eleştirdiği hendek meselesiyle ilgili "Bu barikatların ve hendeklerin arkasında halk vardır" diyen Başlangıç, "Çünkü çözümden çözümsüzlüğe, "Kürt sorunu vardır"dan "Ne Kürt sorunu ya"ya, "barış"tan çatışmaya dönüşen süreç; gencinden yaşlısına Kürtlerin önemli bir kısmına başka seçenek bırakmadı" ifadesini kullandı.

Başlangıç'ın Haberdar'da "AKP'nin Dersim'i; Sur, Cizre, Silopi ve diğerleri" başlığıyla yayımlanan (25 Aralık 2015) yazısından bazı bölümler şöyle:

Özellikle 7 Haziran seçimlerinden, 24 Temmuz'dan sonra giderek yoğunlaşan bir biçimde  AKP iktidarının yöneldiği operasyonlar, artık Diyarbakır'dan Mardin'e, Şırnak'tan Hakkari'ye doğru giderek büyüyen bir yangının tutuşturulmuştu olmuştu. Dalga dalga, doğudan batıya doğru yayılma potansiyeli taşıyordu.

Ama ne yazık ki; Türkiye'nin batısında yaşayan insanların büyük bölümü, kendilerine  doğru  büyük bir hızla yaklaşmakta olan bu felaketin hala daha farkında değildi.

 

"Fatih Sultan Mehmet bile İstanbul'a 53 günde girmeyi başarmıştı"

 

İlki 16 Ağustos'ta Varto'da uygulanandan  bu yana geçen yaklaşık 130 gün içinde devlet; yedi kentin 18 ilçesinde, tam 54 kez, toplamda 210 günü aşkın sokağa çıkma yasağı ilan etti.

Bölgedeki 18 ilçede toplam 1,5 milyon insan çatışmalı ve yasaklı bir süreç yaşadı.

Daha dün sabaha kadar sokağa çıkma yasağı uygulanan; çatışmaların, ölümlerin, yıkımların bütün şiddetiyle sürdüğü beş ilçede; Sur, Nusaybin, Dargeçit, Cizre ve Silopi'de yaşayan 500 bini aşkın insanın kaçanları kendi ülkelerinde "sığınmacı" oldu. Kalıp da direnenler ve hala yaşayanlar her an ölümle burun buruna.

 Bu süreçte kentler dışarıdan askerlerin tanklarıyla, toplarlarıyla; ilçeler ve girebildikleri mahalleler de özel harekat timlerinin zırhlı araçlarıyla kuşatıldı. Yüzlerce, binlerce özel harekat polisiyle, zırhlı araçlarıyla operasyonlar yapıldı. Yetmedi, tanklarıyla toplarıyla asker de sokuldu kentlerin caddelerine, sokaklarına.  Hatta bütün bu süreçte; ister inanın, ister inanmayın; değil mahalleler, değil caddeler, değil sokaklar, tanklarla girilen evler bile oldu.

Devlet, Sur'da 13 Eylül'den bu yana, yani 100 günü aşkın süredir kesintisiz beş, kesintili altı kez, şu ana kadar tam 34 gün uyguladığı ve hala süren sokağa çıkma yasağı ilan etme ihtiyacını neden duymuştur?

Fatih Sultan Mehmet bile 6 Nisan 1453'te dayandığı Konstantinopolis'e 53 günde girmeyi başarmıştı da, koskoca Türkiye Cumhuriyeti, örneğin Sur'a bir türlü neden giremiyordu?

Sur'da son olarak ilan edilen sokağa çıkma yasağında "halkın kenti terketmesi için verilen 17 saatlik ara" sayılmazsa 23 gündür tanklarla, toplarla süren çatışmalara karşın, devletin güvenlik güçleri hendekler ve barikatları neden aşamamıştır da, çevresindeki evleri yıka yıka mahalle içlerine girme noktasına gelmiştir?

Yanıtını net biçimde verelim:

Birincisi, bu barikatların ve hendeklerin arkasında halk vardır. Kimi can güvenlikleri için evlerini barklarını terk etse de, önemli bir kısmı anadilde eğitim hakkı için, kendi kendilerini yönetmek için, eşit yurttaşlık için, yaşadıkları devlette bir Kürt olarak statü sahibi olmak için, en azından çocuklarına destek vermek için öleceklerse bunun kendi evlerinde, sokaklarında, mahallelerinde olmasını yeğlemişlerdir.

İkincisi, hendekleri ve barikatları kuran çoğu YDG-H'li, çok az sayıda PKK'li ve çok büyük sayıda o sokağın, o mahallenin, o kentin gençleri kendilerinden önceki kuşakların yaşadığı gibi yaşamaktansa gencecik yaşta ölmeyi tercih edecek kadar yaptıkları eyleme inanmışlardır.

Çünkü çözümden çözümsüzlüğe, "Kürt sorunu vardır"dan "Ne Kürt sorunu ya"ya, "barış"tan çatışmaya dönüşen süreç; gencinden yaşlısına Kürtlerin önemli bir kısmına başka seçenek bırakmadı.

İşte bu yüzden de  tüm bu yaşananlar, kucağında bulduğu Kürt sorununu AKP iktidarının taşıdığı son aşamanın bir sonucudur.

Çoğunuzun hiç haberi olmamıştır Silopi'de 11 gündür kesintisiz süren sokağa çıkma yasağında öldürülen Hüseyin Güzel (70), Yusuf Aybi (80), Yusuf İnan (40), Şiyar Özbek (25), Reşit Eren (17), Axin Kanat (16), Ayşe Buruntekin (40), Mehmet Mete (11), İbrahim Bilgiç (25) ve Taybet İnan (57)'ın cenazelerinin toprağa verilmesinin engellendiğinden.

Bazılarının çürümeye, kokmaya başlaması üzerine sağ kalanların kurşun ve top mermisi yağmuru altında yakınlarının cenazelerini buz kalıplarıyla korumaya çalıştığını da öğrenememiştir bu ülke halkının çoğu.

 

"Öldürülenlerin toprakla buluşmasına bile izin verilmiyor!"

 

Hele bu öldürülenler içinde olan 11 çocuk annesi Taybet İnan'ın cenazesi dört gündür vurulduğu sokağın ortasında duruyor.

Oğlu Mehmet İnan'ın anlattığına göre komşularından dönerken vuruluyor annesi Taybet. Amcası Yusuf da sokak ortasında yatan Taybet'in yardımına koşarken evlerinin avlusunda vuruluyor. 20 saat boyunca ambulansın gelmesini bekliyor yaralı olarak. Ancak ambulans gelmeyince kan kaybından yaşamını yitiriyor. Babası Halit de annesinin sokak ortasındaki cenazesini almaya giderken vuruluyor. Yaralı olarak evine de dönemediği için sokaktaki başka bir eve sığınıyor. Günlerdir Halit İnan'dan da haber alınamıyor.

Amcası ölen, babası yaralanan, annesinin cenazesi günlerdir sokak ortasında kalan Mehmet İnan yaşadıklarını anlatırken "Savcı ve güvenlik güçleri ile yaptığımız görüşmede beyaz bayrak ile sokağa çıkıp cenazeye alabileceğimizi söylediler. Biz cenazeyi almak için dışarı çıktığımızda beyaz bayrağa bile ateş ediyorlardı. Eğer biz devlet yetkililerinin dediğini yapmış olsaydık şimdi sokak ortasında bir değil birçok cenazemiz olacaktı" diyor. (Evrensel Gazetesi, 24 ARALIK 2015, Beyar Özalp'ın haberi)

AKP iktidarı denetimindeki medyadan da öğrenmezsiniz bu yaşananları.

İnsanlar sokağa çıkma yasağında; açlığı, susuzluğu, kurşun ve bomba yağmuru altında her an ölüm korkusunu yaşarken, hatta ölürken sizin bu medyadan öğrenebileceğiniz gerçek ancak Şırnak Valiliği'nin önceki gün yaptığı açıklamayla sınırlıdır:

"Operasyon sürecinde vatandaşlarımızın can ve mal güvenliği için konulan sokağa çıkma yasağı sebebiyle gösterdikleri duyarlılıktan ve güvenlik kuvvetlerimize verdikleri destekten dolayı da tüm Cizre ve Silopi halkımıza teşekkür ediyorum. İlimiz Cizre ve Silopi ilçelerinde vatandaşlarımızın başta sağlık olmak üzere diğer ihtiyaçlarının karşılanması için gerekli tüm tedbirler alınmıştır. Bölücü terör örgütü mensupları Silopi ve Cizre ilçelerimizde başta vatandaşlarımız olmak üzere hastane, okul vb kurumlara alçakça saldırmaktadır. Bölücü terör örgütü mensuplarının yaptığı alçakça saldırılarda hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah'tan rahmet, yakınlarına başsağlığı diliyorum. Yaralanan vatandaşlarımıza acil şifalar diliyorum.

Bölücü terör örgütü mensupları Cizre'de 3, Silopi'de 3 olmak üzere 6 okula patlayıcı madde ve roketlerle saldırarak alçakça yakmışlardır. Bu süreçte vatandaşlarımızın sağlık ihtiyaçları için sağlık görevlilerimiz 24 saat esasına göre hizmet sunmaya devam etmektedirler. Doktorlarımız, hemşirelerimiz, sağlık personelimiz görevlerinin başındadırlar."

Cizre'de, Silopi'de yakılan, roketlerle saldırılan okulların sayısını veren Valilik neden öldürülen sivillerin adlarını, yaşlarını, nasıl öldürüldüklerini açıklamıyor. Onlar bu ülkenin yurttaşları değil mi?

Hayatın gerçeği, valiliği hiç de doğrulamıyor. Bırakın yaralıların hastaneye ulaşmasını, bölgeden gelen haberlere göre öldürülenlerin toprakla buluşmasına bile izin verilmiyor.


Yazının tamamı için tıklayın