Gündem

Bolşoy'un efsanevi Kuğu'sunun ölümü ardından...

Cumhuriyet yazarı Celal Üster, Rus balerin Maya Plisetskaya'nın ölümünün ardından Türkiye'deki 'bale ve dans' anlayışını değerlendirdi

07 Mayıs 2015 14:12

Geçtiğimiz günlerde 89 yaşında yaşamını yitiren Rus balerin Maya Plisetskaya'nın ardından, 'kuğu'nun yaşamını değerlendirirken "Birkaç gün önce Plisetskaya’nın 89 yaşında hayata veda ettiğini okuduğumda, ister istemez, yüzlerce yıllık bale sanatının bizdeki serüveni geçti aklımdan" diyen Cumhuriyet Gazetesi yazarı Celal Üster, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın 1994'te İstanbul Belediye Başkanı'yken bale ile ilgili söylediklerini yazısına ekledi. Ayrıca Üster, geçen yıl, bir grubun Adana’da düzenlenen Uluslararası Tango Festivali ile ilgili "zina festivali" yakıştırmasına değindi. 

Celal Üster'in Cumhuriyet'te "Bir Kuğu'nun ölümü..." başlığıyla yayımlanan (7 Mayıs 2015) yazısı şöyle: 

"Babasını son kez gördüğünde 12 yaşındaydı. 1937’de tutuklanan babası ertesi yıl kurşuna dizilecek, annesi ise Kazakistan’da bir çalışma kampına gönderilecekti. 
Kaderin cilvesine bakın ki, annesiyle babası Stalin’in “temizlik hareketi”ne kurban giden Maya Plisetskaya, Sovyet balesinin gelmiş geçmiş en büyük prima balerinalarından biri, Bolşoy’un dünyaya açılan yüzü olacaktı. 
1943’te Bolşoy Balesi’ne katıldığında 18, 1960’ta ünlü topluluğun baş dansçılığına getirildiğinde 35 yaşındaydı. “Kuğunun Ölümü”nde, “Giselle”de, “Bahçesaray Çeşmesi”nin Zarema’sında, “Don Kişot”un Kitri’sinde, “Uyuyan Güzel”in Aurora’sında, “Kuğu Gölü”nün Odette ve Odile’inde, “Spartakus”un Phrygia’sında dünyayı büyüleyecekti. 1990’da 65 yaşında bale sahnelerine veda ettiğinde ise, görkemli deneyimini genç sanatçılarla paylaşmaya verecekti kendini. 
Birkaç gün önce Plisetskaya’nın 89 yaşında hayata veda ettiğini okuduğumda, ister istemez, yüzlerce yıllık bale sanatının bizdeki serüveni geçti aklımdan. 
1931’de Londra’da, sonradan Kraliyet Balesi’ne dönüşen Vic-Wells Balesi’ni kurduktan sonra 1947’de Milli Eğitim Bakanlığı’nın çağrısıyla Türkiye’ye gelen, ertesi yıl İstanbul’da ilk Türk bale okulunu kuran, giderek Devlet Balesi’nin kuruluşuna imzasını atan Ninette de Valois’yı düşündüm. 
İlk Türk başbalerini Meriç Sümen’in “Giselle”, “Kuğu Gölü”, “Uyuyan Güzel”, “Romeo ve Juliet”, “Carmen”, “Esmeralda” ve “Kamelyalı Kadın”daki unutulmaz danslarını; Bolşoy Balesi ve Leningrad’daki, New York Kent Balesi, Hollanda Kraliyet Balesi, Londra Festival Balesi’ndeki benzersiz başarılarını düşündüm.

İmam ve cemaat 

Sonra, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, 1994’te İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’yken bale sanatı üstüne ettiği sözler geldi aklıma. 
Erdoğan, atv’de Cansu Akbel’in, “Ben bir balerin olarak buraya gelseydim, benim elimi sıkarken yine bir sıkıntı duyar mıydınız?” sorusunu şöyle yanıtlamıştı: 
“Yok, benim size ilk tavsiyem, bence bu mesleği bırakın, demek olurdu. Çünkü bir balerinin neler yaptığı, neler ortaya koyduğu ve nereye hitap ettiği ortada... Çok açık ve net söylüyorum, bu noktada duyarlılığını belden aşağı indirmeyeceği her şeyde varım. Ama indirecek olanın karşısındayım. Çünkü şu anda kültür emperyalizminin en önemli dallarından biri, insanı belden aşağısıyla meşgul etmek.”
Sonra, daha geçen yıl, Adana’da düzenlenen Uluslararası Tango Festivali’nin, kendine Uslu Adana Platformu adını yakıştıran bir grup tarafından “zina festivali” ilan edilişini anımsadım. Hani şu, “Allahtan korkun! Açık günaha, zinaya izin vermeyin!” diye başlayıp, “Müzik eşliğinde kadın-erkek arasında bedensel yakınlaşma/yapışma sağlanarak sahnede zinanın sergileneceği bir festival...” diye sürüp giden bildiriyi. 
İşte “Yeni Türkiye”nin imamı. İşte “Yeni Türkiye”nin cemaati.