Gündem

Beşiktaş Belediyesi Meclis Üyesi: Özgürlükçü siyaset korku karşısında umudu seçme cesaretiyle gelişebilir

"Ama bunu da birilerinin onayını almak, ilgi çekmek, kahraman olmak, yer kapmak için değil..."

20 Haziran 2017 22:28

*Sedef Çakmak

Dün CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu 6 gün önce başlatmış olduğu Adalet Yürüyüşü ile ilgili şöyle bir demeç verdi:

"Ben inatla adalet için yürüyeceğim. 80 milyon için. Dün yağmur altında yürürken, yoldan gelip geçen kamyonlar, minibüsler araçlar belki şöyle düşünmüşlerdir; 'Bu yağmurun altında bu insanlar neden yürüyor' diye. İnsan varsa bir yerde adalet olmak zorundadır. Adalet için yürüyoruz."

Çok eleştirildi Genel Başkan’ın bu eylemi. Siyasetçilere olan güvensizliğin haklı olarak en yüksek boyutlara ulaştığı bu ortamda art niyet arandı, CHP’nin şu zamana kadar yaptığı her şey didik didik edildi. Artık kavga etmekten yorgun düşmüş, sadece memlekette birlikte huzurlu yaşama arzusuyla yanıp tutuşan epey bir grup ise “eleştirmeyi bırakalım biz de dahil olalım” dedi.

Aslında tüm mevzu budur: Korkunun, gelecek belirsizliğinin, önyargılarımızın, güvensizliklerimizin, geçmişten getirdiğimiz ve hala nasıl çözebileceğimizi bilemediğimiz türlü çeşitte travmanın arasında nasıl bir arada yaşamayı başarabileceğiz? Tüm dünyada hakim olan “korku toplumu” çok sinsi bir şekilde içimize işliyor, en açık fikirli olanımız bile korkusuna yenik düşüp öfkeye teslim oluyor. İnsanın “tamam ben oldum!” rehavetine kapılmadan, sürekli kendisini yeniliklere, gelişmelere ve kafasında eskimiş fikirlere meydan okunmasına açık tutması gerekiyor. Yoksa çok çabuk bardağın boş tarafında, kendimizi güçsüz ve çaresiz bir şekilde debelenirken bulabiliyoruz.

O kadar birbirimize güvenimiz kalmamış ki, iyi bir iş yapıldığında bile hemen eleştirmeye başlıyoruz. Yıllardır hiçbir risk almamakla eleştirilen CHP sonunda bir adım attığında bunu göremiyoruz.

Ama halbuki biz o güveni inşa ettiğimiz bir süreç yaşadık! Gezi Direnişi’ne katılan herkes çok iyi biliyor ki biz orada “asla bir araya gelmem!” dediğimiz gruplarla birlikte halay çektik, sohbet ettik, müzik dinledik, kitap okuduk, namaz kıldık, birbirimizi yargılamadan gerçekten anlamaya çalıştık! Biz orada aslında yaşamak istediğimiz ülkeyi kurduk! Kurban olmadığımızı, adım attığımızda nasıl muhteşem güçlendiğimizi fark ettik! Karşıdakini anlamaya çalıştıkça kafamızdaki önyargıların kırıldığını fark ettik! Hala da hayalini kurduğumuz ülkeyi kuruyoruz, hala da bizden farklı olduğunu düşündüğümüz insanlarla, farklılıklarımızı tehdit olarak görmeden nasıl bir arada yaşayacağımızı sorguluyoruz. Demokrasi denen şey de tam olarak bu sürecin kendisi, ulaşılması gereken bir son durak değil! Demokrasi en temelinde hepimizin insan olduğunu, insan olduğumuzdan dolayı değeri, saygıyı, eşitliği ve adaleti ne olursa olsun hak ettiğimizi söylemez mi? O zaman neden adalet diyenleri eleştiriyoruz? Bu çıkarım bir kenarda dursun.

Gezi Direnişi sırasında bir avuç LGBTİ olarak yaklaşan yerel seçimler üzerine düşünmeye başladık. Oy verdiğimiz, gönül verdiğimiz partilerin bizim haklarımızı savunmakta ne kadar geri düştüklerini tartıştık. Gezi Direnişi bize hali hazırda bildiğimiz bir şeyi tekrar hatırlatmıştı: Haklarının savunulmasını istiyorsan o haklar için adım atman, dahil olman, mücadele etmen ve sabırlı olman gerekir. Keza insan kendisi bile en basit alışkanlığından kolay kolay vazgeçemezken toplumlar, partiler ve kurumlarda değişim epey acılı ve yavaş oluyor. (Ama oluyor!) Biz de bu cesaretle geçen senelerde kaybettiğimiz can kardeşim Boysan Yakar ile birlikte gönül verdiğimiz CHP’den 2014 yerel seçimlerinde LGBTİ kimliklerimizi gizlemeden, hatta LGBTİ haklarının evrensel insan haklarının parçası olduğunu üstüne basa basa belirterek, Şişli ve Beşiktaş’tan Belediye meclis üyesi adayı olduk. Başta ikimiz de çok korkuyorduk yalan yok valla! Ama kıyametin kopmadığını, tam aksine ne güzel dostluklar ve arkadaşlıklar kurduğumuzu ve bunların sayesinde insanların hayatına dokunan ufak da olsa ne önemli işler yapabildiğimizi gördük. Korktuğumuz başımıza geldiğinde de o kadar kötü olmadığını gördük. Keza partiye tabiri caizse “paraşütle” inmiş olmamıza rağmen partide yıllardır emek veren bir sürü arkadaşımız bizi hiç “dışarıdan gelmiş” hissettirmedi, hatta tam tersine kucağını açan o kadar çok insan oldu ki o zaman ne kadar doğru bir adım attığımızı fark ettik. Belediyelerimizde de bu anlayış üzerinde ilişkiler kurduk. Belediyelerin hizmetlerini insan ayrımı yapmadan herkesi kapsayacak şekilde olması için çalışmalar yaptık. Deneyimli aktivistler olarak, siyasetçilerin de insan olduğunu unutmadan, insan denen varlığın bir anda homofobi ve transfobisinden arınamayacağını da biliyorduk. Diyalog kurmanın bu noktada en önemli ve en etkili yöntem olduğunu da biliyorduk. Ama bir yandan da makamın ağırlığının ve sorumluluğunun farkında olmayan kişiler tarafından yönetildiğimiz için, ağızlarından çıkan her lafın birilerinin hayatını kararttığını da çok iyi biliyorduk! Özellikle makam sahiplerinin bu sorumluluğunu hatırlatma görevini biz de yeni yol arkadaşları olarak elimizden geldiğince en demokratik ve en saygılı biçimde yapmaya çalıştık. Anlaşılan sabırlı bir şekilde diyalog kurmaya, demokratik yöntemleri kullanmaya ve makam sahibi kişilerin ön yargılarını kırmaya çalışmaya devam edeceğiz. Savaştan, kavgadan, ölümden bıkmış usanmış insanlar olarak başka şansımız var mı?

Ama izin verin de bir iki noktayı açıklığa kavuşturayım:

Ramazan ile LGBTİ’nin imtihanı bu kadar zor olmamalı! Bu ülkede “Allah’tan geldiyse kabulümdür” diyerek LGBTİ torunlarını bağrına basan nineler var, bu ülkede kendini hem muhafazakar hem LGBTİ olarak tanımlayan insanlar var, bu ülkede namaz kılan, oruç tutan, Atatürk’ü seven LGBTİ’ler de var. Ramazan ayının örgütlenme özgürlüğüne engel olmamasını gerektiğini düşünen insanlar var, içkisini içmek isteyen de var! Bu ülkede “ya çocuğumu ya da elalemi seçecektim, ben çocuğumu seçtim!” diyen anneler var. İktidar partisine oy veren LGBTİ’ler var. “Partilerin canı cehenneme” diyen LGBTİ’ler de var. Bu gruplar da bu memleketin bir gerçeği! Bu gerçeği sindirebildiğimiz ölçüde gerçek anlamda “özgürlükçü, açık siyaset” yürütebiliriz! Bir grubun desteğini almak pahasına başka bir grubu göz ardı etme anlayışından çıkıp gerçek sosyal demokrat anlayışı oturtabilmek için neyi hedeflediğimizi ve bu hedefimize giderken nasıl ilkelerimiz olacağını anlaşılan tekrardan sorgulamamız gerekiyor! Hele memleketin geçtiği bu kritik süreçte bu sorgulamaya her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var!

Ayrıca: nasıl başını örtmek, Alevi olmak, Kürt olmak..vs. teşvik edilebilecek bir şey değilse eşcinsellik de teşvik edilebilecek bir durum değildir. Teşvik edilebilen bir şey olsaydı sözüm ona eşcinselliği “tedavi” eden şarlatan psikiyatristlerin sayesinde eşcinsellik diye bir şey kalmazdı. Doğruya doğru, LGBTİ Hareketi’nin teşvik ettiği bir şey var: Özgürlük! Kendini gerçekleştirme özgürlüğü, var olma özgürlüğü, kalbini hızlı hızlı çarptıran kişiye aşık olduğunu söyleyebilme özgürlüğü, elalemin ne diyeceğine bakmadan istediğin kıyafeti giyme özgürlüğü bunlardan sadece birkaçı. Hani o hep kullandığımız düşünce özgürlüğü ve ifade özgürlüğü var ya, işte onu teşvik ediyor LGBTİ Hareketi! Bunu hazmetmek kolay olmuyor, kendi düşüncelerinden kaçan, kaçmayıp bunu ifade edenlere de hayatı dar eden, şiddetten başka çözümün olmadığını düşünen bir devlet anlayışının altında yaşayan bizler başka bir siyaset tarzı düşünemiyoruz bile. Ama hepimiz memleketin şu durumunda başka bir siyaset tarzına ihtiyacımız olduğunu savunmuyor muyuz? Olmadığımız kişiler gibi davranmaktan, değer görmemekten, gelecek endişesi içinde tırnaklarımızı kemirmekten, ağzımızı açıp fikrimizi söylediğimiz için susturulmaya çalışılmasından usanmadık mı?

“Özgürlükçü, açık siyaset” anca LGBTİ Hareketi’nin de büyük bir kararlılıkla savunduğu bu özgürlük çağrısı ve “teşvikiyle” büyüyüp gelişebilir. Örneğin; elalemin ne diyeceğine bakmadan elinde ADALET yazılı pankartla yürümeye başlama cesaretiyle ve geçmişe dair eleştiri hakkımızı saklı tutarak bu ifade özgürlüğünü destekleme cesaretiyle büyüyüp gelişebilir. Korku karşısında umudu seçme cesaretiyle gelişebilir! Ama bunu da birilerinin onayını almak, ilgi çekmek, kahraman olmak, yer kapmak için değil, yapılması gerekenin bu olduğunu bildiğin için, kendine rağmen yapmaya cesaret etmekle mümkün olabilir! Gelin önce bu temel ilkelerde buluşalım, sonra eğlencesine kendimiz dahil kimsenin anlamadığı büyük büyük kelimelerle konuşup siyaset yapmaya devam edebiliriz!   


*Beşiktaş Belediyesi Meclis Üyesi Sedef Çakmak’ın bu yazısı ilk olarak Kaos GL’de yayımlanmıştır.

 

İlgili Haberler