Kültür-Sanat

'Berlinale'de Altın Ayı'yı İranlı yönetmene veren Büyük Jüri politik bir işaret çaktı'

Altın Ayı 2015 "Taxi" filmi ile İranlı yönetmen Jafar Panahi’ye gitti

15 Şubat 2015 09:45

Levent Arslan

Berlinale çerçevesinde çok ama o kadar çok önemli ve birbirinden değerli etkinlik var ki, ister istemez  "Zaman" hakkında derin düşüncelere dalıyorsunuz.

400’ün üzerindeki filmden seçtiğiniz filmleri izlemeye sabah 9:00’da başlasanız, 12:00 ve 14:30’da devam etseniz, diyelim ki 16:00, 18:00, 20:00 seanslarına evde hazırladığınız kumpanyanızı yiyerek yetişseniz, o ana dek hiçbir film sizi allak bullak edip yolunuzu kaybetmenize yol açmamışsa 22:00 seansına da girseniz 10 gün içinde izleyeceğiniz film sayısı en fazla 70. Bu rekolte ise sadece film izleme irade ve disiplininden bir an için kopmadan, yönetmen ve oyuncuların soruları yanıtladıkları basın toplantılarını canlı (en azından internetten) izlemeden, sinema yıldızlarını görebilmek, imza alabilmek için kapılarda beklemeden, Avrupa Film Marketine uğramadan, her gün her gece hilafsız yüzlerce mekanda gerçekleştirilen farklı etkinlik, toplantı, gala, party veya davetlere katılmadan, filmler hakkında dostlarınızla sohbet etmeden, geceleri kafanızı dağıtmak için evde film izlemeden ve en önemlisi bu tempoda hiç hasta olmadan Berlinale Palast ve yakın çevresindeki sinemaları tercih ederseniz mümkün. Farklı semtlerdeki  25 Berlinale sinemasında oynayan filmleri de izlemek istemek demek, 50’nin üstündeki salona -bu şubat soğuklarında- gidiş ve dönüş sürelerini de hesaba katmak demektir.

Ben stratejik olarak, bu sene Dolby Atmos ile donatılmış Berlinale Palast çevresinden ayrılmamaya çalışır ve yine koştura koştura da olsa filmleri toplamda 5 ayrı sinemada, uluslararası basın erbabı ile birlikte izlerim. Son 10 günde üstesinden geldiğim ve gelemediğim iki ayrı virüs ardından hem dinginleşmiş hem de hastalığın kattığı bilgelik ile bugün bir sinemadan diğerine yaklaşık 45 dakikalık yolculuklar gerçekleştirerek yıllardır bilmediğim farklı sinemaları da görme imkanı buldum. Her sinemanın kendine has bir güzelliği söz konusu. "Sıradan" seyircilerin tutumları ve çeşitli sahnelere verdikleri tepkilerin "profesyoneller"den farklılıkları da özellikle dikkatimi çekti.

Böylece Berlinale’de son gün gösterilen Japon yönetmen Sabu’nun "Chasuke’s Journey / Ten no Chasuke" filminde ilk kez bir Japon filminde gördüğümüz Okinawa sokaklarında olan bitene tüm seyirciler hep birlikte güldük, ağladık, şaşırdık, sevindik. Yok komedi yok thriller yok melodram derken filmin sonunda da mesajı aldık: Dua edin ve kadere çok bel bağlamayın, çabanız hayatınızı değiştirecektir. Bu cümlenin Japonca orjinalinin tam böyle olup olmadığından ise emin değiliz.

Tengri insanların başlarına gelecekleri yazan senaryocularına "Daha çok Avant-garde" der! Yazıcılar ne yapsın: Hollywood filmlerinde olan bitene bakıp yazmaktansa hem kendilerini hem de birbirlerini hatta birbirlerinin hayatlarını yazdıkları karakterlerini de paralayarak ellerinden geleni yaparlar. Ancak kahramanlar kendi iradeleri ile hayatlarının gidişatında rol oynarlar.

Tengri daha çok avant-garde senaryo istiyor, diyor yönetmen Sabu: "Aynı hikayeleri anlatan aynı senaryoları istemiyor."

 

Büyük Jüri politik bir işaret çaktı

 

Altın Ayı 2015 "Taxi" filmi ile İranlı yönetmen Jafar Panahi’ye gitti.  

5 yıldır mesleğini icra etmesi ve yurtdışına çıkması yasak olduğu iddia edilen 54 yaşındaki Tahranlı yönetmen Jafar Panahi’nin 2011 yılında festival boyunca Berlinale juri koltuğu boş bırakılmış,  2013 yılında ise "Pardé" filmi ile kazandığı Gümüş Ayı ödülünü şahsen alamamıştı.

80 dakikalık filmde Panahi şoförlüğünü yaptığı bir taksi içine yerleştirdiği iki küçük kamera ile müşterilerini filme çekiyor. Tahran sokaklarında yol alan taksi içinde şoför/yönetmen ve yaklaşık 12 yolcusu/oyuncusu(?) yasaklar, sansür, baskı rejimi, arkadaşlık ve sadakat üzerine söyleşiyorlar.

Festival direktorü Dieter Kosslick festivalden önce gerçekleştirdiği bir söyleşide Panahi’yi ta ki Berlinale’ye gelebilene dek davet etmeyi sürdüreceğini söylemişti.

 

Büyük Juri Ödülü ise Şili’li yönetmen Pablo Larraín‘in "El Club / The Club" adlı filmine gitti

 

Larraín’in mutsuz ve umutsuz filminin teması katholik rahipler tarafından cinsel olarak istismar edilen çocuklar.

Seyircilerin filme arada sırada kahkahalarla eşlik etmesine "Humor büyük bir silah olabilir" diyor, Larraín. Büyük Jüri ise filmin bir klasik olarak geleceğe kalacağından emin.

"El Club" cezalandıran, acıtan bir film. Kendini sürekli haklı çıkartan otoriter bir sistemde yalan ve korkaklık hakikat ve değişim cesaretinden her zaman daha fazla yer tutuyor.

"El Club" izlediğim filmler içinde beni en çok meşgul eden, düşündüren, henüz aritmetiğini tam kavrayamasam da yapıtın insana ayna tuttuğunu hissettiren ve film sanatı adına "mutlu" eden film olmuştu. Sinemadan çıktığımızda kapının önünde yaşlı genç, kadın erkek farklı ülkelerden gelen insanların filmi birlikte anlamaya, olanı biteni yerli yerine oturtma gayretlerine şahit olmam filmin büyüklügüne bir işaret. Katolik yönetmenin seyirciye bıraktığı son söz ise: Susma sustukça sıra sana gelecek!

Filmler ve Berlinale hakkında ama özellikle Berlinale Talents üzerine yazacak daha çok malzeme var. Bir başka güne bırakıyorum.

 

İlgili Haberler