Taraf Gazetesi Yazarı Murat Belge Ergenekon operasyonunun 12 dalgası kapsamında ÇYDD Genel Başkanı Türkan Saylan'a yapılan operasyonu eleştiririrken bir tespitte daha bulundu. Belge, ÇYDD'nin ‘darbe ajitasyonu içinde merkezi bir rol oynadığını yazdı.
Taraf Gazetesi Yazarı Murat Belge köşesinde (17 Nisan 2009) Ergenekon operasyonunun son dalgasını değerlendirdi.
Belge, ÇYDD Genel Başkanı Türkan Saylan’ın darbeye karşı olduğundan şüphesi olmadığını belirterek “ama bütün bu cunta/darbe ajitasyonu içinde bayağı önemli ve bayağı merkezî bir rol oynayan bir örgütün başkanı olduğunu da unutmamak gerek” dedi.
Murat Belge, yazının Saylan’ın bilgisayarlarına el konulmasına ilişkin devam bölümündeyse aynen şunları yazdı:
“Ülküdaşlarım” diye nitelediği, darbeyle içli dışlı olmuş kişiler hakkında kanıt olabilecek şeyleri, diyelim onun bilgisayarında da aramaları, büsbütün akla aykırı bir ihtimal değil.”
İşte Murat Belge’nin ‘Son dalga’ başlıklı yazısının tamamı…
Son dalga
Ergenekon’un son dalgası daha birçok dalga yarattı, yaratmaya devam edeceğe de benzer. Gözaltına alınan, sorgulananların “rütbesi” yükseldikçe, heyecan da artıyor. Bu sefer, rektörlük de yapmış kişiler sözkonusu olunca, yankılar da o derece güçlü geldi.
Peşin peşin söyleyeyim: Türkân Saylan’ın evinde arama yapılması olgusunu anlayamadım ve bundan tedirginlik duydum. Bu Türkân hanımın bilinen rahatsızlından ötürü duyduğum, biraz “duygusal”lığa da yorulabilecek bir tedirginlik değil. Türkân Saylan sayılan, ama daha çok sevilen bir insandır ve sevilmeyi hak eden bir insandır. Bundan öte, “şeriata da darbeye de karşıyım” demiştir. Bu nedenlerle bu ev aramasını doğrusu hoş karşılamadım.
Ancak, bu işler olurken, ortalıkta hatırısayılır bir “Ergenekon dostları” topluluğu olduğunu ve akla mantığa uysa da, uymasa da, her türlü olayı bir propaganda aracı haline getirmekte ustalaştıklarını unutmamak gerek. Türkân hanımın evi arandı ama kendisi gözaltına alınmadı. Türkân hanım darbeye karşı olduğunu söyledi ve kendisini biraz olsun tanıyan biri olarak benim bundan hiç şüphem yok, ama bütün bu cunta/darbe ajitasyonu içinde bayağı önemli ve bayağı merkezî bir rol oynayan bir örgütün başkanı olduğunu da unutmamak gerek. “Ülküdaşlarım” diye nitelediği, darbeyle içli dışlı olmuş kişiler hakkında kanıt olabilecek şeyleri, diyelim onun bilgisayarında da aramaları, büsbütün akla aykırı bir ihtimal değil.
Ergenekon’a son derece önem verdiğimi, çünkü Türkiye’nin en büyük, en ciddi sorunlarının burada düğümlendiğini düşündüğümü kimbilir kaç kere yazmışımdır. Yukarıda, “Ergenekon dostları” dediğim topluluğa da değindim. Bu koşullarda, neredeyse “sırat köprüsü”nden geçmeyi andıran bu koşullarda, sorgulamayı, araştırmayı yapanların çok titiz davranmaları, hukukun dışına çıkış sayılabilecek adımlar atmaktan dikkatle kaçınmaları gerekiyor. Türkiye’nin tarihinin hiçbir döneminde bunun bir benzeri olmadı. Dolayısıyla, burada yapılacak herhangi bir yanlışlık, bütün davanın harcanıp gitmesine yol açabilir. İlgili herkesin bu bilinçle ve bu özenle davranmasının çok gerekli olduğuna inanıyorum. Bu çok daha “reel-politik” diyebileceğim açıdan baktığım zaman da Türkân Saylan’a karşı bu davranışı anlaşılır bulmakta zorlanıyorum.
Bu dalgada gözaltına alınan ve sorgulananlar arasında epeyce ÇYDD üyesi olduğunu basından izliyoruz; ama onlardan önce göze çarpanlar akademik kişiler, rektörler, profesörler. Bu ünvanlar, onları taşıyan somut bireylerden bağımsız olarak, toplumda saygıdeğer olarak kabul edilen ünvanlar. Böyle olunca, “Ergenekon dostları” topluluğunun bu gözaltıları daha etkili bir hükümet-karşıtı ajitasyona malzeme yapmak isteyeceği de açıktır. Bundan önceki aşamalarda da, sözgelişi Sabih Kanadoğlu gibi kişiler sözkonusu olduğunda, ajitasyonun benzerlerini görmüştük. “Hiç böyle insanlar, böyle işler yapar mı?” mantığına dayalı bir propaganda yapılıyor.
Herhangi bir bireye referans yapmaksızın, sadece soyut düzeyde konuşmak üzere, evet, yapar. Karşı karşıya olduğumuz durumun asıl vahim yanı tam da bu zaten. Medyada çeşitli ayrıntılarını izlediğimiz darbe girişimleri, ardında tam kurumsal destek olmadığı için epey gayrıciddi biçimde yürümüş ve zaten gerçekleşememiş de. Bunun için, önceki örneklere pek fazla benzemiyor. Ama onlarla aynı başarı düzeyinde yürüse, yani gerçekleşseydi, kollarını açarak onu (yani, “Darbe”yi) kucaklayacak olanlar, “böyle işleri” yakıştıramadığımız bu “kodamanlık” mertebesini dolduran kişiler olacaktı. 12 Eylül’de beş generalin önünden el sıkarak, tebrik sunarak geçen ve dizilen yüksek mahkeme üyeleri ya da kutlama telgrafları çeken üniversite rektörleri gibi.
Yıllardır, “darbe” diyoruz, “derin devlet” diyoruz, “devlet içinde devlet” diyoruz; bu işler “kodamansız” yürür mü? Parlamento içinde, yargı içinde, yüksek bürokrasi içinde, medya içinde, akademi içinde, sendikalar içinde yandaşları olmadan yürür mü? On yılda bir darbe geçiren bir toplumda, darbeciler, bütün bu yapılarda gayrıresmî şebekelerini, örgülerini kurmamış olabilirler mi?
Ve zaten facia da burada. Bu zihniyet, bu “seçkin”lerde, memleketin bu “güzide sima”larında cisimleşiyor, somutlaşıyor. Sorun bu.