Politika

'Askerlerin maskesi düşmüştü, şimdi de siyasal İslam’ın maskesi düşüyor'

Prof. Mehmet Altan: AKP sandığı kadar uzun süre bu şaibeleri sırtında taşıyarak iktidarda kalamaz. Toplum buna tahammül edemez

20 Temmuz 2014 15:46

Gazeteci Prof. Mehmet Altan, “Son dönemde askerlerin maskesi düşmüştü, şimdi de siyasal İslam’ın maskesinin düştüğünü görüyoruz. Hırsızlıklara, cinayetlere fetva verildiği bir dönemdeyiz” dedi.

Altan, Başbakan Tayyip Erdoğan için “Bugün gelinen noktada, tek adamın, siyasal İslamcı bir darbeyle dindar Atatürk olarak ortaya çıkışını izliyoruz. Zorbalıkla yaratılmak istenen bir başkanlık sistemiyle Türkiye’yi dönüştürme çabası görüyoruz. Bu büyük bir kırılma ve çatışma getirecek” ifadelerini kullandı.

“Menderes’in yaptığı bütün hataları bugünkü siyasal iktidar yapıyor” diyen Prof. Altan, “AKP sandığı kadar uzun süre bu şaibeleri sırtında taşıyarak iktidarda kalamaz. Toplum buna tahammül edemez” ifadelerini kullandı.

Taraf gazetesinden Ertan Altan’a konuşan Mehmet Altan, Türkiye’de son dönemde yaşananları değerlendirdi. Taraf’ta “Siyasal İslam’ın maskesi düşüyor” başlığıyla yayımlanan (20 Temmuz 2014) söyleşisi şöyle:

 

Siyasal İslam’ın maskesi düşüyor

 

Cumhurbaşkanlığı seçimine yirmi gün kala yazar Mehmet Altan’la son durum değerlendirmesi yaptık. 30 Mart öncesine kıyasla sakin bir ortamda geçen seçim süreci Türkiye’ye ne getirecek? İhsanoğlu’nun şansı var mı? Kürtler ne yapacak? Erdoğan seçilecek mi? Seçilirse ne olacak? Fotoromanı andıran ülkemizde, bir fotoroman klişesiyle ifade etmek gerekirse, 17 Aralık’tan bu yana çıkan kısmın özeti üzerine sohbet ettik. Bu hikâyede mutlu son bekleyenlere Mehmet Altan’dan kötü haberler var... 

 

Köşk seçimlerine giderken Türkiye’deki güç odakları ve partilerle ilgili kısa bir değerlendirme yapabilir misiniz? AKP ile başlayabiliriz...

AKP, referanduma kadar değişimin önünü açtı. Ama referandum sonrasında girdiği yol ve Suriye’deki iç çatışmalar nedeniyle önceki dönemle kopuşa giden bir değişim yaşandı. Bütün olumlu icraatlar da iptal edildi. Bugün gelinen noktada, tek adamın, siyasal İslamcı bir darbeyle dindar Atatürk olarak ortaya çıkışını izliyoruz. Zorbalıkla yaratılmak istenen bir başkanlık sistemiyle Türkiye’yi dönüştürme çabası görüyoruz. Bu büyük bir kırılma ve çatışma getirecek.

 

MHP ve CHP’nin bir çatı adayda anlaşmasını nasıl yorumluyorsunuz?

MHP ve CHP akıllıca bir şey yaptı, kendi pozisyonlarını esneterek bir ortak adaya gittiler. Bu çok önemli bir şeydir. İktidar Deniz Feneri davasında olduğu gibi mahkemeden kaçtı. Kaçarken de 25 Aralık’ta bir darbe yaptı. Mahkeme kararının uygulanmasına engel oldu. Bundan sonra yaptığı her şey hukuka aykırıdır. Son çıkan yargı paketinde yargıyı etkilemek suç olmaktan çıktı. Mahkeme kararını iki yıl uygulamama gibi bir yasa çıkaracaklar. Bu hükümetin zihniyeti açısından çok önemli. Avukatların dosyaya bakamaması yasası gibi bir yasa kavgayla engellendi. “Allah için siyaset” yapıyorum diyen bir Başbakan var. Bu düpedüz anayasal suç. Anayasayı ortadan kaldırmaya yönelik bir hareket. Türkiye’de insanların özgürlüklerini yok eden bir siyasal iktidar var.

 

17 Aralık’tan bu yana Cemaat gündemden düşmüyor. Cemaat hala bir güç mü?

Başbakan mahkemede aklanacak yerde paralel yapı diye bir masal uydurdu. Mahkemeden kaçışını kitleye böyle anlatmayı denedi. Ortaya çıkan hırsızlık, yolsuzlukla ilgili izlemelerin sadece Cemaat işi olduğuna inanmıyorum. Bu bir karapara aklama işidir. ABD’nin de çok üzerinde durduğu bir konudur. Hükümet bir cemaat adı altında, somutlaştırılamayan hedef üstünden kendini aklamaya çalışıyor. Hiçbir derli toplu toplumda, yasama, yürütme, yargı, cemaat diye konuşulamaz. Sen yargıdan kaçıp suçu cemaate yıkamazsın. Cemaat, hukuk dışı işler yapıyorsa yakalarsın. Ama 17 Aralık’tan sonra böyle bir senaryo uydurmak, çıkışı olmayan bir yolda debelenme anlamına geliyor.

 

Kürtler, bu aralar eleştirilerin odağında. AKP ve Kürt hareketi anlaşıyor mu?

Kürt siyaseti de bu tablo içinde değerlendirilebilir. Başbakan ve istihbarat örgütü, 12 Eylül rejimini bertaraf edip yeni bir sistem kurmak yerine, gerçekten demokrasiyi buraya yerleştirmek yerine kendisini bir anlamda rahatlatacak bir Kürt çözümünü ortaya çıkardı. Batı’da muazzam bir faşizm ilerlerken Doğu’da iyi bir şey olması çok zor.

“Barış gelecek, onun için demokrasi istemeyin.” AKP’nin yanındakilerin topluma pompalamak istedikleri bu. “Demokrasi istemek barışa karşı olmak demektir.” “Başkan babamız her şeyi çözecek.” Barış süreciyle anlayışı, rejimi çığırından çıkardı. Çok vahim MİT yasası gibi, Sayıştay Kanunu gibi karanlık bir sürece hız verdiklerini görüyoruz. Kürtlerin mücadelesi kendileri açısından olumludur, anlamlıdır. Son çıkan yasa iyi bir adımdır ama barış sürecini siyasi bir kurnazlık şeklinde yürütmeye kalkmak bugünkü iyi ortamı da mumla aratacak bir sürece götürebilir bizi.

 

Hükümet, Kürtleri kandırıyor mu diyorsunuz?

Bir insan hem Uludere’yi yapıp hem nasıl kalıcı bir barış yapacak bilemiyorum. Ama Kürt siyaseti de bir bütün değil, onlar da bütün bunların farkında.

İktidar, Alevilerin, Rumların, Somalıların sorununu çözmüyor, yolsuzluğu, hırsızlığı sıradanlaştırıyor, sandıkta aklanmaya çalışıyor... Bu tabloda Kürdistan’da çözüm çıkar mı bilmiyorum. Hükümetin, Kürtleri kandırma düşüncesi varsa, bu büyük bir felaket getirir. Bedeli ağır olur. Kürtlerin içinde, “biz kendi işimize bakarız, demokrasi bizi ilgilendirmez” diyen de var. “Demokrasinin kilit taşı Kürt meselesi” diyenler de var. Demokrasi olmadan barış olamayacağını bilerek hareket etmek gerekiyor. Hem IŞİD’i dolaylı destekleyip ham barışı sağlamanın öyle kolay olmayacağının altını çizmek lazım.

 

Erdoğan, seçilirse nasıl bir cumhurbaşkanı olacağını açıkladı. Hedefleri arasında Bakanlar Kurulu’na sürekli başkanlık etmek bile var. Bunun anayasal karşılığı nedir?

Anayasaya darbe yapacak. Türkiye şu anda her türlü riske ve belaya açık. Gayrimeşru ortam demek, gayrimeşru her türlü gücün önünün açılması demek. 17 ve 25 Aralık’ta fiili bir hukuksuzluk hali yerleştirildi. Hükümet o kadar suça bulaştı ki geri adım atamıyor ve hukuksuzluğa devam etmek zorunda olduğunu düşünüyor. Bunun getireceği belalar, ekonomiden tutun da her alanda gerilimi daha da arttıracak.

 

Peki Erdoğan bunu kolayca yapabilir mi?

Bunu yapmak istediğini söylüyor. Türkiye’nin hukuksal, demokratik direncinin çok güçlü olmadığı ortada. Ama Erdoğan’ın sandığı kadar zayıf mı onu bilemiyorum. Bir taraftan da kontrol edemediği gelişmeler oluyor. Mesela seçimden önce ortaya çıkan tapeler, ya da AYM Başkanı’nın uyarıları ya da Soma faciası. Erdoğan istiyor da, ne kadar ileri götürebilir, partisi ne kadar tahammül eder göreceğiz...

 

Türkiye’de rejim, AKP hükümetinin yol açtığı türden durumlara karşı neden emniyet sübapları oluşturamadı?

Burası gerçek bir devlet değil. Polis, Okmeydanı’nda hiç ilgisi olmayan birini vuruyor, Başbakan, polise “sabrınıza hayret ediyorum” diyor. Başka bir zaman “Kuvvetler ayrılığı ayak bağı” diyor. İşlediği suçların haddi hesabı yok.

 

Mesela 2008’de gazete kupürlerine dayanarak AKP hakkında kapatma davası açıldı. Ama bugün anlattığınız türden anayasa ihlallerine karşı yargının eli kolu bağlı görünüyor...

Demokrasinin özü toplumun direncidir. Ortada büyük yolsuzluk iddiaları var. Bunun üstünü örtebilirim, her yerde yalanlar uydururum, bastırırım derseniz, bu bir yerde duvara çarpacaktır.. Bunun çok uzak olmadığını düşünüyorum. Türkiye’nin en önemli meselesi Başbakan’ın içine düştüğü gayri meşru durumdan normal yollarla çıkamamasıdır. Ne olacak, açıkçası ben kestiremiyorum.

 

Murat Belge, 17-25 Aralık’ın ardından bir röportajında, 27 Mayıs türü bir darbe olabileceğini söylemişti. Bu görüşe katılıyor musunuz?

Menderes’in yaptığı bütün hataları bugünkü siyasal iktidar yapıyor. “Askerî rejimi gerilettim” diyor. Ama MGK duruyor, YÖK duruyor, Meclis iç tüzüğü duruyor. Bak, Genelkurmay Başkanı’nın istifasına yönelik söylentiler var, ortalarda dolaşan kulislere baktığınız vakit bir huzursuzluk olduğu görülüyor

 

Biraz açabilir misiniz bu kulisleri?

Balyoz ve Ergenekon anlamlı, önemli davalardı. En önemli işlevi de Türkiye’ye demokratikleştirme yolunda hız kazandırmaktı. Bir NATO ordusunda, askerlerin yargı önünde hesap vermeleri Batı için çok önemliydi. Erdoğan’ın da Müslüman demokrasinin mimarı olarak önünü açtılar. Ama böyle bir niyetinin olmadığını, Erdoğan’ın kendini halife, Ortadoğu’nun lideri gibi unvanlarla sunmaya başlamasıyla Türkiye’nin mevcut kazanımlarının da gittiğini gördüler. Buranın 90 yıldır sahibi olan bir yapıyı bitirme sürecini, demokrasiyi getirerek tamamına erdirmezseniz, yaptıklarınız bumerang gibi size geri döner. Geçmişte “Savcısıyım” dediğiniz bir dava için bugün “kumpas” derseniz, o yapı sizi yer. Demokrat olmazsan, orman kanunlarını savunursan, o kanunlara uyan aslan gelir seni yer.

 

Kışlanın maskesinin düşmesi aşağı yukarı 60 sene sürdü. AKP de bu haliyle uzun süre iktidarını sürdürebilir mi?

AKP’nin insan kaynağı çok cılız. Üstelik AKP’nin yanında durmak insanı kirletiyor. Ayrıca, askeri vesayeti aşmış bir Türkiye’de yaşıyoruz bugün. Bir zorba iktidarı yenmiş bir toplum her şeye rağmen. Toplumun da tecrübeleri arttı. AKP sandığı kadar uzun süre bu şaibeleri sırtında taşıyarak iktidarda kalamaz. Toplum buna tahammül edemez.

Yönetimdeki bütün bu yolsuzluklar, bencillikler, zorbalıklar gündelik hayata da yansıyor. Milli gelir altı yıldır on bin dolarda duruyor. Bu anlayışla Türkiye’nin refahı, zenginliği ileri noktalara götürülemez. Bir parti 12 yıldır iktidarda olur da işçi ölümleri bu düzeyde olur mu?

 

Erdoğan bu tablo içinde seçildiğinde Batı’yla ilişkiler nasıl olacak?

Erdoğan gibi bir adama itibar etmezler artık. Tek amacı kupon arazileri dağıtmak ve iktidarda kalmak olan, her söylediğinin tersini yapabilen, çıkarı için her şeyi yapmaya hazır bir portrenin itibarı, saygınlığı yok. Batı da bunu görüyor. “Kadıköy vapurundan inene de karışırım, herkesin içtiğine de karışırım...” Bu saygı uyandıracak bir tablo değil. Türkiye, Kopenhag kriterlerinin gerisine gitti. Belediye seçimlerini kazanınca kimler kutladı bakmak lazım. Tarihsel bir lider olacaktı ama “Sünni Müslüman dünyasının halifesi olacağım” derken tarihin kendisine altın tepside sunduğu imkanları kaybetti. İktidardan düştüğünde yargının karşısına çıkacak.

 

Türkiye’de ortalama sağduyuyu yok etmeye yönelik bir baskı ne kadar devam edebilir?

“Ben zorla hem Başbakan, hem Cumhurbaşkanı, hem AYM Başkanı olacağım” derse, bu akıl dışıdır, ciddiye alınabilir mi? Anayasa hukuku diye bir bilim dalı var. Bunun dışında akıl almaz bir şey yapabilir misin? Başbakan burayı çok zorluyor, korkarım kıracak...

 

Sokakta bir kırılma bekleniyor ama Türkiye’de Gezi eylemlerinden sonra sokakta hak arama konusunda muhalefet başarılı olamıyor?

Türkiye’de toplum hakkında çok çabuk karar vermemek gerek diye düşünüyorum... Gezi, Erdoğan’ın insanların hayatlarına şımarıkça müdahale etmesine tepki olarak patladı. Erdoğan geri çekildi. O savaşı Gezi kazandı. Erdoğan yeniden aynı hatayı yaparsa Gezi’den daha beteri patlar. Hukuku yok etmesinin, adaleti budamasının sonuçları da hiç beklenmedik yeni tepkilere, yeni hareketlere yol açabilir. Türkiye, ne olacağını henüz daha hiç kimsenin bilmediği ama gelmekte olduğunu hemen hemen aklı başında olan herkesin sezdiği belalara gebe. Umalım ki büyük kayıplar vermeden, kalıcı sarsıntılar yaşamadan atlatsın Türkiye bu dönemi.

 

İzmirli laik teyze haklı mı çıktı?

 

AKP’nin iktidara yerleştiği yıllarda Kemalistlerle, liberaller arasında büyük bir tartışma vardı. Kemalistler, AKP’nin gizli gündemi olduğunu, demokratların ya kandırıldığını ya da kötü niyetli olduğunu düşünüyorlardı. Liberal demokratlar arasında hükümete muhalefete en önce siz başladınız. Şimdi ne diyorsunuz? İzmirli laik teyze haklı mı çıktı?

Bir taraftan Kemalizm öldü, diğer taraftan da siyasal İslam ayakkabı kutularında boğuldu. Önümüzdeki dönemde inşallah kan revan içinde kalmadan, aşmaya çalıştığımız bir süreç var. Türkiye’nin siyasete alet edilen iki kurumu var; cami ve kışla. Demokrasinin ilkelerini esas alan, temel hak ve özgürlükleri tanıyan, işçilerini öldürmeyen, vergi toplayan, hesap veren bir Türkiye için geçmişte hiçbir irade yoktu. Son dönemde kışlanın maskesi düşmüştü, şimdi de siyasal İslam’ın maskesi düşüyor. Eskiden namazında niyazında adam portresi vardı; saydam, dürüst... Şimdi AKP ile birlikte Müslüman kimliğinin bütün bu olumlu vasıfları ortadan kalktı. Hırsızlıklara, cinayetlere fetva verildiği bir dönemdeyiz. AKP’nin olumlu icraatlarına yönelik destek olmasaydı, siyasal İslam’ın ayakkabı kutularında nasıl boğulduğunu görme fırsatımız olmayacaktı. Birinci cumhuriyet bitiyor. Siyasal İslam bir daha nasıl ortaya çıkacak da ben sizi yönetirim diyecek. Dün desteklediğimiz bir parti değil ilkeydi. Bugün de aynı ilkeleri savunuyoruz. Türkiye askerî vesayeti aşmak zorundaydı. Siyasal İslam korkusuyla hep aynı askerî vesayetin içinde taşlaşıp kalmaktansa, o vesayeti temizleyip sonra Siyasal İslam’la hesaplaşmak, Türkiye’yi demokrasiye bütün bu aksaklıkları aşarak taşımak evladır. 

 

Yeni askerî dönem geliyor

 

Askerler yeniden sahneye çıkacak mı?

Balyoz davasıyla birlikte yeni bir askeri dönem başladı. Ben hayatımda ilk defa mahkûmiyeti Yargıtay tarafından onaylanmış insanların serbest bırakıldığını gördüm. Mesela Türk devleti Kuşkonar Köyü’nde büyük bir katliam yaptı. AİHM bu davanın yeniden görüşülmesini istedi. Türkiye’nin belge sakladığı yönünde hayati bir karar aldı. Bakalım bu katliam bireysel başvuru hakkından dolayı AYM’nin önüne geldiğinde aynı kararı alacak mı?

Ben, Hükümet, askerler ve AYM arasında bu Balyoz konusunun görüşüldüğünü düşünüyorum. Bunun yeni kurulan yeni koalisyon yönünde bir karar olduğunu Ankara kulislerinden duyuyorum.