Yaşam

Apple'ın hikayesi ve Alan Turing

Bilgisayarın babası Alan Turing'in İngiliz yargıçlarının gözünde affedilmez bir ’suçu’ vardı. Homoseksüeldi!

29 Kasım 2009 02:00

T24 - "Özür dileriz Alan, sen çok daha iyisine layıktın." Bilgisayarın babası, yapay zekayı hayal eden dáhî matematikçi, İkinci Dünya Savaşı’nın gidişatını değiştiren ulusal kahraman Alan Turing’in, İngiliz yargıçlarının gözünde affedilmez bir ’suçu’ vardı. Homoseksüeldi! Pamuk Prenses gibi elmayı ısırıp uyumaya karar verdi...
 
Alan Turing’in adını duymadıysanız, kabahat sizde değil. Büyük adamlar için anıtlar, heykeller diken (Paris’te, Fransız aydınlarının yattığı kiliseden bozma anıt-mezar Panthéon’un cephesinde ’Vatan büyük adamlara minnettardır’ yazar); sanatçıların, bilim insanlarının adını kamu binalarına, caddelere veren Batı ülkeleri, Alan Turing’in adını yıllarca sanki unutturmaya çalıştı. Daha doğrusu, Time dergisinin 1999’da ’20’nci yüzyılın en önemli 100 insanı’ listesine aldığı, her yıl adına (bilgisayarın Nobel’i sayılan) bir bilim ödülü verilen, bilgisayarın mucidi, yapay zekánın önemini ilk anlayan dáhî matematikçi Alan Turing’i değil, ona yaptıkları ayıbı unutturmaya çalıştılar.
 
Ama sonunda, İngiltere Başbakanı Gordon Brown, bilgisayar uzmanı John Graham-Cumming’in girişimiyle toplanan 30 bin imzaya ilgisiz kalamadı ve eylül ayında kamuoyunun önünde, dáhî bilim insanına reva görülen 'korkunç muamele’ için ’hükümeti adına’ özür diledi.
 
Alan Turing, 1952’de ’alenî ahláksızlık’ iddiasıyla yargılandı.

 
Suçu (!) homoseksüel olmaktı.
 
Turing’e 2 yıl hapis, yahut ’kadın hormonuyla tedavi’ yani kimyasal kısırlaştırma cezası verildi.
 

’Elmayı zehir dolu suya yatır ki uyutan ölüm içine sızsın!’


Dáhî matematikçi ikinci şartı, yani hormon iğnelerini tercih etti. Önce iktidarını kaybetti, sonra göğüsleri büyüdü ve (1948 Olimpiyat Oyunları maraton elemelerine katılacak kadar iyi bir atlet olan) Turing’in vücudu deforme oldu. Tedavinin birinci yılında, hamsin yortusunda, her gece yaptığı gibi bir elma yedi ve yatağına uzandı. Elmaya siyanür enjekte etmişti. Bir daha uyanmadı.
 
Efsaneye göre, Pamuk Prenses ve Yedi Yüceler, dáhî matematikçinin en sevdiği masallardan biriydi; Turing, arkadaşlarınının önünde, masaldaki cadı-kadının sözlerini ve sesini taklit etmeyi çok severdi: ’Elmayı zehir dolu suya yatır, ki uyutan ölüm içine sızsın!..’

 
Turing nazilerin Enigma’sını kıran bir ulusal kahramandı

Oscar Wilde’ı hapiste çürüten, Alan Turing’i utançtan ölüme gönderen kanun, İngiliz yasalarından ancak 1967’de çıkarıldı. İskoçya ve Ulster’de ise 1980’de. İngiltere Başbakanı, yaptığı açıklamada ’eşcinsel düşmanı bu yasanın kurbanı binlerce homoseksüelden ve kanun karşısına çıkarılmak korkusuyla yaşayan milyonlardan’ da özür diledi.
 
Bu insanlık dışı cezaya çarptırılan Turing’in diğer kurbanlardan bir farkı vardı. Turing bir matematik dehası ve çok önemli bir bilim insanı olmanın yanısıra, bir ulusal kahramandı:
 
"Olağanüstü katkısı olmasaydı, İkinci Dünya Savaşı’nın tarihi çok farklı yazılırdı, demek abartılı olmaz" diyordu Brown, "Bir birey olarak, katkısı savaşın gidişatını değiştiren bir kaç insandan biriydi."
 
Turing, nazilerin efsanevi kripto makinası Wehrmacht Enigma’yı çözmeyi başarmış, böylece müttefikler savaş sırasında Almanlar’ın şifreli mesajlarını okuyabilmişler ve Atlantik Savaşı’nda üstünlüğü ele geçirmişlerdi. Ancak, bu gerçek, 30 yıl boyunca ’devlet sırrı’ olarak saklandığı için, duruşmada Turing’in savunmasında yer almadı, hatta aleyhine işledi.
 
Zaten Turing kendini savunmayı da beceremedi. Beceremezdi.
 

16 yaşında Einstein’ın bir kanununu ispatladı

Alan, Hindistan’da görevli bir devlet memurunun ikinci çocuğuydu. Annesi babası binlerce kilometre uzaktayken, genelde bütün sömürge memurlarının çocukları gibi, İngiltere’de bir bakıcı ailenin yanında büyüdü. O kadar utangaç ve sıkılgandı ki, devlet okuluna uyum sağlayamadı. Kötü bir talebeydi. Okuldan atılmasını, matematiğe olan olağanüstü kabiliyeti engelledi. 16 yaşında, Einstein’in izafiyet teorisinin en karmaşık kanunlarından birini, kimsenin yardımı olmadan ispat etmeyi başarmıştı. 1929’da platonik bir aşkla tutulduğu, fen dehası bir sınıf arkadaşı ölünce, teorik matematik ve hemcinsleri Alan’ın en büyük tutkusu haline geldi.
 
Cambridge’deki saygın King’s College’den sonra (Einstein’in katılımıyla bilim dünyasının incisi haline gelen) Princeton’da okuyan Turing, bilimsel araştırmaları ve yayınlarıyla kısa sürede ve çok genç yaşta uluslararası bir şöhret kazandı. Ama dengesiz karakteri ve tutarsız davranışları Turing’in hayatını zorlaştırmaya devam etti.
 
1936, hem Turing hem bilim dünyası açısında hayatî bir yıl oldu.
 
Turing, bazı matematik problemlerinin çözümsüz olduğunu ispatlayarak, dönemin en önemli bilimsel tartışmalarından birine son verdi. Yayımladığı tarihî bir bilimsel makalede teorik ve matematiksel temellere dayalı bir ’sanal makine’den söz ediyor ve ’her türlü matematiksel hesabın bu sanal makineyle yapılabileceğini’ öne sürüyordu. 1950’deki ikinci bir makalede ise hesaplama mekanizması ve (yapay) zeka ile ilgili tartışmalara cevap veriyordu.
 
Bilgisayarın anası kabul edilen ve bilim tarihine ’Turing Makinesi’ olarak geçen bu ’sanal makine’ bilgisayar ilminde çok önemli bir merhaledir. ’Bu iş için programlanması halinde insan zekasının yapabileceklerini yapan bir makine’ yani bilgisayar fikri böyle doğmuş ve kabul edilmiştir. Yine makinelerin (mental mekanizmasını taklit etmeyi başarırsa) insan gibi ’zeki’ olabileceğini düşünen ve yazan Turing’dir. Turing teorik mantık ile fizik uygulamalar arasında köprü atmayı başarmış bir bilim insanıdır.
 
İkinci Dünya Savaşı, Turing’e devrim niteliği taşıyan fikirlerini tatbik etme imkanı verecekti. İngiliz istihbaratının Oxford ile Cambridge arasındaki Bletchley Park’taki ’şifre merkezi’nde görev aldı. 1939’da, binlerce, milyonlarca insanın hayatını kurtarabilecek, ama neredeyse imkansız bir çalışmaya verdi kendini: Mantık dehası ile mekanik bilimini bir araya getirerek, Almanlar’ın efsanevi kripto sistemi Enigma’yı çözmek, böylece gizli mesajların deşifre edilmesini sağlamak. Bunun için, Turing’in bir ’şifre çözme makinesi’ geliştirmesi gerekiyordu. Her gün, Enigma’nın 159 milyar kere milyar olası anahtarı arasından hangisinin o günkü kriptoyu çözmeye yarayacağını bulacak bir ’mucizevî’ makine! Turing, 1930’larda Polonya’da yapılan matematik araştırmalarının buluşlarından yararlandı. 1941’de 'Turing Bombası’ denilen bir metre yüksekliğindeki ’dolapları’ geliştirdi. Bu makineler, Alman genelkurmayı ile Atlantik’teki denizaltılar arasındaki şifreli yazışmaları bir iki saat içinde çözmeyi başardı.
 
Dünyanın kaderini değiştiren bu akılalmaz başarının arkasında, 30 yaşlarında bir bilim insanı vardı. Bletchley Park’ta kimse bu genç adamın ’dahilere has tuhaflıklarını’ yadırgamıyordu: Turing, pazar günleri bisikletle kırlarda gezmeye çıkarken, saman nezlesinden korunmak için gaz maskesi takıyordu mesela. Davranışları bir garipti; lafların yarısını yuttuğu için ne dediği iyi anlaşılmıyordu. Pantolonunu tutmak için beline bağladığı ip de bir tuhaftı. Ama, Turing’in biyografisi yazan Andrew Hodges’un dediği gibi "Burası (Bletchley Park) İngiltere’nin en iyi matematikçilerinin çalıştığı gizli bir üniversite gibiydi. Burada kimse birbirinin yaşı, sosyal sınıfı, diploması, hal ve davranışları gibi yüzeysel şeylerle ilgili değildi. Önemli olan tek şey, kafasının nasıl çalıştığıydı." Ayrıca, savaşın bütün sıkıntılarına rağmen, İngiliz Hükümeti de bilim adamlarının işini kolaylamak için elinden geleni yapıyordu. Bir parça mı eksik, bütçe mi bitti? Turing (yapılan çalışmaların ne kadar önemli olduğunu herkesten iyi bilen) Başbakan Winston Churchill’e bir mesaj gönderiyor ve sorun çözülüyordu.
 

Normale dönüş onun sonu oldu

Ancak savaş kazanılıp, günlük hayatın rutinine, idari aksaklıklara, sosyal hoşgörüsüzlüğe geri dönüldüğünde, Turing için zor günler yeniden başlayacaktı. ’Yapay beyin yapmak’ konusundaki çalışmaların sürüncemede kaldığını düşünerek Londra yakınlarındaki bir merkezde yürütülen ’bilgisayar’ projesini terk etti; Manchester’deki bir projeye katıldı. İnsanın oluşumu ve insan beyninin işleyişi konusundaki araştırmaları ’gülümsemelere’ yol açtı. Oysa, biyologlar, dáhî matematikçinin içgüdüsünün ne kadar güçlü olduğunu ve bir çok alanda haklı çıktığını takdir etmeye başlamışlardı. Ancak, bilim insanı olarak konuşurken, makale hazırlarken, Turing’in kendini ifade etmesini (ve dolayısıyla anlaşılmasını daha da) zorlaştıran, savaş sırasındaki çalışmalarının ve buluşlarının ’devlet sırrı’ kapsamına girmesiydi.
 
Bu sırrın korunması bahanesiyle, İngiliz gizli servisi Turing’in ’özel hayatını’ (!) kurcalamaya başladı. Soğuk Savaş yıllarında ve McCarthycilik’in (2) anglosakson dünyasını sarstığı günlerde, elinde batı dünyasının savunmasıyla ilgili bu kadar önemli bilgiler olan, homoseksüel (ve sorunlu) bir bilim insanının, batı istihbaratının ’zayıf halkası’ olmasından ve Sovyet ajanları tarafından kullanılmasından korkuluyordu. ’Alenî ahláksızlık’ suçlamasıyla hákim karşısına çıkmasına sebep olan fırtınalı duygusal ilişkileri, bilimsel çalışmaları konusunda (devlet sırrıyla bağlı olduğu için) ağzını açmazken, hiçbir zaman gizlemediği cinsel hayatıyla ilgili sırlarını alenen yargıçlara açması, şüpheleri ve yanlış anlaşılmaları daha da güçlendirdi.
 
Hakkındaki iğrenç mahkeme kararından sonra, devlet sırlarını faş etmesinden korkulan Turing iki kez yurt dışına çıktı ve şüpheli yabancılarla ’macera’ yaşadı. Bu onun, kendisini mahkûm eden ve aşağılayan İngiliz toplumuna karşı, siyanürlü elmayı ısırmadan önceki son başkaldırısıydı.
 

Apple’ın ısırılmış elması

Bilim insanları bu büyük dáhînin değerini bildi ve onu asla unutmadı. Hatta, bilgisayar dünyası doğumunun 100’üncü yıldönümü olan 2012’yi Alan Turing Yılı olarak kutlamaya hazırlanıyor. Sanal dünyayla pozitif bilimin, soyut ile gerçeğin kesiştiği hatta ayrılmaz bir bütün olduğu içine kapalı dünyasında, çocuklar gibi, masal ve çizgi film düşkünü olan Alan Turing, şirketin bütün yalanlamalarına rağmen Apple’la ilgili susmak bilmeyen bu ’şehir efsanesini’ duysaydı, herhalde çok severdi: Rivayete göre, Apple’in kurucuları, insanlığın kıymetini bilmediği, acı çektirdiği ve öldürdüğü bu bilgisayar dehasına olan hayranlıklarından, şirket logosu olarak ISIRILMIŞ BİR ELMA seçmişti! Bu logonun niye ’gökkuşağı’ renklerinde (!) olduğu da ayrı bir soru tabii ki...




(Kaynak: Le Monde’da yayımlanan 15 Ekim tarihli Jérôme Fenoglio imzalı yazı)