Gündem

"Ankara'nın 'silahları bırakın' talimatıyla IŞİD'e teslim olduk, ayaklarımıza prangalar vurup götürdüler"

Serbest kalan 46 rehine arasında bulunan Musul Ticaret Ataşesi Mehmet Argüç 101 gün boyunca yaşananları anlattı

25 Eylül 2014 11:04

Musul’da rehin alınan Türk Konsolosluğu çalışanlarından Ticaret Ataşesi Mehmet Argüç, yaşadıkları 101 günlük esarete ilişkin olarak, "Orada ayağımıza prangalar vurdular, ellerimizi kelepçelediler, gözlerimizi bağladılar" dedi. Argüç, konsolosluk baskını anında IŞİD militanlarının kendilerinden silahları bırakmalarını istediklerini, bunun üzerine Başkonsolos Öztürk Yılmaz'ın Ankara ile teması sonrası silahların bırakılarak teslim olunduğunu söyledi.

 

Hürriyet'ten Sevil Erkuş'a konuşan Mehmet Argüç'ün açıklamalarından satırbaşları şöyle:

“Dışarıyı kuşları izliyorum. Kedi geliyor. Orada, ‘Şunlar gibi özgür olsam. Kuş olsam da uçup Türkiye’ye gitsem’ diyordum. Televizyon izlerken belgesellerde insanlar sokakta, eğlence yerinde, denizde. Onları görüyorum. Diyorum ki ‘Ne kadar mutlu insanlar.’ Bir daha bunları nasıl yaşayacağız diyerek onları kıskanıyordum. İzlemeden kaçıyordum.” Kaçırıldıkları Musul’da 8 kez yer değiştiren, Irak  ordusunun bombardımanından kıl payı kurtulan rehineler, IŞİD militanlarıyla hep bir mesafe kalsa da zamanla yakınlaşıyorlar. Televizyon, mama, çocuk bezi, birçok ihtiyaçları karşılanıyor. Rehinelerin yaptığı gizli telefon görüşmelerini uydudan takip eden Irak hükümetinin yerlerini tespit ettiğini söyleyen Argüç, Irak ordusu tarafından defalarca bombalandıklarını anlatıyor. Mehmet Argüç, baskın gününü ve 101 günlük esareti Hürriyet Daily News’a şöyle anlattı:

 

Ankara 'silahları teslim edin' dedi

 

“Konsoloslukta evraklar yakıldı. Bir gün öncesine kadar çıkalım denildi. Konsolos, dışarı çıkıldığı an çevrelenebileceğimizi söyledi. ‘Bizi göndermezler’ dedi. Bize bir şey yapılmayacağını söyledi. Oradaki bir Türkmenden ya da bizim orada çalışandan aldığımız bilgi doğrultusunda bize bir şey yapılmayacağı bilgisi verildi. Hiç beklenmedik bir anda Başkonsolosluğun etrafını 500-1000 kişi sardı. Binanın önüne eski arabalar yerleştirilmiş, bomba koymuşlar. Çarpışma olursa patlatacaklar. Bağırıp kapıları dövüyorlar açın diye. İçlerinde beyaz kıyafetli bir Türkmen, yerel halkan bir firma yetkilisi, 5-10 kez ofisime geldiğini biliyorum. Tercümanlık yapıyor. 10 dakika içinde konsolosluğu terk edeceksiniz dediler. Direnme olmadı, olamaz. Silahları teslim edin dediler. Başkonsolos Öztürk Bey Türkiye’yle bağlantı kurdu. Dediler ki verin. Verdiler.

 

'Pikaplara 3’er kişi bindirdiler'

 

Kendi pikaplarını getirdiler, 3’er kişi bindirip, 17 Temmuz Mahallesi’nde bir hastaneye götürdüler. Ezan okununca, namaz kılacağız dedik, camiye götürdüler. Dışarı çıktık, diğer kalanları da getirmişler. 10 metrekarelik, bizim köy evleri gibi boş bir eve götürdüler. Herkes dip dibe, yatarken dönünce arkadaşının burnuna çarpıyorsun. Nöbetleşerek uyuduk. 4 ya da 5’inci gün oranın valisi geldi, genç, kafası sarılı. ‘Benim bu halime bakmayın, 4 üniversite bitirdim’ dedi. Sıcak davrandı. Önce sorguladı, ‘Müslüman mısınız?’ dedi. Dini sorular sordu. Tabii bizi kafir olarak görüyorlar. Ama baktılar biz namaz kılıyoruz. Orada 9 günümüz geçti. Sonra ‘Ev sahibi geldi boşaltacağız’ dediler.

 

'Kahvaltıda peynir ya da 1 yumurta'

 

Bizi Olimpiyat Evi diye, güzel, büyük, klimalı bir yere götürdüler. İnce sünger yataklar getirdiler. Aileyi bir üst katta odalara yerleştirdiler. IŞİD’çiler zaman geçtikçe bizi daha iyi anlamaya başladılar, daha yakın davranmaya çalıştılar. Bir samimiyet oluştu, ne istersek, hurma murma getiriyorlar. Bir yerden bir yere giderken bizi öldürmek isteyenlerden korkuyorlardı. Ramazan başladı. Şeker bayramı için Türkiye’ye gidiyorsunuz dediler. Mutluluktan uçuyoruz. Büyük bir otobüs geldi. Bir baktık, Dohuk yoluna saptık. Herkesin morali bozuldu. Bir yere uğrayacağız dediler. Çıkmaz sokağa doğru döndük, kapı açıldı. Özbek olduğunu söyleyen biri, elinde silah, geçin dediler. Arkamızdan kapıyı kilitlediler. Birkaç kişi hariç herkes oruç tutuyor. Sabah kahvaltıda bir dilim peynir ya da yumurta. Öğlen yemeklerinde her gün pirinç pilavı ve tavuk eti yiyoruz. Aç gözlülük neymiş yaşadım. Bir yemek geliyor, hepimiz koşuyoruz.

 

'Olimpiyat evinde klima, lavabo vardı'

 

Daha sonra götürdükleri bir okul binasının tepesinde pır pır uçakları uçmaya başladı. 50 metre ötemize varil bombası düştü. Maliki’nin talimatı dediler. Kapı, pencere, cam dağıldı. Maliki ve İran’ın bizi öldürmek istediğini söylüyorlardı. Orada ayağımıza prangalar vurdular, ellerimizi kelepçelediler, gözlerimizi bağladılar. Neden yaptılar bilmiyoruz. Oranın valisi bu olaya çok üzüldü. Oradan aldılar Olimpiyat Evi’ne götürdüler. Bayram ettik. Çünkü lavabo, tuvalet ihtiyaçlarımız daha rahattı.

 

'Şarapnel parçası banyoyu delmişti'

 

Bir defa telefon görüşmesi yapıldı. Onun da cezasını çektik. IŞID’çiler müsaade etmiyordu. Çünkü bizim uydudan yerimizi tespit ediyorlar. Farkında değiliz. Nitekim konuşmadan sonra Irak ordusu gelip orayı bombalıyordu. ‘Sizi öldürecekler, buna müsaade etmeyeceğiz’ diyorlardı. Bir yerden bir yere giderken çok korkuyorlardı. Öyle bir bomba patladı ki, bizim odanın 4 metre ötesinde köşeye düştü. Odamızın duvarını şarapnel parçası delmiş, arkadaş Kuran okuyordu kafasının üstünden delip girmiş. Banyoyu delmiş. Herkes bağırıyor. Kapılar parçalanmış. Dışarı bir çıktık, 2 IŞİD’çiden birinin tepesine düşmüş. Onun parçası bile yok, diğeri 4’e bölünmüş. Bazı arkadaşlarımızın bacaklarına cam parçaları girmiş. Kimisinin bacakları yanmış. Patlama yapılan yerde kıyafetlerimizi alıp tanınmamamız için Arapların giydiği beyaz geceliklerden giydirdiler.

 

Türkmen fısıldadı: Yarın gidiyorsunuz

 

-Bir gün vali gülerek geldi, ‘Yarın gidiyorsunuz’ dedi. Daha önce söyledikleri moralimizi bozardı. ‘Türkiye telefonlarımıza bakmıyor’ falan derdi. Suriye’den gelen komutanla tanıştırdı. Sabah oldu, ne gelen var ne giden. 1 hafta geçti, bize zehir oldu. Sorduk, ‘Yol emniyeti alınıyor’ dediler. Bir de sürekli jetler uçuyor. 10 gün geçti. Diyoruz ki bunlar hep yalancı. Bizim Türkmen geldi. İçeri girdi, sus işareti yaparak ‘Yarın gidiyorsunuz’ diye fısıldadı. Sabah oldu, kimse gelmiyor. Öğrendik ki o gün Musul’da Tarım Müdürlüğü’nü vurmuşlar. 70 kişi ölmüş, onun çarpışması olduğu için çıkamadığımız söylendi. Cumadan çıktılar. 2 minibüs geldi. Yol boyunca her yer IŞİD’çi, bizi koruyorlar. Hiç uçak uçmuyor. Rakka’da durduk. Eyvah dedik. Yatsı namazı kılındı. Bir okulda yemek yedik. Yine minibüslere bindirildik. Gece 00.00 gibi Talabyad’a vardık. Arabalarda bekletilip, gümrük kapısındaki salona alındık. Sabah oldu, bir baktık ki MİT’ten geldiler. Sınır kapısında bizi otobüslere bindirip aldılar.

 

'Telefonlarımızı kadınlar sakladı'

 

‘Telefonları vereceksiniz, yoksa cezalanırsınız’ dediler. Üstümüzü aradılar, hem de soyarak. Hepimiz verdik. Başkonsolos bir müddet o görüşmeleri yapmış. Ama bir yerden bir yere taşınırken tüm eşyalarımız kalıyordu. Her seferinde eşyaların arasında o telefonlar da kaldı. Konsolosunki de bir yerde kaldı. Bir noktadan sonra iletişim kesildi. Sonra kaldığımız bir evde, ev sahibinin evi terk ederken bıraktığı telefonlardan biriyle irtibat sağlanmış. Konsolos telefonun pilini çıkarıyordu. Bayanlar sayesinde daha rahat saklanıyordu. En büyük sevincimiz Allah’tan annelerin sütü kaçmadı. Ek mama, çocuk bezi ne zaman istesek getirdiler. O konularda Allah var sıkıntımız olmadı.

 

'Tepkilere göre kellemiz gidebilirdi'

 

Ankara’dan tahliye talimatı gelip gelmediğini, kriptoları ben okumadığım için bilemem. Ama ailelerin dışında olan herkesi üzen bu konuydu. Keşke onlar gitseydi. IŞİD’in saldırı haberleri çıktığında keşke hemen gönderilebilseydi. İyi ki mahkeme kararıyla yasak çıkmış. Çünkü bunlar acımasız, Türkiye’deki tepkilere göre birimizin kellesi gidebilirdi.

 

'İnfaz videolarını isteyen izlesin'

 

Kasaya cihaz koyup çektikleri videoları gösteriyorlardı. Zorla değil, isteyen gelsin izlesin diye. Baktım öldürdükleri insanın kafasına kurşun yağdırmaya devam ediyorlar. Bu izlenir mi? Gazetecilerin infazını televizyondan izleyenler olmuştu, ben izlemedim. Bu örgütün başarısı videolarla yaptıkları propagandada.”

 

'IŞİD’çilere veda eden oldu'

 

IŞİD’çilere veda eden oldu. Ama onlar bizden uzak durdular. Komutanları oradayken bizimle olan samimiyeti göstermek istemediler. Sadece birbirimize el işareti yaptık ama gözlerinde o mutluluğu gördüm. Bizim oradan ayrılmamızdan mutlu olduklarını gözlerinde gördüm. Sınırı geçince araçta bizimkiler ‘Arabayı durdurun sigara içeceğiz’ dediler. Çünkü Musul’da sigara içmek yasaklandı. Grupta dayanamayanlar kuru çayı kağıda sarıp içiyorlardı, MİT’çilerden sigara alıp içtiler.

 

'Müslümanlık Türkiye’de'

 

"Bizim günahımız ne, niye tutuyorsunuz’ dedik. Hiç bir şey demediler. Biz sadece emir kuluyuz dediler. Müslümanlık, İslamiyet Türkiye’de yaşanıyor. Adam keserek, öyle bir Müslümanlık olmaz. Şii de Müslümandır. Onların bazıları da bunları sorguluyor. Gruptan ‘Sizi niye tutuyorlar’ diyenler oldu. Kendi içlerinde sorgulayanlar var ama çok gizli yapıyorlar. IŞİD’ın yaptıklarına sempati duymayan, bunların içine girip de buradan kaçacak olan Türkmenler olduğunu düşünüyorum."