Gündem

AKP'nin yeniden getirmek istediği "tek tip kıyafet" Diyarbakır Cezaevi Komisyonu tutanaklarına nasıl yansımıştı?

Mağdurlar, "tek tip kıyafet"e karşı verilen mücadeleye vurgu yapmıştı

09 Ağustos 2017 23:07

Muğla’da görülen “Cumhurbaşkanı’na suikast girişimi” davasında yargılanan bir sanığın “Hero” (Kahraman) yazılı tişört giymesinin ardından ‘FETÖ’ davalarında yargılanan sanıklara ‘tek tip’ kıyafet uygulaması getirilmesi gündeme geldi. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve hükümet tarafından gündeme getirilen proje, 12 Eylül döneminin hapishanelerinde yatmış bazı AKP milletvekilleri tarafından da savunuluyor.

"Tek tip kıyafet" işkence ve baskılarla anılan 12 Eylül dönemi cezaevlerinin simgesi haline gelmiş uygulamalardan biri olmuştu. 

AKP iktidarı döneminde, 1980 darbesinden tam 35 yıl sonra Diyarbakır başta olmak üzere bu baskı ve işkenceleri aydınlatmaya yönelik olarak parlamentoda önemli adımlar atıldı.

AKP Mardin Milletvekili Orhan Miroğlu’nun 17 Aralık 2015 tarihinde Diyarbakır 5 ‘No’lu Cezaevi ile ilgili alt komisyon kurulması önerisi TBMM’de CHP ve HDP’nin de destek oylarıyla kabul edilmiş, Meclis İnsan Hakları Komisyonu bünyesinde kurulan ‘Diyarbakır 5 No’lu Cezaevi Alt Komisyonu’ o dönemde yaşananları aydınlatma konusunda önemli adımlar atmıştı. Komisyon başkanlığını üstelenen Miroğlu da Diyarbakır Cezaevi'nin bir hafıza ve yüzleşme müzesine dönüşmesi amacına da  dikkat çekmişti.

Alt komisyonda dinlenen pek çok mağdur, Diyarbakır 5’nolu Cezaevinde "tek tip kıyafet"e karşı verilen mücadeleye vurgu yapmıştı. Komisyonda tek tip kıyafet uygulamasına ve direnişe dair tanıklıklarını anlatan mağdurların ifadeleri şöyle: 

Miroğlu: Mehmet Bilen koğuş arkadaşım

Mehmet Bilen: (6 Ekim 2016 oturumu)-

Orhan Miroğlu: Mehmet Bilen’den başlayalım isterseniz, koğuş arkadaşım aynı zamanda. Böyle çok sürprizler oluyor çünkü tabii, orada işte birkaç yıl kalmış bir cezaevi mağduru diyelim, bir 5 no.lu mağduru olmak böyle hoş ve iyi sürprizler aslında diyelim, ona yol açıyor. Mehmet Bilen’le aynı koğuşta kaldık, evet. 

BAŞKAN  (Miroğlu)– Hatırlıyor musun sloganı? Neydi slogan? “İnsanlık onuru işkenceyi yenecek.” miydi?

MEHMET BİLEN – “İnsanlık onuru işkenceyi yenecek.” En temel slogan buydu yani.

MEHMET BİLEN – Aynen. “İnsanlık onuru işkenceyi yenecek.”, temel slogan buydu. Bu şiarlarla biz direnmeye geçtik. Tabii, üç günlük açlık grevi, üç dört günlük açlık grevi falan oldu. Daha sonra bizim koğuşu bastılar. Yani güya anlaşma sağlanmıştı. Bizim koğuşu bastılar, içeri girer girmez “Herkes esas duruşa geçsin.” dedi, “Başınızı önünüze eğin.” diye emretti tabii, askerlerin başındaki komutanları. Birkaç kişi başını eğmedi, bunlardan biri de bendim. Bir anda, dedim, yine aynı günlere mi döneceğiz? Yani üç dört günlük bir şey de olsa rahat oturabiliyorduk, sohbet edebiliyorduk, insan gibi… Yani mahrumduk, yemiyorduk, içmiyorduk; açlık grevindeydik ama yine de ben düşündüm: “Yine aynı günlere mi geleceğiz?” Başımı eğmedim, benim gibi bir iki kişi daha vardı, karga tulumba bizi alıp götürdüler. Biz götürdükleri yer de oranın sinema salonuydu. Sinema salonuna götürdüler, yatırdılar. Tabii, her türlü işkence…

BAŞKAN Miroğlu– Sinema salonu ama biz orada hiç öyle film falan seyretmedik, yani ismi sinema salonu. Cezaevi projesi kapsamında yapılmış, öyle bir şey yok yani, film falan, akla şey gelmesin yani.

MEHMET BİLEN – Yani sinema falan yok tabii ki, adı sinema salonuydu. Yani belki projede sinema salonuydu ama hiçbir zaman kimse orada film izlemedi yani.

Bizi orada yatırdılar. Kaç gün kaldığımızı şu anda hatırlamıyorum. Yani, kurallara uymayanları tekrar hücreye attılar. Hücre dediğimiz, 36’ncı koğuşa yine gönderdiler bizi. Orada da iki, üç ay falan kaldık, sonra anlaşma sağlandı, tekrar koğuşlarımıza geldik. Ardından, ocak direnişi yine patladı tabii. Eylülden sonra, kısa bir dönem, kaç ay? Eylül, direniş bir ay falan sürdü, sonra iki, üç ay gibi bir şeyden sonra tekrar üstümüze gelmeye başladılar, yine direniş başladı.

BAŞKAN (Miroğlu)  – Temel sebeplerden biri, galiba, tek tip elbise, yani hatırlatmak için şey yaptım.

MEHMET BİLEN – Evet, tek tip elbise.

O direnişte Necmettin Büyükkaya, spor salonuna götürülüp orada işkenceyle öldürüldü, şiddetle.

BAŞKAN – Mehmet, o konuda ne biliyorsun ya da duydun, onu şey yaparsan?

MEHMET BİLEN – Bizim kaldığımız koğuşun çaprazında, altta. Onun altında da yine aynı davadan yargılandığımız arkadaşlar var; biri Kutbettin Yıldız. Kendisi şu anda Diyarbakır’da zaten. Yani oradan, koğuştan… Onun öncesinde tehdit edildiğini falan duydum. Yani, işte, “Seni öldürürüz.” falan demiş Necmettin Büyükkaya’ya.

BAŞKAN – Kim demiş?

MEHMET BİLEN – Üsteğmendi o zaman, emniyet amiri, üsteğmen, adını şu anda hatırlamıyorum. Haa, Ali Osman’dı. Kendisini tehdit etmiş, öldürmekle tehdit etmiş. Bir söz söylemiş, onu herkes biliyor, “Ben ölürsem benim çocuklarım benden utanmayacak, onurla adımı söyleyecek ama senin çocukların yarın senden utanacaklar.” diye. Öyle bir söz söylemiş yani Necmettin Büyükkaya.

“Tek tip elbise giyeceksin; kaptılar beni Necmettin Büyükkaya’nın öldürüldüğü hamama”

Elbise giymeme şeyinden dolayı beni de mahkemeye çağırdılar ve orada “Tek tip elbise giyeceksin.” dediler, ben de “Giymeyeceğim.” dedim. Kaptılar beni Necmettin Büyükkaya’nın öldürüldüğü hamama götürdüler. “Kabul edeceksin.” diye başladılar beni dövmeye, kabul ettirmek için. Ben de artık, dedim ki: Ya, şimdi bunlar öldürecekler beni, başladım ben kendi kafamı vurmaya betona. Çünkü insan artık bir yerden sonra tahammül edemiyor bir şeye; ölümse ölüm, başımı vurmaya başladım yere. Yani bunlar anladılar ki tutmasalar öldüreceğim kendimi. Ondan sonra karışmadılar, bıraktılar beni. Aldılar, mahkemeye gittik. Gittik mi onu iyi hatırlamıyorum. Yani o olaydan sonra koğuşa getirdiler, zaten ondan sonra da ocak direnişi başladı, tekrar hücreye götürdüler beni. Pardon, şimdi hatırladım, oradan beni 36’ya yine götürdüler, 36’ncı koğuşa, hücrelerin bulunduğu. Ben ocak direnişinden sonra… Sizinle aynı koğuşta, 13’üncü koğuştu değil mi beraber kaldığımız koğuş?

“Mahkumlara tek tip elbise vardı”

MAHMUT NOĞAY (30.11 2016 oturumu- Diyarbakır dış güvenlikte asker)- Birbirleriyle böyle, doğru dürüst isimleri bile bilinmezdi, herkesin kod adı vardı. Bana da “Arap Çavuş” derlerdi, benim ismim de “Arap Çavuş”tu, esmer olduğum için “Arap Çavuş”tu.

BAŞKAN – Kod adı yani kod adı gibi.

BAŞKAN – Sonra sen görev yaparken tek tip elbise giydirildi galiba mahkûmlara, ocak ayında.

MAHMUT NOĞAY - Mahkûmlara tek tip elbise vardı, tabii, şimdi, şudur…

BAŞKAN – Zaten sözünü ettiğin Necmettin Büyükkaya da o zaman öldürüldü.

 Cemşit Bilek: “Necmettin Büyükkaya beni içeride öldürecekler demişti”  

1 Aralık 2016 oturumu:

BAŞKAN – Arkadaşlar hoş geldiniz.

Bu haftaki konuğumuz Cemşit Bilek, avukat. Cemşit Bey çok uzun bir dönem Diyarbakır’da, 12 Eylül sonrası sıkıyönetim mahkemelerinde görülen davaları izledi. Aynı zamanda bizim davamızın da, benim yargılandığım davanın da çok takipçisiydi. İşte, yıllar sonra, şimdi, o geçmişte ne oldu, ne bitti, hukuki süreç nasıl işliyordu, tabii ki çok şüpheli, çok şaibeli bir süreç olduğuna hiç şüphe yok ama tabii, bunun Türkiye Büyük Millet Meclisinde, bu Komisyonun öngördüğü biçimdeki çalışmalara konu edilmesi ve bir biçimde kayıt altına alınması çok önemli.

AVUKAT CEMŞİT BİLEK – Sıkıyönetim sonrası, bir de olağanüstü bir dönem devam etti bölgede, OHAL dönemi. O zaman da pek sıkıyönetimden farklı bir durum olmadı. Ben, yani, kendi imkânlarım nispetinde soruyorum, dinliyorum, o yakalanan, bırakılan insanlarla zaman zaman görüşüyorum, soruyorum, bu son dönemlerde bu uygulamalar, soruşturmada yaşanan gayriinsani, gayrihukuki durumlar aşağı yukarı sona ermiş. Bilmiyorum, bundan sonra bir şekil alır mı, eski düzenine döner mi, onu bilmiyorum ama epeydir, bir on-on beş senedir bu uygulamalar sona ermiş, o işkenceler kalmamış. İnsanlar soruşturmada, bir yerde, rahat ifadelerini verebiliyorlar, savunmalarını yapabiliyorlar.

Efendim, mesela bir arkadaşımızı anlatmak istiyorum, Necmettin Büyükkaya, siz de tanırsınız. Bu arkadaşımız DDKO davası sanığıydı, biz de o davada avukattık. Uzun uzadıya anlatmayayım ama son mahkemeye ben değinmek istiyorum. Bilirsiniz, o dönemde sanıklar tek tip  elbise giyiyorlardı, giymek durumundaydılar. Oturdukları zaman sağa sola bakma, bilmem, konuşma imkânları pek yoktu. Cezaevinde yaşadıkları yanında bir de öyle bir hareketleri oldu mu ring arabasında büyük eziyetler çekiyorlardı, dayaklar yiyorlardı. Yine o duruşmada, duruşmanın sonuna doğru Necmettin söz almak istedi. Genelde sanıklar pek söz almıyorlardı, avukatlar bir iki kelimeyle tahliye isteminde bulunuyorlardı, sanıklar, yani bir yerde herhâlde yasaktı, korkuyorlardı baskıdan filan. Necmettin söz istedi, kalktı, dedi: “Benim şu anda gördüğünüz gibi sıhhatim yerinde, öyle herhangi bir rahatsızlığım, hastalığım falan yok fakat bir sonraki mahkemeye gelmeyebilirim, beni içeride öldürecekler. Siz inanmıyorsanız beni doktora da, heyete de sevk edebilirsiniz. Fakat beni öldürecekler ve ölümümü birtakım sıhhi sebeplere bağlayacaklar.” Biz şoke olduk. Ki, o dönemde, affedersiniz, tuvalete gidiş bile yasaktı sanıklara, kimi altını ıslatıyordu, saatlerce, belki on saat oturarak, hareketsiz bekleme durumundaydılar. Bu haberi alınca şaşırdık. Hemen gittik cezaevine, çağırdık Necmettin’i, dedik: “Necmettin, niye bunu söylüyorsun?” “Ben biliyorum, beni öldürecekler. Siz avukatlar bile bana inanmıyorsunuz. Halbuki kulağımla işittim, kesin öldürecekler beni ve bir sonraki mahkemeye sağ gitmeyeceğim.” dedi. Nitekim bir sonraki mahkemeye, Necmettin öldürüldü içeride.

BAŞKAN – 24 Ocak 1984’tü. Demek ki 1983’ün son aylarında çıkarıldığı duruşmada öldürüleceğini söylemiş. Muhtemelen öyle olmuş yani. 

AVUKAT CEMŞİT BİLEK – Evet. Kanımca, bu örnek bir fikir verdi size, yani sanıkların o mahkeme duruşma salonunda çektikleri eziyetler, saatler…

VEDAT BİLGİN (Ankara) – İçeride mi öldürdüler?

BAŞKAN – Necmettin Büyükkaya işkencede öldürüldü, bizim Komisyonumuza da bu konuda çok tanıklıklar yapıldı, birçok arkadaşımız bu olayın tanığı aynı zamanda, sizden önce Komisyonda dinlediğimiz arkadaşlar. İşkencede öldürüldü. Mesela bir önceki hafta dinlediğimiz, orada görev yapmış bir gardiyan, dışarıda görev yapmış bir gardiyan, Necmettin Büyükkaya’nın eşinin öldürüldükten sonra geldiğini -Cemile Büyükkaya, eczacıdır Cemile Hanım- ve bu askerle karşılaştığında, bu görevli askere “Benim kocamı niye öldürdünüz?” diye sorduğunu anlattı bize, orada görevli bir asker, geçen haftaki tanığımız.

VEDAT BİLGİN (Ankara) – Bir şey yapıldı mı Orhan Bey onlar hakkında? Netice itibarıyla, cezaevinde öldürülüyor, şey belli, oradaki gardiyan belli, bilmem kim belli, onlar hakkında bir şey yapıldı mı?

BAŞKAN – Bir tek bildiğimiz, Altan Tan’ın babasının katlinden sorumlu bir gardiyan yargılandı. Onu da dinledi Komisyonumuz. O da beş yıl mı, altı yıl mı, bir ceza almıştı. Şu an hayatını Antalya’da sürdürüyor. Geldi, Komisyonumuza da tanıklık yaptı. Benim bildiğim, işkencelerden ötürü ceza almış başka kimse pek yok yani.

Cemal Ekren:  Yılmaz Demir’in buna karşı (tek tip) kendini asarak intihar ettiğin

3  Kasım 2016 oturumu

BAŞKAN – Ocak direnişiyle ilgili hatırladığın bir şey var mı? O tek tip elbisenin giydirildiği dönem, 24 Ocakta başlayan. Senin yargılandığın davada kendini asarak intihar eden Yılmaz Demir vardı, hatırlıyorsun değil mi?

CEMAL EKREN – Yılmaz Demir vardı, evet, biliyorum.

BAŞKAN – O konuda bildiklerin varsa kayda geçelim.

CEMAL EKREN – Yılmaz’la aynı koğuşta değildik o dönemde, Yılmaz bizden farklı koğuştaydı. Bu tek tip elbiseyi getirip dayattılar bize. Biz buna günlerce karşı çıktık fakat sonuç itibarıyla demin anlattığım o sistematik baskılardan dolayı bunu da giymek zorunda kaldık ve Yılmaz Demir’in buna karşı kendini asarak intihar ettiğini yine o gün, o direnişte şahit olduk, duyduk yani böyle bir şeyi yaşadık biz. Fakat, işte diyorum ya otuz altı yılı hatırlıyorsak da bazen ufak şeyleri anlattıkça unutuyoruz.