Gündem

Akit yazarı: Gül ve Arınç'ı karalayan dost bildiğimiz yalakalar hak ile yeksan oldu

"Tepeden aldıkları son darbe, umut kapılarını bir kez daha yüzlerine çarptı"

08 Nisan 2016 16:38

Yeni Akit gazetesi İbrahim Bektaş, eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile eski Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'ın 'yalaka tayfası tarafından AKP düşmanı ilan edildiğini' savundu. "Sayın Cumhurbaşkanının Şubat’ta Abdullah Gül’ü 'Aksaray'da 3 saat boyunca ağırlaması ve Sayın Başbakanın Manisa gezisine Bülent Arınç’ı davet etmesi ile oluşan “vefa lodosuna” toslayarak hak ile yeksan oldular" diyen İbrahim Bektaş, "Tepeden aldıkları son darbe, umut kapılarını bir kez daha yüzlerine çarptı. Tepeden aldıkları son darbe, umut kapılarını bir kez daha yüzlerine çarptı. Şimdi, yeni bir renge ve kılığa bürünmenin tam zamanı" ifadelerini kullandı.

İbrahim Bektaş'ın, "Sayın Başbakan, en gözde mesleğimizi bir hamlede hak ile yeksan ettiniz!" başlığıyla yayımlanan (8 Nisan 2016) yazısı şöyle: 

"Her dönemde bir meslek popüler olur.

Mesela ortaçağ Avrupa’sında şövalyelik, Osmanlılarda cengâverlik bunlardandı.

Sonraları yaşanan değişimle, Avrupa’da “dilencilik”, Osmanlılarda “dalkavukluk” en cazip meslekler arasına girdi.

Dalkavukluk resmi idi ve görevi de, padişahların kendilerini “iyi hissetmelerini” sağlamaktı.

Düşünsenize, padişah, Sultan hanımdan veya şehzademizden bir darbe yemiş, ya da savaştan ordu-yi hümayun mağlup dönmüş.

Padişahı nasıl mutlu hissettireceksiniz?

O yüzden dalkavukluk, popüler olduğu kadar, bir o kadar da zor bir meslekti.

Derken devir de, yönetim de değişti.

Padişah ve sarayı olmayınca, dalkavukluk da mazideki yerine döndü.

Bu yeni düzenin de doğal olarak kendine uygun yan sanayi meslekleri gelişti.

1050’ye kadar, inkılaplara karşı gelen Müslümanları “devrim düşmanı” olarak rejim askerlerine ihbar etmek (Muhbirlik) en saygın meslekler arasında idi. 

Muhbirlik çoğunlukla bir menfaat karşılığı taraf değiştirmiş Müslümanlarca ifa edilirdi.

1950-1960 arasında iktidar el değiştirmiş nispeten daha dindar bir kadro iş başına gelmişti.

Buna paralel olarak muhbirlik hemen kabuk değiştirerek yeni konjonktüre adapte olmuş ve “Müftericilik” şekline dönüvermişti.

Bir samimi Müslüman kardeşinin işini bitirmek istediğinde, “hükümet karşıtı, nurcu, tarikatçı” demen yeterliydi. 

1960 ihtilali kurulu düzeni bir kere daha alt üst etti.

Bu defa en popüler mesleklerin başına “Jurnalcilik” oturuverdi.

Ne hazindir ki, bu yeni mesleğin de en sadık müntesipleri yine saf değiştirmiş Müslümanlardı.

1970-80 arasında bu meslekler için tam bir “tükeniş” söz konusuydu.

Çünkü “it izi kurt izine karışmış”, kimsenin kimseyi dinleyecek mecali kalmamıştı.

1980 ihtilali kaybolmaya yüz tutmuş söz konusu meslekler için tam bir “can simidi” oldu.

Bu defa “iş bitirme”nin adı “ispiyonculuk” idi!

Her ne kadar piyasada “Bir sağdan bir soldan sallandırmak” olarak bilinse de, bu dönemde de “12”’ye ihlaslı müminler oturtulmuştu.

En yakınınızda emek verdiğiniz biri bile, Evren paşaya, konsey üyelerine veya bir askeri zevata “bu da onlardandır” diye bir kere fısıldadı mı işiniz bitti (!) demekti.

Acı gerçek bir kere daha bağrımızı delmiş, ispiyonculuğun baş aktörleri de aramızdan neşvünema buluvermişti.

Neyse ki rahmetli Özal, bu dönemin en az hasarla atlatılması için canı pahasına da olsa elinden geleni yaptı.

90’lı yılların sonu, çürümeye yüz tutan bu saygın mesleklerimize “can suyu” oldu. 

Bu defa “irtica tiyatrosu” sahneleniyordu.

Senaristler sivil, yönetmenler üniformalı, oyuncular “piyon”, aşağılananlar ise yine adları bu kez “mürteci” olarak anılan Müslümanlardı. 

İspiyonculuk güncel kisvesine büründü ve “münafıklık (ben de Müslümanım)” olarak arz-ı endam etmeye başladı.

O günlerde bu zevatın hedefe götüren en makbul silahı “ben de Müslümanım ama o irticacı” idi. 

Ne acıydı ki, bu mesleğin de en gözde piyonları, yine koynumuzda beslediklerimizden çıktı.

Çok acılar yaşadık ama dağılmak yerine “Elhamdülillah” safları daha da sıklaştırdık.

Arındık, temizlendik, saflaştık ve bin yıllık “ham hayalleri” on yıla bile varamadan “geri dönüşüme” gönderdik.

Tam 20. asrın bitiş, 21. yüzyılın başlama çizgisinde yediğimiz vurgun, belki de Rahmeti İlahi’nin merhametini celp etti ve “fecr-i kazibden fecr-i sadığa” geçmemize vesile oldu.

Millet uyanmış, dostlarına mürüvvetli, düşmanlarına ise sulhkarane davranmaya başlamıştı.

Bir zamanların en itibarlı meslekleri hâlâ “tozlu raflarda zorunlu ikamet”te idi.

Sanki onlar için “hüzün seneleri” geri gelmişti.

Derken, son dönemlerde beklenmedik bir anda, “muhteşem” bir dönüşle ama yeni bir kılıkla arz-ı endam etmeye başladılar.

Bu defa “yalakalık” olarak tezahür ettiler.

Yalaka tayfasının başında bu kez de, “dost ve kardeş” bildiklerimizin olması bizi şaşırtmadı.

“Vazife vazifedir” diyerek vakit kaybetmeden işe koyuldular.

Bu kez durum geçen dönemlerden biraz farklıydı. 

Sıradan Müslümanları avlamak geçer akçe kazandırmıyordu. 

Bu nedenle, işe “Büyüklerden” başlamak gerekiyordu.

Öyle yaptılar ve son çeyrek asrın en saygın kişiliklerinden ve devlet adamlarından olan Sayın Gül ve Arınç’ı, türlü karalamalarla “AK Parti düşmanı” ilan ettiler. 

Ancak “evdeki hesap çarşıya (bu kez de) uymadı”.

Sayın Cumhurbaşkanının Şubat’ta Abdullah Gül’ü “Aksaray”da 3 saat boyunca ağırlaması ve Sayın Başbakanın Manisa gezisine Bülent Arınç’ı davet etmesi ile oluşan “vefa lodosuna” toslayarak hak ile yeksan oldular.

Tepeden aldıkları son darbe, umut kapılarını bir kez daha yüzlerine çarptı.

Şimdi, yeni bir renge ve kılığa bürünmenin tam zamanı. 

Hadi bakalım, kolay gelsin!"