06 Mart 2018 03:00
KONDA Genel Müdür Bekir Ağırdır’ın T24’e verdiği söyleşinin birinci bölümü dün yayımlandı. Ağırdır, söyleşinin ittifak tartışmalarına yoğunlaşan ilk bölümünde ittifakların kişiler ve partiler üzerinden değil, “ortak yaşam”, “ortak kurallar” gibi ilkeler üzerinden tartışılması gerektiğini belirterek “Herkes ötekisiyle beraber yaşamayı öğrenmek zorunda kalacak. Hayat bunu dayatıyor. Bu coğrafya da onu dayatıyor. Başka ülke yok ki ülkenin üçte birini bir yerlere ihraç edelim” demişti.
Türkiye’de parti sempatizanı olmadan, ekonomik verilere bakarak oy veren seçmenin oranının yüzde 40’larda olduğunu söyleyen Ağırdır şunları söylemişti:
“Giderek partilerinden çözülen, ülkenin sorunlarını bu siyasi aktörler çözemeyecek galiba noktasına gelen insanlar bunlar.”
Söyleşinin muhalefet cephesi, Afrin operasyonu ve partilerin bulundukları oy bantlarına yoğunlaşan ikinci bölümünde Bekir Ağırdır, referandumda “evet” oylarının yüzde 51,4’te kalmasının ardından Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın 2019 seçimini kazanamayabileceğini gördüğünü ve bu bağlamda birtakım siyasi hamleler yaptığını söylerken, Cumhuriyet Halk Partisi’ne (CHP) “Bir taraf 16 Nisan’da 51 aldığını görerek kaybetme riski olduğunu fark ediyor ve seçim yasasının değiştirmek, hatta zorlamak dahil çabalıyor. Bir taraf da hâlâ sadece konuşuyor” eleştirisini getiriyor.
CHP’nin sağdan aday çıkarma politikasını da eleştiren Bekir Ağırdır, “CHP’nin kimliklere yaslanarak zararlı çıkıyor olduğunu, kimlikler ve kutuplaşmanın dışına çıkarak bir siyaset üretmesi gerektiğini görmek zorunda. Bunun da yolu sadece sağdan bir aday almak değil. Ülkedeki dindarların da, Kürtlerin de, sekülerlerin de ihtiyaç ve taleplerinin ortaklaşacağı alanları bulmak ve o ortak alanlar üzerine siyaset üretmek zorunda” yorumunda bulunuyor.
Bekir Ağırdır, referandum sonra AK Parti seçmenindeki çözülmenin devam ettiğini, bunu durduran gelişmeninse Afrin harekatı olduğunu söylüyor. Ağırdır, “Bunu kıran tek şey Afrin oldu. Afrin harekatının ürettiği duygusal ve milliyetçi bir coşku var. Ama bu sayılara yansımanın da sadece AK Parti için olmadığını söylemeliyiz. AK Parti için de öyle, MHP için de böyle, CHP için de böyle… Çünkü merkezkaç kuvvetiyle gri alanda bir köpürme oluyorsa bu tarafa gidenler kadar öbür tarafa gidenler de var. Afrin’le coşanlar olduğu kadar Afrin meselesinin içeriye toplumsal ve siyasal yansımalarından korkanlar da var” yorumunda bulunuyor.
Ağırdır, MHP Genel Başkan Devlet Bahçeli'ye bayrak açan parti içi muhaliflerin 4 ay önce Meral Akşener liderliğinde kurduğu İyi Parti'nin performansına ilişkin olarak " Kamuoyundaki ilgide başlangıçtaki yoğunlaşmada azalma var. Henüz bir sıçrama yapabilmiş değiller. Aksine başlangıç pozisyonlarını korumakta da zorlanıyorlar 4 aylık performansa bakınca. Onların performanslarını değerlendirmiyorum, toplumda İyi Parti diyenleri söylüyorum. Orada hâlâ İyi Parti’nin eksik yaptığı şey ortak hayata dair bir vaadinin ne olduğunun açık olmaması" diyor.
Bekir Ağırdır, henüz herhangi bir ittifaka katılacağını açıklamayan HDP, SP ve İyi Parti'nin seçim barajını aşıp aşamayacağıyla ilgili olaraksa "HDP bugünkü politikaları onaylandığı için değil, sadece Kürt kimliğine yaslandığı için İyi Parti ya da Saadet’e oranla baraj riskini en az yaşayan parti olacak. En azından bugün öyle, yarın olağandışı gelişmeler olursa o günkü durumu bugünden bilemeyiz" görüşünü dile getirdi.
Bekir Ağırdır’la yaptığımız söyleşinin ikinci bölümü şöyle:
- CHP’de özellikle Kemal Kılıçdaroğlu’nun genel başkan seçilmesinin ardından “sağa açılım” yaklaşımı da sergileniyor. Sağ siyasetten gelen isimleri yönetim kadrolarına yerleştirmek, 2014’te daha liberal bir muhafazakâr olan Ekmeleddin İhsanoğlu’nu cumhurbaşkanı adayı yapmak gibi. Bugün de Saadet Partisi’yle ittifak tartışmaları gündemde. Bu politikalar CHP seçmenini nasıl etkiliyor?
CHP seçmenini az etkiliyor çünkü gidecek bir yerleri yok. CHP ne yapmaya çalışıyor, tam da böyle bir mecburiyetçiliği görerek, gündelik yararları açısından doğru da yaparak diyor ki “Benim seçmenimin gideceği başka yer yok. Ben de sağ seçmenden bir miktar oy alabilir miyim diye sağcı aday göstereyim.” Örneğin yerel seçimde de Ankara’da Mansur Yavaş’ı gösterdiler. Böyle suni yollarla oy alabileceğini sanıyor ama alamıyor. Çünkü bu mesele tek başına aktörlere bağlı değil. Kimlik meselesi var, kutuplaşma var, eğitim var, dindarlık var, sol sağ var, ekonomik seçmen var. Eğer mesele bu kadar kolay olsaydı CHP bunu 50 kere başarırdı.
“CHP’ye oy veren insanlar ‘Kaybedeceğiz’ fikrinde”
Burada kritik soru CHP seçmeninin Saadet’le ittifakta ne yapacağı değil, Saadet seçmeninin böyle bir ittifakta ne yapacağı. Çünkü CHP seçmeninin seçeneği yok. Tayyip Erdoğan’ın iktidar biçiminden çok rahatsızlar, baskı ikliminin hakim olduğu bir zaman diliminde yaşıyorlar. İnsanlar da siyaseten oy verdikleri partinin iktidarı kazanmak, ülkeyi düzlüğe çıkarmak konusundaki kapasitesi konusunda karamsar bir beklentiye sahipler. CHP bütün seçimlerde yüzde 25’i geçemiyor bir türlü. Dolayısıyla CHP’ye oy veren insanlar “Kaybedeceğiz” fikriyatına ve duygusuna da sahipler. Onun için de çok umutsuzlar.
- Peki bu süreçte çok iyi bir performansı gösterse oy bandı açısından üst sınırı nedir?
O zaman CHP’nin meselesi sadece kimliklere yaslanmak değil. AK Parti kimliklere yaslanarak kârlı çıkıyor. CHP’nin kimliklere yaslanarak zararlı çıkıyor olduğunu, kimlikler ve kutuplaşmanın dışına çıkarak bir siyaset üretmesi gerektiğini görmek zorunda. Bunun da yolu sadece sağdan bir aday almak değil. Ülkedeki dindarların da, Kürtlerin de, sekülerlerin de ihtiyaç ve taleplerinin ortaklaşacağı alanları bulmak ve o ortak alanlar üzerine siyaset üretmek zorunda.
Sağdan aday göstererek bu iş halledilemez. Bugün muhafazakârlar için “28 Şubat’ın mağduru, bugünün mağruru oldu” diyoruz ama neler yaşandığını ve bugünkü ihtiyaç ve taleplerinin ne olduğunu da CHP’nin anlamaya çalışması lazım. Bu yokmuş gibi onların içinden birini aday yaparak CHP kendisine yönelik güven meselesini halledemez. CHP’nin meselesi daha yapısal. CHP ancak cumhuriyeti demokratikleştirelim diyerek ya da daha çoğulcu, sınıfsal bir yerden, tüm kimliklerin ve sosyolojik kümelerin hepsinin ortak kesenleri üzerinden yeni bir siyaset üretmek zorunda. Bunu yapamadığı sürece belli bir oy seviyesinde kalıyor.
AK Parti, MHP ve BBP dışındakiler kimliğe ve kutuplaşmaya, korkuya yaslanmadan bir siyaset kuramazlarsa, kazanma ihtimalleri 50,1’e 49,9 da olsa daha zor. Çünkü korkutma kapasitesi de, KHK’larla hayatı kısıtlama kapasitesi de iktidarın elinde. Referandum sürecinde gördüğümüz gibi önümüzdeki seçim sürecinde de kim bilir hangi yasakları da göreceğiz. Yeni yasa teklifiyle yargının ve partilerin yönettiği bir seçim sürecinden devlet memurlarının yönettiği bir seçim sürecine gidiyoruz. CHP kimliğin üzerinden oyun oynamaya devam ederse işi çok zor demektir. Seçmeninin de yapacağı bir şey yok.
- İktidarın yasaklama gücünden bahsettiniz. Bu yasaklama ve baskıların seçmen nezdinde geri tepme ihtimali yok mu?
Var tabii. Olmaz olur mu? Seçmenin siyasetten kurgulanan bu güncel duruma pratikte itirazları var. Kendi güncelleri ulaşım derdi, çocuğunun sınavı kazanıp kazanamayacağı, yarın akşamki yemeğinin sofraya nasıl geleceği meselesi. İşsizlik meselesi, enflasyon meselesi. Günceli sadece siyasetten kurunca o reel hayata tekabül etmiyor. Dolayısıyla gerçek hayatın meseleleriyle siyasetin gündemi birbirinden koptukça insanlar da giderek siyasetten kopuyor. Ama sorduğunuz zaman elbette kimliği, bilgisi, tercihi üzerinden bir parti söylüyor ama bizim gözlediğimiz, o yüzde 40 denen küme giderek siyasetten umudu kesiyor. Ama yine oy vermeye gidecekler. Neye göre oy vermeye gidecekler, o günkü ekonomik şartlara bakacaklar, işsizliğe bakacaklar.
Eğer bu tür yasaklamalar, tutuklamalar kendi hanesine değerse, komşusuna değerse, dindar da olsa, Tayyip Erdoğan aşığı da olsa oy vermeyebilirler. Bu riski en iyi Tayyip Bey görüyor. İki şeye bakalım, 1 Kasım seçimleri yapıldı, yüzde 50 aldılar. İkincisi 15 Temmuz yaşandı, Yenikapı diye bir birlik beraberlik ruhu doğdu. O ruha destek yüzde 80’lerdeydi. Ama bu iklimde ne bekleyelim diye sorduğumuz zaman bizim seçmenimizin beklediği şey demokratikleşme ve kutuplaşmanın bitmesiydi. Bu ikisi de olmadı ve o yüzde 80 destek ile yüzde 61 dediğimiz potansiyel referandumda zar zor yüzde 51 oldu.
Üstüne üstlük bu referandum süreci OHAL’le paralel yaşanırken, neredeyse hayır kampanyası yapılamadı, televizyonlarda neredeyse sadece ‘evet’çi söylemler söylenirken oldu bu. Dolayısıyla Tayyip Bey bunu gördü ve 17 Nisan’dan beri 2019 seçimlerine işaret ediyor. Melih Gökçek, Kadir Topbaş gibi adamları görevden aldı bu süreç nedeniyle. Ve CHP hâlâ bu gerçeği, AK Parti’nin kaybetme riskini görmedi. Hâlâ kendi içlerindeler. Dursun Çiçek çıkıp “Abdullah Gül aday olsun” diyor, her gün başka bir CHP’li başka bir şey söylüyor. Bir taraf 16 Nisan’da 51 aldığını görerek kaybetme riski olduğunu fark ediyor ve seçim yasasının değiştirmek, hatta zorlamak dahil çabalıyor. Bir taraf da hâlâ sadece konuşuyor.
- Peki Erdoğan’ın gördüğünü söylediğiniz erimenin devam ettiğini görüyor musunuz yaptığınız araştırmalarda?
Sahadaki çözülmeyi görüyoruz tabii. Bunu kıran tek şey Afrin oldu. Afrin harekatının ürettiği duygusal ve milliyetçi bir coşku var. Ama bu sayılara yansımanın da sadece AK Parti için olmadığını söylemeliyiz. AK Parti için de öyle, MHP için de böyle, CHP için de böyle… Çünkü merkezkaç kuvvetiyle gri alanda bir köpürme oluyorsa bu tarafa gidenler kadar öbür tarafa gidenler de var. Afrin’le coşanlar olduğu kadar Afrin meselesinin içeriye toplumsal ve siyasal yansımalarından korkanlar da var. Afrin’e dair kurulan dilin siyasetteki yansımalarına itiraz edenler de var, sadece savaş karşıtlığı ya da terörün yanında olma meselesi değil. Dolayısıyla Afrin meselesi bir miktar kırdı. Ama hâlâ bugünden bakarsanız şu anda AK Parti, CHP, MHP ya da İyi Parti’ye oy vereceğinden emin olan insanlar seçmenin yüzde 70’i falan yani. Yüzde 30’u emin değil.
- Fırat Kalkanı operasyonuna ilişkin yapılan anketlerde destek yüzde 70’ler seviyesinde çıkmıştı. Afrin harekatıyla ilgili gözlemleriniz var mı?
Afrin’e destek yüzde 70’lerin üzerinde. CHP’ye oy vereceğini söyleyen insanların bile yarısı Afrin’e destek veriyor. O destek illa hemen bir partinin desteğine dönecek anlamına gelmiyor. Siyasetin günceli belirleme kapasitesi artıyor Afrin gibi meselelerde. Siyasetin güncel tartışmalarının gündelik hayata etkisi bakımından seçmen tercihlerinde bir miktar etkisi oluyor. Ama Afrin gibi, Fırat Kalkanı gibi, 15 Temmuz gibi olağandışı birtakım gelişmelerin ürettiği köpürmelerin sürdürülebilir olduğunu varsaymak doğru değil. Çünkü hayat akmaya devam ettikçe o etki yine nötralize oluyor. Dolayısıyla bu dilin sürmesi ve seçmenin bütün iradesinin o gerilim üzerinden teşekkül etmesi sürdürülebilir değil, olmayacak da nitekim. İki üç ay sonra sönecek. Bunun çok daha eski bir örneği var. 27 Nisan e-muhtırası verildiği zaman AK Parti oyları 55’lere çıkmıştı, 3 ay sonra seçime gelince yüzde 49’la normale geri dönüyor. Şimdi de böyle bir kabarma hali var, 2 ay sonra o da normale döner.
- Cumhurbaşkanı Erdoğan, Saadet Partisi’nin de “cumhur ittifakı”na dahil olmasını istediğini söyledi ve hatta “Maalesef dönüş olmadı” diyerek sitem de etti. Saadet Partisi 1 Kasım’da 0,7 oranında oy aldı. Cumhurbaşkanı’nın ısrarının referandumda bıçak sırtı bir sonuçla “evet” çıkması veya sağın blok olarak seçime girme arzusu dışında bir sebebi var mı?
Tayyip Bey 10 bin oyu bile riske etmiyor. Siyaset tarzı öyle bir kere. Tabii ki oyun da etkisi var ama asıl aranan şey geleneksel bir kutuplaşma üzerinden seçim sürecinin yaşanması. Dolayısıyla tüm sağ gelenekten gelen partileri bir çatının altına toplamaya çalışıyor. Ama sanılıyor ki Saadet Partisi öbür taraftan çok büyük bir oy potansiyeline sahip. Türkiye’de şöyle bir yanlış kanaat ya da konformist tutum var. Türkiye medyasında, burjuvazisinde, hatta entelektüellerinde… Aynı Tayyip Bey’in baktığı gibi bakıyorlar. Bu ülkenin yüzde 70’i muhafazakâr ya da sağcı, yüzde 30’u solcu ya da seküler. O zaman demek ki seküler iktidar artık zor. O zaman bari dinci olmayan bir sağcı olsa temennisi. Bu temenni ne üretiyor? Siz pozisyonunuzu ve fikrinizi hiç değiştirmeyeceksiniz, karşı taraf içeriden bölünsün bekliyorsunuz. Halbuki ısrarla anlatmaya çalıştığım, bütün hikayeyi bunların dışından ortak hayat ve demokrasi üzerinden kurmak lazım.
Bu konformist bakış açısıyla 2007’de “ANAP’la Demokrat Parti ittifak yapsın, oy oranları artar” dendi, öyle olmadı. 2011’de “HAS Parti oylarını bölecek mi?” diye televizyonda günlerce tartışıldı, öyle olmadı. 2015’te Saadet Partisi için aynı tartışmalar yapıldı, ne olduğunu gördük. Dolayısıyla Saadet Partisi’ne böyle yüzde 8’ler, 10’lar, 20’ler falan yakıştırmak doğru değil. Oyunu değiştirecek şey kimliklerin dışından siyaset yapmak. Kimlikler içinden siyaset yapacaksanız, AK Parti karşısında Saadet Partisi’nin şansı olmaz. Adam hem dindarlığından, kültürel kimliğinden hareket edecek, o nedenle bir başka partiye değil de AK Parti’den çözülüyorsa ancak ve ancak Saadet Partisi’ne gidiyor olacak, öte yandan da ekonomiden bakıyor, Tayyip Bey’in uygulamalarına bakıyor ve itiraz ediyor olacak. Bu iki varsayım birbiriyle çelişik. Eğer ekonomik itirazları yoksa, kimliğinden hareket ediyorsa zaten yine AK Parti’ye oy verecek. Güncel meselelere itirazı varsa, tercihini kimliği üzerinden yapmayacak, güncele dair vaadinin ne olacağına bakacak. Halbuki karşı blok da kimlik üzerinden oluşursa o zaman o blokta kalacak. O yüzden varsayımlar birbiriyle çelişik.
- Habertürk yazarı Muharrem Sarıkaya, CHP’yle ittifak yapması halinde Saadet Partisi ve İyi Parti’nin oylarının düşeceği yönünde anket sonuçlarının olduğunu yazdı. İyi Parti kuruluş amacı itibariyle mevcut MHP yönetiminin karşısında yer alan siyasetçilerden oluşuyor. Saadet Partisi’ne oy veren insanlar ise yıllardır AKP gibi bir alternatifleri olmasına rağmen hâlâ Saadet Partisi’ne oy veriyorlar. Oylarında neden bir düşüş yaşasınlar ki?
Muharrem Bey’in bu sonuçları aldığı insanlara sormak lazım. Onu bilmiyorum. Ama bir iki gerçeğin altını çizelim. Birincisi, İyi Parti sadece MHP’den oy almıyor. Bir kısmını MHP’den alıyor, bir kısmını CHP’den alıyor. En azından şimdilik… Dolayısıyla CHP’den olup da konformist bakışla dinci olmayan sağcı iktidar olsa diyenlerin ya da liderinden memnun olmayanların ve partisinin seçim kazanma umudu olmayan CHP’lilerin bir kısmı gitti İyi Parti’ye. İyi Parti’nin bugün aldığı oy kaç ise, neredeyse yarısı CHP’den gelenler, yarısı MHP’den gelenler. Böyle bir ittifakta İyi Parti niye oy kaybediyor olsun? Saadet Partisi de öyle. Bunu hep kimlik üzerinden konuşurlarsa bütün bu ihtimaller olabilir. 10 bin seçmen başka sebepten gelir, 10 bin seçmen başka sebepten gider. Belirleyici olacak şey bu değil. Bu tür sayılar spekülasyon.
- Daha önceki konuşmamızda İyi Parti yeni kurulmuştu ve henüz konuşmak için erken olduğunu söylemiştiniz. İyi Parti kurulalı 4 ay oldu ve Meral Akşener saha çalışmalarına başladı. İyi Parti ve seçmenlerle ilgili gözlem yapma fırsatınız oldu mu bu sürede?
Kamuoyundaki ilgide başlangıçtaki yoğunlaşmada azalma var. Henüz bir sıçrama yapabilmiş değiller. Aksine başlangıç pozisyonlarını korumakta da zorlanıyorlar 4 aylık performansa bakınca. Onların performanslarını değerlendirmiyorum, toplumda İyi Parti diyenleri söylüyorum. Orada hâlâ İyi Parti’nin eksik yaptığı şey ortak hayata dair bir vaadinin ne olduğunun açık olmaması. Ve yine gördüğüm eksiklerinden biri eski siyasetçilerden medet umuyor Meral Hanım. Henüz gençlere davet görmedim. Ya da sokakta otobüsün üstündeyken yanında kaç kadın var, ya da illa kimlik üzerinden bakacaksak kaç Kürt var görmedim. İyi Parti, geleneksel siyaset esnafı olmuş insanların elinde gibi görünüyor. Sokağa henüz potansiyelini yansıtabilmiş değil. Yarın ne olur görürüz hep beraber.
- HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan, “Demokrasi güçleriyle ittifak yaparız” dedi. Aynı zamanda “Şu anda karşımızda ittifak yapabileceğimiz bir CHP yok” görüşünü dile getirdi. Bu açıklamalardan nasıl bir çıkarım yapabiliriz? HDP’nin 2019 seçimlerindeki rolü ne olacak?
Daha geniş bir demokrasi bloku gibi bir ittifak oluşturulamazsa görünen o ki HDP üçüncü bir kanat gibi girecek. O zaman da eğer AK Parti karşıtı ittifak, HDP’yi içine almıyorsa zaten işi zor. Bir yandan da HDP’nin de ittifaklara bakışında temel bir mesele var. Şu ana kadar neyi eksik yaptılar, neyi fazla yaptılar tartışılır ama HDP bu kadar baskı altındayken, kriminalize olmuşken, genel başkanı bile tutuklanmışken, eleştirilerde insaflı olunması kanısındayım. Ama yine de on gün önce yaptıkları kongrede çok daha güçlü bir özeleştiri yapıp çok daha güçlü bir demokrasi çağrısı yaparak başka bir süreç konusunda bir siyasi çizgi üretmek konusunda çok kararlı bir duruş sergileyebilirlerdi. Henüz o da gözlenmiyor. O zaman da bugün Irak’ta, Suriye’de, Afrin’de olanlar, Türkiye’de tüm yaşananlar çerçevesinden bakılırsa HDP’nin işi zor olacak. İttifaka giren partiler baraj riski yaşamayacak ama her halükarda, HDP bugünkü politikaları onaylandığı için değil, sadece Kürt kimliğine yaslandığı için İyi Parti ya da Saadet’e oranla baraj riskini en az yaşayan parti olacak. En azından bugün öyle, yarın olağandışı gelişmeler olursa o günkü durumu bugünden bilemeyiz.
- Kulislerde muhafazakâr kesimden gelmekle birlikte toplumun farklı kesimlerini uzlaştırıcı ve demokratik değerlere bağlı söylemler kullanan bağımsız adayların da cumhurbaşkanı adayı olabileceği söyleniyor. Böyle bir adayın seçimlerde şansı olabilir mi?
Sadece “Tayyip Erdoğan’a muhalefet edeceğim”, ya da “Parlamenter sisteme geri döneceğim” demeyen, samimiyetle toplumun her kesiminin ihtiyaç ve taleplerini dikkate almış ve bir arada yaşamaya dair bir tahayyülü, iddiası, projesi kısaca ütopyası olan ve bu sözün içeriği konusunda vizyonuyla, bilgisiyle, kararlılığıyla toplumda güven uyandırabilecek bir kadronun Türkiye siyasetini 3 ayda kökten değiştirebileceği gibi bir umudu taşıyorum. Türkiye toplumunun siyasal gerilimlerden rahatsız olan kesimlerinin umudunun taşıyıcısı olabileceğini ve bütün siyasi tablonun bir anda değişebileceği gibi bir umudu taşıyorum. Sayısal olarak da buna işaret eden bir sürü emare görüyorum her araştırmada?
- Ne görüyorsunuz örneğin?
İktidar gücü ya da egemenler ne kadar eğip bükerse büksün, bu topraklar ve insanlar birarada yaşama deneyiminee sahip. Egemenler, hukuk, eğitim, güvenlik güçleri, yasal güçleri marifetiyle ne kadar zorlarsa zorlasın bu toplumun bir belleği, ihtiyaçları ve umutları var. Bu toprakların insanları 5 bin yıldır bütün farklılıklarıyla bir arada yaşamış. Teorik olarak sorunca hanesinin içinde belki çoğulculuk düşük. Ama mahallesindeki çoğulculuk yüksek. Herkes biliyor farklı insanlar olduğunu.
Bu topraklarda kimlik üzerinden hiçbir gerilim yok ki sokakta sade vatandaştan başlamış olsun. 6-7 Eylül’ünden Maraş, Çorum olaylarına, ya da 1915 meselesine kadar her şey siyasi egemenlerin ürettiği gerilimler. Bir kere bu toprakların insanlarının böyle bir deneyimi var. Bir arada yaşamak gibi. Bu konuda bir hissiyatları var. İkincisi bu toprakların insanları koşullar ne olursa olsun ülke hayatına daha karamsar bakıyor ama kendi hayatını karamsarlığa ve kaderciliğe teslim etmiyor. Onun için daha iyi bir hayat diye yırtınıyor. Bir biçimde hâlâ dayanışma ilişkisi üretiyor. Bunca kentleşmeden sonra bile batı ülkelerindeki gibi “evsizler” gibi bir grup yok mesela bu ülkede. Niye yok? Çünkü bu toprakların insanlarının en dibe geldiği noktada bile kendilerince ürettikleri bir dayanışma ilişkisi var. Mesele bunları kurumsal hale getirememiş olmamız.
Evet, lümpenleşme var, günlük hayatın ritmi hızlandı, bunlardan kaynaklanan gerilime ve şiddete yatkınlık var ama bir yandan da yürekleri ve akıllarıyla yastığa başlarını koyduklarında olması gerekenin ne olduğunu biliyor ve hissediyorlar. Ahlaki kodlamalarını, kılık kıyafet kodlamalarını, içki içip içmeyeceğini, evinde nasıl giyinip giyinmeyeceğini, karısıyla ya da sevgilisiyle ilişkisinin nasıl olacağını tanzim etmeyi bu topraklarda başkaları da denedi, bugünkü iktidar da deniyor. Ama bizim araştırmalarda gördüğümüz, iktidar gücünü eline geçirenlerin hevesleri karşılık bulmuyor. Bu insanlar yine bildiği gibi yaşıyor, yine bildiği pratikler üzerinden yaşıyor. Çok somut bir şey söyleyeyim, muhalefet etmenin bu kadar kolay vatan hainliğiyle etiketlendiği siyasi bir sürecin içinden geçiyoruz. “Toplumun çoğunluğundan farklı düşünmek, farklı yaşamak, normal mi, suç mu, günah mı, ayıp mı?” diye sormuşuz, yüzde 90 insan normal demiş. Ayıp bile dememiş. Referandum süreci yaşadık tek taraflı kampanyayla. Yüzde 49 sadece CHP önderlik etti diye mi orada durdu. Herkes bir şey hissediyor, hissetmez olur mu? Bu toprakların hayali bir arada yaşamak ama doğru dürüst toplumsal kurumlarını, yasasını, eğitimini, hukuki çerçevesini ve devletini yeniden tanımlayarak.
Peki bu toplumsal kutuplaşma ve siyasi sıkışmışlık nasıl açılacak?
Yine somut bir araştırma bulgusu söyleyeyim. 2007’de AB’ye üye olalım mı sorusuna verilen cevap yüzde 25 kesinlikle olmaz, yüzde 60 kesin olalım. Geldik 2018’e. Hayırlar yine 25-30, evetler 40’a düşmüş. Aradaki 30 da gri alan. Ama aynı insanlara “Hayal ettiğiniz ülke nasıl bir ülkeye benzesin?” diye sorduğumuzda insanların yüzde 60’ı bir Batı ülkesi söylüyor. İran, Arabistan, Mısır gibi diyenler yüzde 2. Yüzde 30’a yakın insan “Biz bize benzeriz, ne benzemesi” diyor. Ama isim verenlerin yüzde 60’ı bir Avrupa ülkesi ismi veriyor. Niye? Ahlaki bazı itirazları olabilir o ülkelere ama aynı zamanda biliyor ki Almanya, Fransa, Hollanda dediğiniz zaman hukuku olan, düzeni olan, ekonomik kuralları daha şeffaf olan, yargının mahkemelerin çalıştığı bir yer olduğunu biliyorlar.
Bu pazar seçim olsa ne olur, anketler ne diyor?
Şu anda hâlâ 1 Kasım’daki tablo açısından AK Parti ve CHP aynı bandında sürüyor. Amma velakin biz şu aşamada kararsız gibi olan seçmenlerin sayısal olarak bölerek dağıtmanın doğru olmadığı ve önceki cümle gibi bir cümle kurmanın doğru olmadığı gibi bir kanaate sahibiz. Çünkü Afrin’in yarattığı köpürmeyi bir kenara bırakırsak, insanların siyasetten bu kadar umudunu kestiği, psikolojik olarak karamsar olduğu bir dönemde bu kadar büyük bir kümeyi sayısal olarak şöyle dağıttık, böyle dağıttık demek doğru değil. Raporlarımızı bunu vurgulayarak yazıyoruz. Çekirdek seçmen üzerinden baktığınız zaman AK Parti açık ara CHP’nin önünde. Artık baraj meselesi kalmadı ama MHP’yle İyi Parti bir tahterevallide gibi. HDP de tam baraj seviyesinde devam ediyor. Ama bu tablonun da yanıltıcı olduğunu ısrarla söylemeye çalışıyorum. Sorunca insanlar bir parti adı söylüyor ama bir yandan da “Peki o seçtiğin adam ülkenin sorunlarını çözer mi?” dediğin zaman da yarıdan fazla insan son derece karamsar. AK Parti’lilerin kendi liderlerine güveni daha yüksek. Bu karamsarlık CHP’lilerde daha yüksek. CHP’nin seçimi kazanacağına ve ülkenin sorunlarını çözeceğine inananlar yarı yarıya. Bir bakıma şunu söylemek mümkün, seçmenin yarısı oy veriyor ama mecburiyetten.
© Tüm hakları saklıdır.