Gündem

Adalet Ağaoğlu: 12 Eylül referandumu benim belki de son enayiliğimdi

Yazar Adalet Ağaoğlu, 12 Eylül referandumunu desteklediği için şimdilerde büyük bir pişmanlık yaşadığını, çaresizlikten patlayacak hale geldiği için kitap yazmaya karar verdiğini açıkladı

13 Nisan 2014 16:06

Yazar Adalet Ağaoğlu, 12 Eylül referandumunda AKP'yi desteklediğini ve "evet" oyunu kullandığını, ancak şimdi pişmanlık yaşadığını belirterek, "12 Eylül referandumunda ne kadar umutlandık. Oradaki umut kırıklığı beni çok etkiledi. Bu benim belki de son enayiliğimdi" dedi.

12 Eylül referandumundan sonra "büyük bir hayal kırıklığı yaşadığını" belirten Ağaoğlu, "çaresizlikten patlayacak hale geldiğini ve bu yüzden kitap yazdığını" dile getirdi.

Adalet Ağaoğlu'nun Hürriyet'ten Zeynep Miraç'a verdiği söyleşinin satırbaşları şöyle: 

Son romanınızla aynı yıl doğanlar bugün reşit oldu. 18 yıl sonra yazarken kendinizi rahat hissettiniz mi?

Bu kitap hakkında korkunç kuşkularım var. Çılgınca yazdım bu kitabı, çıldırmıştım. Tekrarlardan, yüzyıllık tekrarlardan çıldırmıştım. 80 yaşına gelmişim, Cumhuriyetin ilk kuşağındanım ben. Hep Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yılındaki esprinin içinde dönüp duruyoruz. Ben açıkçası darbe anayasasını gayrı meşru saydım. Başından beri... Hele 12 Eylül referandumunda ne kadar umutlandık. Oradaki umut kırıklığı beni çok etkiledi. Bu benim belki de son enayiliğimdi.

12 Eylül referandumdaki hayal kırıklığının sonucu mu bu roman?

Evet, bir miktar öyle. Ben zaten travmaların altından yazarak kalkabiliyordum. Daha önceki romanlarımda her zaman evden kaçardım ben, 3 ay-5 ay bir yere giderdim. Tek başıma deftere el yazısıyla yazmadan dönmezdim evime. Fizyolojik durumum nedeniyle bu imkan da elimden gitti. Yazmaya da küstüm. Ama doluydum ve bu bende çok baskı yaptı. İnsan çaresizlikten patlayacak hale geliyor. Referandumdan sonra daha da arttı.

18 yıldır yeni bir roman yazmasanız da verdiğiniz söyleşiler ve sözlerinizle pek çok tartışmanın ortasında oldunuz. Romanı okurken kimi bölümlerin bu tartışmalara verdiğiniz cevaplar olduğunu hissettim. Bu bir hesaplaşma kitabı mı?

Ben bu romanda kavram çarpışmaları ya da çağrışımları yazarken bir çeşit aksisedalar da olsun istedim. 18 yıldır roman yazmadım çünkü küsmüştüm roman yazmaya.

Sizi küstüren neydi?

Bir kere uğradığım büyük trafik saldırısı. Yürüyememeye başladım. Bunun sonucunda da özel hayatımda büyük değişimler oldu. Konsantrasyonum olamadı hiçbir zaman. Asıl neden, bıkkınlık geldi bana. Müthiş bir bıkkınlık. Benim bir üçlemem var; Dar Zamanlar. Bu roman onun devamı, dördüncüsü olabilir. Orada Cumhuriyetin toplumsal hayatını baştan bu yana analiz etmiştim. Bu da en sonuncu zamanların yansıması. Kavramlar değişti. Aynı kavramlarla konuşamayız artık. Barış diyoruz, güvercin uçuruyoruz. Bana komik geliyor. Toplu kıyımlar, nükleer silah zamanında yaşıyoruz. Ne güvercini?

O halde bir manifesto olarak mı okumalıyız Dert Dinleme Uzmanı’nı?

Hepimizin üstünde bir çaresizlik var. Bu insanda bir hastalık halinde uç veriyor. Bir de aydın sorumluluğunuz var. Bastırıyor sizi. Bir adım atıyorsunuz geri tepiyor. Umutla da alay ediyorum bu romanda, umut duasından vazgeçin artık diyorum. Sabırdan vazgeçin.
Günlükler beni o kadar zorladı ki o arada 3 roman yazardım

Romanda editörün ardından yayımlanan günlüklerini okuyoruz. Oysa siz günlüklerinizi yaşarken paylaşmayı tercih ettiniz. Cesaretinizden mi yoksa kontrol etmek istediğiniz için mi?

Günlüklerimde ne varsa, kelimesi kelimesine yayımlamak için bizzat yaptım. Resmi evraklara pek inanmıyorum; edebiyata, romanlara, günlüklere daha çok inanıyorum. Çünkü orada hayat konuşuyor. Tarih bir yerde bitiyor ama hayat sürüyor ve dengeler değişiyor. Dün aranın çok iyi olduğu bir dostundan, zaman içinde nefret eder hale gelebiliyorsun. Kendime söz verdim, her şeyi günlükte yazılı olduğu haliyle bıraktım.  O dostluk günlerinin cümlelerini yazmak en zoruydu. O cildi yazana kadar üç roman yazardım.

Sonunda Dert Dinleme Uzmanı sizi yazıyla barıştırdı mı?

Bu, kitabın başına geleceklere bağlı. Açık söyleyeyim, bu kitapta ilk romanını yazan genç bir yazarın heyecanını hissediyorum. Bir türlü tayin edemedim ne olacağını. Zaten ben her yeni romanımı ötekinde neyi eksik bırakmışsam tamamlamak için yazdım. Fakat bunu tamamlayacak bir durum yok. Çıldırdığımı böyle bir biçim bulup bunu uygulamaya kalktığım zaman anladım. Ne yapacağımı gayet iyi biliyordum. Bir plan kurup aynen uyduğum ilk romanım bu.

 

'Beni AKP’li kılan eş dost selamı kesti'

 

Son dönem tartışmalar konuşmalarda sizi göklere çıkaran da oldu, yerin dibine batıranlar da. Hatta sizin yazdıklarınıza ihanet ettiğiniz dahi söylendi...

Beni AKP’li kıldılar. Kendini ilerici sanan eş dost selamını kesti.

Kanaat önderliğinize sürekli not verilirken, sizin böyle bir unvana sahip olmak gibi bir iddianız var mı?

Benim kendime güvenim sıfırdır. Kendimi devamlı suçlarım. Fizyolojik olarak da kendimi hiç beğenmedim fakat iyiymişim, öyle görünüyor. Başkalarından önce kendimden kuşku duyuyorum. Romanda sezgi kavramıyla da uğraşıyorum, galiba bende sezgi gücü kuvvetli. Okurlarımın bana bu kadar zamandır vefalı çıkması belki de bu görüş önceliğimden oluyor. Bazen sezgilerim tam yerini buluyor bazen de eksik kalıyor. O eksiği de ikinci romanda tamamlamaya çalışıyorum.

Sormak istediğim şu: Siyasi figür olarak tartışılmanız konusunda ne kadar gönüllüsünüz?

Biliyorum benim romanlarıma, denemelerime bakanlar toplumsal inceleme der. Türkiye Cumhuriyeti toplumu o büyük değişimden bu yana nasıl yaşıyor, siyaset, kültür ikilemleri, peşini hiç bırakmadım zaten. Ama ben siyaset yazmıyorum, roman yazıyorum. Benim için önemli olan romanın kalitesi.

Yaş ilerledikçe insan düşündüğünü olduğu gibi söylemekte daha mı rahat oluyor?

Yaşla beraber konuşma çok artıyor. Bizlerin hatıra torbası çok dolu; yaşanmışlık bilgisi fazla. Tuhaftır, insan bunları ortaya dökmek istiyor. Giderayak telaşı bu bence. Sahiden çok konuşur oldum. Fakat bazı kimseler var ki onlarla karşılaştığımda çok rahatlıyorum, benden de fazla konuşanlar var diyorum.
Söyleyip de pişman olduğunuz şeyler oluyor mu? Yılgınlık bazen insana söylemek istediğinden fazlasını söyletir.

Söyletiyor sahiden. Bu daha çok özel hayatımda oluyor. Hiç bağıran çağıran bir kimse değildim. Bu romanı yazarken baştan ilan ettim. Hem yoldaşıma, Halim’e hem de yardımcıma... “Müthiş delirdim, çok sinirliyim. Ne yaparsa yapayım alınan olmasın” dedim. Ve yazdıkça daha da arttı sinirim. Öyle bir noktaya geldik ki, bir iki kere bağırdım çağırdım. Yaşlılığın da yeni huyları var yani.
Büyük iyilikler kötülükten daha fazla yük

Kitaba yazdığınız bir soruyu ben size yönelteceğim şimdi: “Büyük incelik ve iyilik hassasiyeti, kötülüğün kötüsünden daha mı beterdir acaba?”

Bu cümleyi yazdığımda, ki birkaç yerde böyle oldum, kendime kocaman bir aferin çektiğimi söyleyebilirim. Birkaç kişi daha altını çizdi. Hani Bir Düğün Gecesi’ndeki “İntihar etmeyeceksek bari içelim” lafı ağızdan ağıza dolaşır ya, belki bu cümle de böyle olur diye düşünmeye başladım.

Sizin bu soruya yanıtınız evet mi?

Benim ömrüm bu soruya yanıt aramakla geçti. Buraya bu kadar içtenlikle dökülmesinin sebebi de bu. Kötülüğe kötülükle cevap verilebiliyor. Fakat büyük bir inceliği anlatmanın kelimesi bile yok. Ödenemiyor, altında kalıyoruz. Kötülükten daha büyük bir yük. Kendini devamlı borçlu hissediyorsun. Ki ödemeye kalkışmak bile anlamsız.

 

'Ali Ağaoğlu’nun akrabası sanmasınlar diye evden vazgeçtik'

 

Bazı adlar sahiplerinden ömür boyu uyum bekler. Siz de adınızın yükünü taşıdınız mı hiç?

Nüfus kağıdındaki adımla ve doğum tarihimle şu kadarcık bir ilişkim yok. Kız çocuğuyum ya, nüfus kağıdım doğar doğmaz çıkarılmamış. Ancak Mustafa Kemal zamanında kız çocukların da okula gitmesi kanunu çıkıyor. 1933’te. O zaman çıkarılıyor nüfus kağıdım. Doğum tarihim anneme göre 1928 buçuk. Ama kimlikte 1927 yazıyor. Abimle birlikte okula gideyim diye iki yaş büyütülüyor.

Ben adımı Adalet biliyordum. Hatta ben babamın dükkanına giderken esnaf “Adalet, müsavat, yaşasın millet” diye bağırıyordu. Ağlıyordum adım Adalet olmasın diye. Zaten nüfus kağıdımda adım neymiş?

atma İnayet! Çünkü nüfus kağıdım çıkarken yanlış anlamış yazan. Ortaokula gittim, adlar söyleniyor. Adalet diye bir şey geçmedi. Zırladım zırladım. Adımın Fatma İnayet olduğunu bilmiyorum ki. Sonra babam mahkemeye verip değiştirdi. İşte Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz kuşağındanız biz. Ağaoğlu ile ilgili de bir hikaye anlatayım. Kazadan sonra asansörlü bir eve taşınmamız gerekti, ev bakıyoruz. Ulus’ta bir daire bulduk. Çok beğendim. İndim aşağıya, baktım üstünde Ağaoğlu yazıyor. Yanında bir apartman daha var, onda da Ağaoğlu yazıyor. Aman Halim dedim vazgeçelim, şimdi herkes bizi Ali Ağaoğlu’nun bir şeysi sanacak!