Gündem

1960'lardan günümüze sağ siyasetin viskiyle imtihanı

Viski, Devlet Bahçeli'nin 'Boğaz'da viski içen şerefsizler' sözleriyle yeniden gündemde...

09 Ağustos 2015 11:20

Viski, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin “Türkiye’nin kaymağını yiyenler, Boğaz’da, yalılarda viskisini yudumlayıp oyunu HDP’ye veren şerefsizler. Şimdi, HDP ile koalisyonu kurun” sözleriyle siyaset gündeminin son günlerde en çok konuşulan konusu... Ancak viskiyi siyaset gündemine taşıyan ilk isim Bahçeli değil... 600 yıl önce İskoçya’da üretimine başlanan viski 1967’de TİP’li Çetin Altan’ın dokunulmazlığının konuşulduğu TBMM’de ilk kez siyaset gündemine girdi.  

Gazeteci Zeynep Miraç, Cumhuriyet gazetesi için viskinin 1960’lardan bugüne Türkiye siyasetinin viskiyle ‘imtihanını’ yazdı.

Zeynep Miraç’ın Cumhuriyet’in bugünkü (9 Ağustos 2015) nüshasında “Viskiyle barışamayan Türk siyaseti” başlığıyla yayımlanan yazısı şöyle:

Viskinin siyasetle imtihanı Devlet Bahçeli ile başlamadı. Türk sağının yarım yüzyıllık düşman yaratma, ötekileştirme hikâyesinin son halkası sadece.

600 yıl önce İskoçya’da başlanmış viski üretimine. Adını Kelt dilinde “ab-ı hayat” anlamına gelen “uisge beatha”dan alıyor. Türkiye’den binlerce kilometre ötede, hayat katmak için yola çıkan içki, burada 50 yıldır bir hakaret ve düşmanlık vesilesi olarak kullanılıyor.

1967’nin 21 Temmuz’u... Millet Meclisi toplanmış, Türkiye İşçi Partisi Milletvekili Çetin Altan’ın dokunulmazlığını kaldırmaya çalışıyor. Gerekçe: Komünizm propagandası ve ülke bütünlüğüne tehdit.

Hararetli geçen oturumda Adalet Partisi İzmir milletvekili Osman Zeki Efeoğlu söz alıyor ve şunları söylüyor:

“Köylünün ve işçinin durumlarını bir elinde viski, bir elinde Salem sigarası bulunan Çetin Altan değil, onların içinden çıkan bizler biliriz.”

 

Sırça köşklerin iksiri

 

Böylece viski, “memleket ahvali”ne hâkim olmak yolunda bir ölçüt olarak literatüre giriyor, Altan ise siyasetten çıkıp gidiyor. Ne viskinin orijinalliği var ne de dokunulmazlığın kaldırılmasının. Eskiden “Moskova’nın sözcüsü” olmakla suçlananlar, bugün “Kandil’in sözcüsü” olarak yaftalanıyorlar. Aktörler ha bire değişiyor, senaryo aynı. Sıkıcı bir filmin tekrar tekrar çekilmesinden ibaret hayatımız.

Yeşilçam filmlerinde limonata kadehi içinde, şuh kahkahalar eşliğinde hayatımıza süzülen viski; şimdi yalıların içinden geçip şeref için turnusol kâğıdı vazifesi görüyor.

 

Dünya üzerinde her şeyin olduğu gibi içkinin de hiyerarşisi var. Rakı, halkın, iki yakayı bir araya getirememenin, efkârın, kumdan kalelerin içkisi. Viski ise tuzu kuruluğun, topluma uzak durmanın, sağ siyasetin marifetle kurguladığı sırça köşklerin iksiri.

1983 seçimlerinde desteklediği Turgut Sunalp kazanamayınca Kenan Evren suçu doğrudan viskide bulmamış mıydı? “O Gün” belgeselinin Turgut Özal’ın iktidara gelişini anlatan bölümünde adlı adınca söylüyordu:

“Siyasetin içinde yetişmek lazım. Dışardan gelen bir insan birdenbire bu işe atılınca askerliğin verdiği alışkanlıklarla hareket ediyor. Mesela, puro içerek kürsüye çıkıyor. Kokteyller veriyor, elinde viski bardağı... Bu görüntüler ve bazı konuşmaları reaksiyon doğurdu etrafta... Halk benimsemedi”.

Çünkü “milletin değerleri”, “toplumsal hassasiyetler” viskiyle bir türlü barışamıyor. Patrona Halil’in torunları hâlâ aynı isyanı sürdürüyor: Din elden gidiyor, ülke elden gidiyor, değerlerimiz elden gidiyor...

 

Salon sosyalisti

 

Tebessüm Yılmaz’ın “Öfkeyi Çizmek/ Milliyetçi Tahayyülde Düşman Portreler” başlıklı makalesinden öğreniyoruz ki, 1960’ların sağcı dergileri viskiyi sayfalarından düşürmüyorlar. Toprak dergisi Çetin Altan’ın elinde viski kadehiyle oturduğu fotoğrafları basıyor; Milli Yol dergisi ise viski üzerinden onu “salon sosyalisti” olmakla itham ediyor. İthamlar Çetin Altan siyasetten çekildikten sonra da son bulmuyor. Ne zaman elinde viski görseler, sanki o espriyi kendileri icat etmişçesine gururla soruyorlar: “Oooo Çetin Bey, sosyalist viski içer mi?”

Cevabı da hak ediyorlar: “Sosyalist olmak eşek olmak değildir.”

Çetin Altan, “Allah’tan bahset” çağrılarına cevap vermeyince linç edildikten sonra gittiği barda viski içmeye başlayan adamı anlattığı “Viski” romanını yazdığında yıl 1975’ti. Türk sağ siyaseti o şişeyi 40 yıldır boşaltmaya çalışıyor.

Çünkü viski, bir hayat tarzı eleştirisinin tam ortasından duruyor. Recep Tayyip Erdoğan gazeteciler için “Boğaza karşı içip ahkâm kesiyorlar” derken de böyle bu, bir dönem CHP’nin danışmanı olarak görev alan Aydın Ayaydın’ın Kılıçdaroğlu ile viski içtikleri fotoğrafı sosyal medyada paylaşmasından sonra çıkan krizde de...

 

Viskiyle ülkücü de olunmuyor

 

Bakmayın Bahçeli’nin HDP seçmenini bu yöntemle eleştirmesine, MHP içinde de kavgalar bu yolla yapılıyor. Partinin Ordu Milletvekili Cemal Enginyurt, parti içi muhalefeti eleştirmek için “Ben birileri gibi evde şömine karşısında sabah, akşam viski içerek, sağa sola telefon ederek siyaset yapmıyorum. Öyle şömine başında viski yudumlamayla ülkücülük olmuyor” cümlesini kuruyor.

28 Şubat sürecinde ANAP milletvekili olan eski Bakan Bülent Akarcalı da Çevik Bir ile ilgili yorum yaparken işin içine Boğaz’ı ve viskiyi karıştırmaktan geri durmuyor:

“Çevik Bir, bir suçlu ise onu kullananlar on suçludur. Onu bu duruma getirenler, şu an Boğaz’da balık yiyip viski içiyorlar.”

Neredeyse her defasında bir kötüleme, hileyi açığa çıkarma malzemesi olarak kullanılan viskinin bir “olumlama” aygıtına dönüştüğü vakamız da var: 2008’de Salih ve Nursuna Memecan çiftinin evlerinde Tayyip Erdoğan’ı ağırladıkları yemek. Sabah yazarı Emre Aköz o yemekte Erdoğan’ın karşısında Talisker marka viskisini rahatlıkla içmiş, bu bilgi de Erdoğan’ın ne kadar hoşgörülü bir insan olduğunu kanıtlamak için kamuoyuyla paylaşılmıştı. Çünkü muhafazakâr bir başbakanın karşısında viski içmek kahramanlıktı. Dindar bir başbakan olarak buna gık dememek daha büyük bir kahramanlıktı.

 

50 yıldır aramızda

 

Kahramanlık demişken... Yılmaz Özdil; Roboski Katliamı’nın ardından Hürriyet gazetesinde kaleme aldığı, düpedüz nefret suçu işlediği yazısında bir “kahramanlığın maskesini” yine viski üzerinden düşürüyordu:

“Entel barların romantik tayfası ‘50 liracık için canını tehlikeye atmak zorunda kalan masum köylü’ filan diyor ama... Haftada iki sefer yaptığında, ayda 15 bin lira kazanıyor o masum!

Aslına bakarsanız, bizim entel’lerle katır’ların ortak özelliği var. İkisi de viski içiyor. Evet, viski içiriyorlar katır’lara...

Sebebini herhalde veteriner hekimler daha iyi açıklar, ama enerji patlaması yapıyor. Yük kapasitesi, sürati artıyor. Nasıl olsa, viski de kaçak, sudan ucuz.”

İşte yine sağ dünya görüşü, “entel” ithamı ve viski... Yıllar değişiyor, bu üçlü hep aynı. İzel-Çelik-Ercan dayanamadı, bunlar 50 yıldır hayatımızda.

 

‘Kibar içkisi’ diye başladı,
arabeske kadar uzandı

 

Cumhuriyet tarihi içinde viskiye yüklenen anlamların çizelgesi, memleketin sosyolojisinin karnesi gibi.

Agos gazetesinde Levon Bağış hatırlattı. Aka Gündüz, 1922 tarihli “Kokain” kitabında Ankara’da viskinin nasıl karşılandığını anlatıyor: “Viski yeni içiliyordu. Siftah edenler önce lezzetinden, kokusundan hoşlanmıyorlardı ama fiyatı yüksek, kibar içkisi olduğu için zoraki beğenir gözüküyorlardı”.

“Kibar içkisi” zamanla elitizm simgesine dönüşüyor. “Viski içen adam yoksulun halinden anlar mı?” teorisi 1980’lere kadar hüküm sürüyor. Zaten içilen viski de ya TEKEL’in ürettiği Ankara viskisi ya da dolambaçlı yollardan yurda sokulan yabancı viskiler...

 

Özal’la değişim

 

Ne zaman ki Turgut Özal iktidara geliyor, ithalat serbest, viskiler gırla. Gelin görün ki bu kez viski arabeskleşme ölçütüne dönüşüyor. Lahmacunun yanında viski mi içtin, vay haline! Sofraya viskiyle mi oturdun, bittin sen...

1980 başlarında “âşık olunabilecek bir erkeğin özellikleri”ne dair liste hazırlayan Tomris Uyar, Füsun Akatlı ve Nimet Tuna 16. maddede gayet netler:

“Yemek masasında viski içmesin.”

2000’ler ise malumunuz... İster viski olsun ister rakı, siyaset alkolü sevmiyor. Zaten Recep Tayyip Erdoğan 2013 yılında katıldığı Global Alkol Politikaları Sempozyumu’nda milli içkimizin ayran olduğunu açıklayıp konuya noktayı koymuştu.

 

Rakının da siyaseti var

 

Viski kadar olmasa da, rakı da zaman zaman siyasi şeytanlaştırma malzemesi olarak rol alıyor. Üstelik yalnızca sağ siyasette de değil. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, kendi teşkilatını eleştirmek için dahi rakıyı öne sürdü:

“CHP elitist bir parti diyorlar. Elitlere saygım var, aydındır. Ama bir elitistler var. Rakı sofralarında Türkiye’yi kurtarırlar. Bunlardan partiyi temizleyeceğim. Bunu herkes iyi bilsin. Bana çalışan adam lazım, rakı sofralarında konuşan adam değil.”

Kılıçdaroğlu rakı sofrasından şikâyetçiyken, Erdoğan rakının sulu içilmesinden mutsuz:

“Ne içtiklerini merak ediyorum. CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu açıklamış. Meğer rakıyı sulu içiyorlarmış. Siz böyle içmeye devam ederseniz Rize’nin tulumuna da gayda dersiniz.”

Aslında Erdoğan haklı, daima kendisine idol olarak gördüğü Adnan Menderes rakıyı susuz içermiş. Can Kıraç, “Anılarımla Patronum Vehbi Koç” kitabında durum tespitini birinci elden yapıyor:

“Menderes, ‘Ben susuz rakı içiyorum, su koyarsam rakı içtiğimi anlayacaklar, onlar da içecekler, sonra sarhoş olacaklar! Durumu böyle idare ediyorum, siz de susuz rakı için’ teklifinde bulunmuştu! Hayatımda ilk defa susuz rakıyı Menderes’in karşısında içmiş oldum!..”

 

İlgili Haberler