Söyleşi

11 bin 679 sayfalık KCK iddianamelerinin özeti ne?

Türk Ceza Hukuku Derneği Başkanı Fikret İlkiz, yargıdaki KCK fotoğrafını çekerek BDP çatısı altında siyaset yapmak ile KCK’ya üye olmak arasındaki farkın neden bulanıklaştığını T24'e anlattı...

16 Temmuz 2012 22:42

Hazal Özvarış

[email protected]

 

Cuma günü, İstanbul’da görülen KCK davasında16 kişi tahliye edildi. Tutukluluk hali sona erdirilenlerden Prof. Dr. Büşra Ersanlı’nın Silivri Cezaevi’nden çıkarken söyledikleri kayda değerdi:

“Mantığını anlayamadığımız, bizlere çok fazla bir nefret biriktirmiş olan bir iddianameyle karşı karşıya kaldık. Onu çözümlemekte bayağı zorluk çektik.”

Prof. Ersanlı ile birlikte 193 kişinin yargılandığı KCK iddianamesi 2 bin 401 sayfa. KCK başlığı altında ayrıca Diyarbakır’da görülen bir dava var. PKK lideri Abdullah Öcalan’ın avukatlarına yönelik üçüncü bir dava ve son olarak “KCK Basın Komitesi”ne yönelik davada savcıların kaleme aldığı iddianamelerin toplam sayfa sayısı 11 bin 679'a ulaşıyor.

Bu KCK külliyatını çözümlemek adına Türk Ceza Hukuku Derneği Başkanı Fikret İlkiz’e başvurduk. İnternet aracılığıyla gönderdiğimiz soruları yanıtlayan İlkiz, suçlamaların içeriğini, bu davalarda toplam kaç kişinin yargılandığını, net sayının neden bilinmediğini ve BDP çatısı altında siyaset yapmak ile KCK’ya üye olmak arasındaki farkın neden bulanıklaştığını iddianamelerden yola çıkarak anlattı.

Yargıdaki KCK fotoğrafını çeken avukat Fikret İlkiz’in T24’ün sorularına verdiği cevaplar şöyle: 

-  KCK davası kapsamında hazırlanan iddianamelere göre KCK ne demek?

İddianameler birbirlerine çok benziyor. Uzun zamandan beri uzun iddianameler yüzünden birçok hukuki sorun yaşanıyor. Aslında KCK iddianamelerinde ileri sürülen iddialar birbirine çok benzediği için tek tip suçlamaların bulunduğu iddianameler de artık sorunlu yargılamalara sebep oluyor. Örneğin yürürlükten kalkan, ama eski halini bu davalar için sürdürecek olan Ceza Muhakemesi Kanunu'nun (CMK) 250. Maddesi ile Yetkili İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hazırlanmış olan 19 Mart 2012 tarihli (Esas No: 2012/59) iddianamede sorunuzun yanıtını bulabiliyorsunuz. Belki şöyle özetlemek mümkün olabilir: KCK sadece Türkiye’yi ilgilendirmiyor ve Türkiye’ye has bir örgütlenme de değil. İddianamenin iddiasına göre,  “Türkiye’de PKK’nın kontrolünde KCK Türkiye Meclisi, İran’da Kürdistan Özgür Yaşam Partisi (PJAK), Irak’ta Kürdistan Demokratik Çözüm Partisi (PÇDK) ve Suriye’de Demokratik Birlik Partisi (PYD)’den oluşan dörtlü bir uluslararası proje…”

İddianamenin 70. sayfasında ileri sürülen iddiaya göre, bağımsız bir devlet yapılanması hedefleniyor. Yani KCK adı altındaki “bu yapılanmalardan her birinin bulunduğu ülkede birleşik bağımsız kürdistan isimli yapılanmanın zeminini oluşturma görevi üstlendiği, PKK terör örgütü içerisinde yabancı ülke vatandaşlarının bulunmasının bu bağlamda değerlendirilmesi gerektiği, yürütülen faaliyetlerin önce özerk bir yapılanma, nihai olarak da kürdistan isimli dört ülkenin topraklarının içerisinde olduğu bir devlet yapılanmasını hedeflediği…”  

 

İddianameye göre PKK neden isim değiştiriyor?

 

Yine iddianamede “terör örgütü PKK’nın 30 yılı aşkın süredir sürdürdüğü terör faaliyetlerinin zaman zaman çıkmaza girmesi üzerine”  isim değişikliğine gittiği, böylece “uluslararası kamuoyunda çirkin yüzünü kamuflajla gizleme gayreti olduğu, bu suretle hem uluslararası kamuoyu nezdinde imaj yenileyip zaman kazanmaya, hem de iç kamuoyunu oyalamaya çalıştığı,” bu nedenle de KADEK, KONGRA-GEL ve benzeri isimlendirmelere gittiği “KCK ve Demokratik Toplum Kongresi isimli yapılanmaların birer siyasi hareket oldukları”, “ve ülkenin fiilen bölünmesi sürecini başlatan KCK ve DTK’nın bu suretle meşruiyetini sağlama gayreti içerisine girdiği”  ve sonuç olarak PKK ile KCK’nın aynı yapılanmalar olduğunu, bu yüzden de örgütten bahsederken “PKK/KCK terör örgütü” şeklinde isimlendirmeye gidildiği yazılıdır.

Bu davanın iddianamesinin 69. sayfasından itibaren PKK / KCK tarihçesi yazılıdır. KCK olarak anılmaya başladığı zamana kadar geçirdiği evreler, yapılan toplantılar ve toplantılarda alınan kararlar ayrıntıları ile anlatılmaktadır. İddianamede bu tarihçenin yanı sıra yapılan eylemlerin açıklaması 550. sayfaya kadar sürmektedir. İddianamenin 550. sayfasından itibaren sanıklarla ilgili suçlamalar yer almıştır. Yargılanan kişilerle ilgili suçlamalar iddianamenin 2073. sayfasında tamamlanmıştır. Sonra siyaset akademileri ve bununla ilgili kişilerin konumları ve suçlamaları yer almıştır.

İddianamede yazılı olan şekliyle; PKK/KCK terör örgütü, 16-22 Mayıs 2007 tarihleri arasında (213) örgüt mensubunun katılımı ile “5. Genel Kurul Toplantısı”nı gerçekleştirmiş ve söz konusu genel kurul sonrası KKK (Kürdistan Demokratik Konfedaralizmi/Koma Komelan Kürdistan) adını KCK (KOMA CİVAKEN KURDİSTAN/KÜRDİSTAN DEMOKRATİK TOPLULUĞU) olarak değiştirmiştir. Daha sonra da ülke içerisindeki faaliyetlerini de KCK/TM olarak yürütmeye karar vermiştir. “KCK/TM organizesinde 12-13 Ocak 2008 tarihlerinde Diyarbakır’da gerçekleştirilen ve örgüt yanlısı basın-yayın organlarına ‘Demokratik Halk Meclisi Konferansı’ olarak yansıyan toplantı neticesinde, ‘Demokratik Toplum Sözleşmesi’ adlı örgütsel bir metin onaylanmıştır. Terör örgütünün anayasası niteliğinde olan ‘KCK Sözleşmesi’ esas alınarak hazırlanan metinde KCK/TM yapısının ‘Türkiye ve Kuzey Kürdistan Demokratik Toplum Konfederalizmi’ olarak adlandırıldığı” iddianamenin tarihsel gelişim bölümünde yer almaktadır.

- İddianamede KCK için özetle hangi 'tespitler' yapılıyor?

İddianame, KCK hakkında yaptığı tespitleri uzun uzun anlatmaktadır. İddianamedeki iddialarına göre yapılan tespitler bazı ana başlıklar altında toplanarak özetlenebilir:        

  • Son dönemde terör örgütü, KCK (Koma Civaken Kürdistan – Kürdistan Demokratik Topluluğu) olarak adlandırılmaktadır. 
  • Türkiye-Irak-Suriye-İran topraklarını içeren bir yapılanma modelini benimsemiştir. Terör örgütü Türkiye’de faaliyetlerini KCK/TM (Koma Civaken Kürdistan/Türkiye Meclisi) yapılanması aracılığıyla sürdürmektedir.
  • KCK, terör örgütü PKK/KCK’nın ana/üst çatı yapılanmasıdır. 
  • KCK’nın yapılanması, sisteminin işletilme biçimi ve organlarının rolleri gibi hususlar on dört bölümden oluşan KCK Sözleşmesi’nde detaylıca ele alınmıştır. 
  • Türkiye’de “topyekûn savunma” olarak adlandırdığı strateji üzerinden faaliyetlerini yürütmeyi hedeflemektedir.
  • Son dönem stratejisi ise; “31 Mayıs 2010 itibariyle başlayan, örgüt tarafından ‘Kürtlerin varlığını koruma ve özgürlüğünü sağlama dönemi’ olarak nitelendirilen, ‘toplumsal inşa çalışmalarına dayanan, silahlı ve siyasi yönleri bulunan’, esas dayanak noktasını ise demokratik özerkliğin teşkil ettiği bir stratejidir.”
  • Bu kapsamda örgüt, şiddet eylemlerine, kitlesel eylemlere ve siyasallaşma faaliyetlerine hız vermiş, topyekûn bir varlık-yokluk mücadelesi başlatmış.
  • Terör örgütünün siyasi alandaki faaliyetlerinin artırılması, örgütün ideolojisine ve amaçlarına paralel siyasetin canlandırılması, örgütsel ideoloji çerçevesinde eğitilecek ve yetiştirilecek kadroların dalgalar halinde topluma yayılması ve böylece yeni bir toplum inşa edilmesi amacıyla Siyaset Akademileri adı altında örgütsel eğitim merkezleri kurulması amaçlanmış; farklı illerde çeşitli adlarla Siyaset Akademileri adlı merkezler açılmış.
  • Siyaset Akademileri çatısı altında verilen eğitimlerin önceki yıllarda terör örgütü tarafından örgüt kamplarında verilen siyasi eğitimlerle paralellik gösterdiği tespit edilmiş.
  • Özellikle Kürt kökenli vatandaşlara PKK ideolojisi empoze ederek toplumsal bir taban kazanmaya ve bunun sağladığı güçten yararlanarak bir halk ayaklanması ile kürdistan isimli haritayı oluşturmaya yönelindiği,  KCK toplantılarında Mısır’da Tahrir Meydanı’nda halk ayaklanması ile yönetimin devrilmesinin örnek gösterildiği, Diyarbakır’ın da Tahrir’e çevrilmesinin istendiği, işte bu halka inme ve halk ayaklanması ile devleti bölme projesinin saç ayaklarının da KCK, Demokratik Toplum Kongresi ve Siyaset Akademileri olduğu,
  • Siyaset akademileri ile ve gerekse çeşitli kültürel faaliyetler vermek bahanesiyle oluşturulan dernek ve sair yapılanmalar ile masum insanlara ulaşıldığı ve belirli bir aşamadan sonra ise örgütsel ideoloji verilerek bir kısmının kırsal alana gönderildiği, diğerlerinin ise şehir yapılandırılmasında görevlendirildiği,
  • Mayıs 2007’den itibaren örgüt; “başlangıçtaki ‘Birleşik Bağımsız Kürdistan’ hedefine ulaşmak amacıyla KCK yapılanmasını oluşturmuştur. Temel dayanağını KCK Sözleşmesi’nden alan bu yapılanma, Önderliğin (örgüt lideri Abdullah Öcalan) başkanlığında, yasama, yürütme ve yargı unsurlarını içinde barındıran bir birleşik devlet yapılanma modelini ifade etmektedir.

İddianamenin 2388. sayfası ile 2399. sayfalar arasında da "SONUÇ OLARAK" başlığı altında KCK, Siyaset Akademisi ve Demokratik Toplum Kongresi hakkındaki yorumlarla suçlamaların tümü özetlenmiştir.

- KCK davası kapsamında toplam kaç kişi yargılanıyor?

Aslında iddianameler üzerinden bu sayının tespiti belki mümkün olabilir, ama yanıltıcı olur. Açılan davalarla birleşen bazı davalar var. Bu birleşen davalarda kaç kişi var bilmiyorum. O yüzden tam sayısı tespit etmek zor. Açılan davaları ve bu davaların çokluğunu dikkate alırsanız, Diyarbakır, İstanbul ve Ankara illerindeki soruşturmalar kapsamında kaç kişi hakkında soruşturma var, kaç kişinin tutuklu olduğu, kaç kişi hakkında yakalama kararı bulunduğunu benim tespit etmem olanaksız. Ama iddianamelerde yer alan ve haklarında dava açılan Diyarbakır’da süren davanın iddianamesi ile İstanbul’da açılan üç davanın iddianamesinden hareketle bir tespit yapmak mümkündür. Ne kadar sağlıklı olur bilemem ama durum şöyledir:

Diyarbakır’da devam eden dava açılmış olan ilk dava. İddianamesi 7587 sayfadan oluşan 9 Haziran 2010 tarihli iddianameye göre (İddianame no: 2010/1072) 151 kişi hakkında dava açılmış gözüküyor.

İstanbul’daki BDP il ve ilçe yöneticileri ile Büşra Ersanlı, Ragıp Zarakolu, Ayşe Berktay gibi bilinen isimlerin yargılandığı birinci davanın 19.03.2012 tarihli (İddianame no: 2012/123)  iddianamesine göre 193 kişi hakkında dava açılmış bulunuyor. Bu davanın iddianamesi 2401 sayfadan ibaret.

Bu davanın ilk duruşmaları 2 Temmuz 2012 tarihinden itibaren Silivri’de görülmeye başlandı ve 13 Temmuz 2012 tarihine kadar devem etti. Duruşmaya ara verildi. İddianamenin 352. sayfasına kadar okundu. Aralarında Prof. Ersanlı’da dâhil olmak üzere 16 kişinin tutukluluk hali kaldırıldı. Bu davanın duruşmasına 1 Ekim / 9 Ekim tarihleri arasında Silivri’de devam edilecek.

İstanbul KCK olarak ve kamuoyunda avukatlarla ilgili dava olarak bilinen ikinci davanın 03 Nisan 2012 tarihli iddianamesine göre (İddianame no: 2012/168) 50 kişi hakkında ceza davası açılmış durumda. İddianamesi 891 sayfa.

Yine kamuoyunda gazeteciler hakkındaki KCK davası olarak bilinen üçüncü davanın 27.04.2012 tarihli iddianamesine göre 44 kişi hakkında açılan ceza davasının ilk duruşması Eylül ayında yapılacak. İddianamesi 800 sayfa.

Bu hesaba göre, devam eden soruşturmalar haricinde ve gerçek durumu bilmediğim için, yanılma ve hata payları yüksek olmak üzere 438 kişi hakkında ceza davaları sürmektedir ve yargılanan bu kişiler için yazılmış iddianamelerin toplam sayısı 11.679 sayfadır.

 

‘Olağanüstü yargılama benimsendi'

 

- Tutuklu ve tutuksuz yargılananların sayısının bilinmediği bir dava ne kadar olağan?

Bir ülkede, tutuklu sayısı, yargılanan kişi sayısı, yargılanan kişiler hakkında açılmış aynı tip ceza davaları ne kadar çoksa ve gazeteciler bu rakamları tespit etmeye çalışıyorsa; ne davalar, ne de istatistikler olağandır. Bu durum açıkça olağanüstü bir yargılama sürecinin olağan karşılanmasına neden olan olağanüstü yargılamaların içselleştirilmesi, benimsenmesi demektir. Ki asıl bu durum düşündürücüdür ve asıl üzerinde durulması gereken sorun budur. Kürt sorunu, açılmış ceza davaları üzerinden çözülemez. Hiçbir ceza davası üzerinden demokrasi tartışması yapılmamalıdır. Yargılama makamlarının terör sorununu çözmek gibi bir görevleri yoktur. Yargılama yapmakla görevlidirler ve başka bir görevi varmış gibi görülmesi yargısal sorunlar yaratır ve sorunu çözmek için getirdiğiniz her türlü yasal düzenleme sorun üretir. Bu sorunlar topluma yansır ve ortaya çözülecek sorunların sürekli arttığı ve gerginliklerin yaşandığı gündelik hayat çıkar. Bu kimsenin tercihi olmamalıdır ve özellikle yargı, demokratik hukuk devleti ilkelerine göre yargılama yapmakla yükümlüdür. 

 

‘Türk ceza hukuku ‘panik mevzuatına’ geri dönüşü yaşıyor’

 

- Toplam 11 bin sayfayı aşan 4 KCK iddianamesi, artı tıp öğrencileri ve KESK üyelerine yönelik iki ayrı KCK operasyonuna dair yazılacak iddianameler, bir ceza hukukçusu olarak size ne söylüyor?

Ceza hukukuna nasıl bakıyorsunuz? Tercihiniz nedir? Ceza hukuku hakkında bir felsefeye sahip misiniz? Tüm bu soruların yanıtlarını vermek ve cesur olmak zorundasınız. Türk ceza hukuku “panik mevzuatına” geri dönüşü yaşıyor. Herkes, hukuk üzerine demeçler veriyor. Yargılamalar bütün hayatımıza egemen oldu. Şimdi artık “silahlı terör örgütü kurmak ve üye olmak” ve/veya “terör örgütüne yardım yataklık” gibi suçların konuşulmasına geçildi. Herkes taraf gibi davranıyor ama asıl önemli olan hukuktan ve adaletten yana taraf olmaktır. Vicdanlı olmaktır. Artık herkesin hukuku ve yargılamaları var. Herkesin kendi görüşüne göre taraf olduğu davaları ve yargılamaları var. Birçoğumuz “tutukluluk” üzerinden bir şeylere taraf olduk ve bir şeyler söylemeye çalışıyoruz ama sonuç olarak Türkiye’nin ceza hukuku sistemi, bertaraf oldu.

 

‘‘Tutukluluk’ müessesesi, tutukludur; tedbir değil, cezanın infazıdır’

 

Türkiye’de yargı; “tutukluluk hali”, “tutuklama”, “tutuklanırsın”, “tutuklandı”, “tutuklanacak” gibi kelimelerden ve kocaman kocaman harflerle yazılan davaların adlarıyla kurulu bir yapıya dönüştü. Kısacası görüşüme göre aslında "tutukluluk" müessesesi, tutukludur. Tedbir falan değildir, cezadır ve cezanın infazıdır. Artık, önce kanuna uygun “sorun” yaratılıyor. Sonra yaratılan sorunun çözümü için “demokrasi gereği” dedikleri bir edayla çözüm üretiyormuş gibi yapılıyor. Daha sonra da buldukları çarenin yarattığı yeni sorunlar üzerinden “siyasetler” sürdürülüyor… İnsanların “tutuklulukları” üzerine kurulu bir yargı sisteminde; cezaevindeki tutukluların “özgürlükleri” üzerine politika yapılan ülkede yaşamak, “siz de tutuklusunuz” demektir. Artık “korkular” üreten, herkese gözdağı veren ve vicdanı olmayan bir hukuk sistemi üzerinden yaratılan sorunlar toplumda gerginlik ve panik yaratmaktadır. Adalet ve hukuk arayışı, vicdanları kanatmaktadır. 

Yargıda demokratikleşmeyi sağlayacak diye iddia ettikleri “paket” kanun tasarılarıyla ve benzeri kanunlarla tüm sıkıntıların çözüleceğini beklemeyin. Vicdana ve adalete sığmayan sonuçlar tartışılacaktır, çünkü çözüm dediğiniz her yasa değişikliği başka başka sorunlar üretiyor.

Oysa çok basit çözümler üretebiliriz. Yargı Bağımsızlığı Hakkında Temel İlkeler, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından 1985 yılında onaylanmıştı. Örneğin, bu temel ilkeler neden kabul edilmiştir? Çünkü Evrensel İnsan Hakları Bildirisi’ne göre; özellikle kanun önünde eşitlik, masumluk karinesi ilkelerini ve kanunla kurulmuş yetkili, bağımsız ve tarafsız bir yargı yeri tarafından adil ve aleni olarak yargılanma hakkını içermektedir. Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar ile Medeni ve Siyasi Haklar Uluslararası Sözleşmeleri bu hakların kullanılmasını güvence altına alır. Sadece Türkiye’de değil dünya üzerinde bu ilkelerin hayata geçmemesi yüzünden yargı ile bağımsızlık, yargı ile tarafsızlık, yargı ile temel haklar ve özgürlükler arasında ne yazık ki uçurumlar vardır. Bu uçurumların kapatılması ve yeni uçurumların yaratılmasını önlemek için kabul edilmiştir.

 

‘Yasalarınız ve yargının yargıları,  BM ilkelerine aykırı’

 

Yargı Bağımsızlığı Hakkında Temel İlkeler’den (5) numaralı ilkeye göre;  “Herkes, önceden konmuş hukuki usullere göre yargılama yapan olağan mahkemelerde veya yargı yerlerinde yargılanma hakkına sahiptir.”  Türkiye’de bence CMK 250. maddesi ile görevli mahkemeler hâlen kaldırılmamıştır ve olağan dönemde, olağanüstü görevlidir. Yasalarınız ve yargının yargıları, Yargı Bağımsızlığı Hakkında Temel İlkeler’e aykırıdır. Aslında bilinerek ve istenerek CMK’nın 250-251. maddeleriyle yargı; olağan dönemde “olağanüstü” bir yargı sisteminin egemenliğine terk edilmiştir ve “panik mevzuatına” geri dönülmüştür.  İşte çözülmek istenmeyen sorun buradan başlamaktadır.

Ceza hukukunun amacı, kişilerin barış içinde ve güvenli olarak beraber yaşamaları ve onları bu amaçla korumaktır. Vatandaşlarınızı ve toplumun hukuki değerlerini, bunları daha hafif veya daha başka hukuki ve sosyal-politik tedbirlerle korumanızın mümkün olmadığı durumlarda, yine vatandaşlarınızı korumak için ceza hukukuna başvurabilirsiniz. Çünkü ceza hukuku diğer hukuksal düzenlemelerin yetersiz kaldığı durumlarda kendisine başvurulması gereken son sıradaki hukuktur. Toplumsal düzendeki her aksiliği, her bozulmayı ceza yaptırımıyla gidermek hukuk devleti ilkeleriyle bağdaşmaz. Bu yüzden, ceza hukuku, cezalandırma hukuku değildir ve olmamalıdır. Ceza hukuku, bireyin temel haklarını hakkını korumalıdır. Yasaları üreten yasama organı, insan haklarını ihlal eden suçlar yaratamaz. İfade özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü gibi özgürlükler, politik yaşama katılmak gibi haklar kullanılmak için vardır, kısıtlanmak için değil. Bu yüzden ceza hukuku ve cezalandırma son çare (ultima ratio) olmalıdır. Ceza hukuku ve cezalandırma ilk çare (solo ratio) değildir.

Çağımızda bireyler devletin demokratik meşruiyetinin var olup olmadığını ve nedenlerini araştırıp çözüm üretme işini devletine bırakmayacak kadar bilgi, hak sahibidirler ve dünden daha bilinçlidirler. Bir toplumun “yasa düzeni”ne değil de “etik temelli hukuk düzeni”ne kavuşmasında toplum bireylerinin özne olabilmesi temel koşuludur. O yüzden insanı araçsallaştırmayan bir kamu düzenine kavuşmak için insan özne olarak kabul edilmeli ve araçsallaştırılmamalıdır. Amaç, insan olmalıdır.

- KCK iddianamelerinde delil olarak neler sıralanıyor? Delilllendirme aşamasında hukuki açıdan sorunlu bulduğunuz noktalar neler?

Bu iddianamelerde telefon konuşmaları da, KCK Sözleşmesi de, ev aramalarında çıkanlar da delil olabiliyor… Ortam dinlemeleri yoluyla elde edilen ses kayıtları da, HTS raporları da dava dosyasının içinde yer alıyor. İddianameden anlaşıldığına göre, “KCK” ya da terör örgütü lehine faaliyette bulundukları ihbarı alınan kişilerin iletişimlerinin dinlenilmesi yolu seçilmiş. Yine iddianameye göre, “Terör örgütünün üst yapılanması olan KCK Türkiye Meclisi’nin İstanbul İl Yürütmesi tarafından Barış ve Demokrasi Partisi İstanbul İl ve İlçe Başkanlığı binalarında toplantılar yapıldığı ve bu toplantılara örgütün İstanbul'daki üst düzey yöneticileri ile örgütü sevk ve idare eden çekirdek kadronun katıldığının öğrenilmesi üzerine mahkeme kararıyla ortam dinlemesi yapıldığı... " ve bu yolla delil toplandığı belirtiliyor. Dinlenilen yerler Barış ve Demokrasi Partisi İstanbul İl ve İlçe Başkanlığı binalarıdır... Sadece bu davaya özgü değil, her davada olduğu gibi Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 135. veya 140. maddesine göre, bir suç dolayısıyla yapılan soruşturma ve kovuşturmada suç işlendiğine ilişkin kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı ve başka surette delil elde edilmesi imkânının bulunmaması durumunda şüpheli veya sanığın telekomünikasyon yoluyla iletişiminin tespiti yapılabilir. Suç işlendiği konusunda kuvvetli şüphe sebepleri bulunması ve başka surette delil elde edilememesi halinde teknik araçlarla dinleme ve izleme yapılabileceği ses kaydı alınabileceği, şüpheli veya sanığın kamuoyuna açık yerlerdeki faaliyetlerinin izlenebileceği yasanın emredici hükümlerinde yazılır.  

Aslında CMK'nın 135. maddesi Anayasa’nın 22. maddesinde yer alan haberleşme gizliliğini güvence altına almıştır. Çünkü kaynağını Anayasa’da bulan bir özgürlüğe ilişkin müdahale, yani dinleme, kayda alma kişisel hak ve özgürlükleri yakından etkileyen bir işlem olması nedeniyle "iletişimin denetlenmesi, tespiti ve kayda alınması" son derece sıkı şartlara bağlı tutulmuştur. Bu yüzden "iletişimin denetlenmesi" tedbirinin haberleşme özgürlüğüne ağır müdahale teşkil eden niteliği bakımından orantılılık ilkesinin somut bir görünümü olarak "ikinci derecede uygulanabilirlik koşuluna" bağlanmıştır. Bu nedenle temel hak ve özgürlüklere "müdahale tedbirlerinin" hangisi bireylerin hak ve özgürlüklerine daha az müdahale ediyorsa o tedbir uygulanmalıdır. Orantılılık budur. Yani "iletişimin denetlenmesi" tedbiri son çare (ultima ratio) olarak başvurulacak tedbirler arasındadır. Telekomünikasyon1arın denetlenmesi sonucunda ulaşılan bilgiler ancak hukuka uygun olarak elde edildiklerinde delil olarak kullanılabilirler. Bu nedenle iddianamenin bu yöntemi ile elde edilen deliller bu ceza davasında tartışılacaktır. Çünkü ceza hukukunda temel ilke olan maddi gerçeğin kuşkuya yer vermeyecek şekilde ortaya çıkarılması zorunludur. 

 

‘Terör örgütü ile BDP arasında organsal bağlılık,  iddiası var’

 

- BDP çatısı altında siyaset yapmak ile KCK’ya üye olmak arasındaki fark iddianamede nasıl ayırt ediliyor? KCK davaları sizce neden “post-modern kapatma davası” olarak görülüyor?   

İddianamenin son sayfasında dikkat çekici bir bilgi var. Deniliyor ki; "(…) Şeklindeki beyanlar PKK / KCK terör örgütü ile BDP arasındaki organsal bağlılığı ve hedef birliğini açıkça ortaya koymaktadır. Kaldı ki siyaset akademilerinin BDP'nin tüzel kişiliği altında açılarak terör örgütünün eğitim kamplarına çevrilmesi dahi bu partiyle terör örgütü arasındaki organsal bağı ortaya koyduğu anlaşılmakla bahse konu partinin hukuksal durumunun takdiri için iddianamenin bir sureti Mahkemece kabulünü müteakiben Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilecektir.” 

İddianameye göre “terör örgütü ile BDP arasında organsal bağlılık bulunduğu”  iddiası ile partinin hukuksal konumunun takdiri için iddianamenin bir suretinin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilmesine karar verildiğine göre, bu tespit ve iki ayrı soruşturma gibi görünen bu yöntem hukuki sorunlara yol açabilir düşüncesindeyim.  

Anayasa’nın 68. maddesine göre siyasi partiler önceden izin almadan kurulurlar. Anayasa’ya, yasalara uygun olarak faaliyette bulunurlar. Siyasi partiler demokratik siyasi hayatın vazgeçilmez unsurlarıdır. BDP siyasi partidir ve TBMM'de yer almaktadır. Vatandaşlarda siyasi parti kurma ve usulün göre partilere girme ve partilerden ayrılma hakkına sahiptir. Anayasa’nın 68. maddesindeki bu hükmün yanında siyasi partilerin uyacakları esaslar Anayasa’nın 69. maddesinde yazılıdır. 68. madeninin 4. fıkrasında siyasi partilerin tüzük ve programlarının ve eylemlerinin ne olabileceği, nelerin yasak olduğu yazılıdır. Siyasi parti faaliyetleri, parti içi düzenlemeleri, çalışmaları demokrasi ilkelerine uygun olur ve bu ilkelerin uygulanması kanunla düzenlenir.

Siyasi partilerin kapatılması, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının açacağı dava üzerine Anayasa Mahkemesi’nce kesin olarak karara bağlanır. Eğer bir siyasi partinin tüzüğü ve programının 68. maddesinin dördüncü fıkrası hükümlerine aykırı bulunması halinde temelli kapatma kararı verilir. Bu durumda yargılananlar BDP içinde yer almış olmakla, faaliyet göstermekle, binalarına girip çıkmakla, demokratik toplumsal eylemlerine katılmakla veya katılmamakla aslında demokratik bir hak kullanmışlardır. Bence eğer bir siyasi partinin tüzel kişiliğine karşı suçlama ileri sürülürse, kişilerin suçlanması gerekmez. Parti tüzel kişiliğinin kapatılması yolunun açılması için kişiler hakkında dava açılmasına neden olunabilecek bir ortam yaratılamaz. Çünkü kanunlara göre kurulmuş ve faaliyet sürdüren bir siyasi partinin böyle bir iddia ile suçlanması karşısında; kişilerin suçlanması hukuka aykırı olur.

Bu sorun mahkemede dile getirildi ama BDP hükmi şahsiyetinin değil sanıkların, yani kişilerin yargılandığı gerekçesiyle davanın Anayasa Mahkemesi’nde görülmesi gerektiği konusundaki talebi reddedildi.