31 Temmuz 2018 19:31
10 Ekim 2015 tarihinde düzenlenmesi planlanan "Emek, Barış ve Demokrasi Mitingi" öncesinde yaşanan, 103 kişinin hayatını kaybettiği katliamla ilgili davanın 10. grup duruşması bugün Sincan Cezaevi İnfaz Kurumu’nda başladı.
Karar verilmesi beklenen duruşmada geniş güvenlik önlemleri alındı. Geçtiğimiz duruşmada tüm itirazlara rağmen mütalaa verilmişti ve dava 'güvenlik' gerekçesiyle Sıhhiye'den Sincan Ceza İnfaz Kurumu'na taşınmıştı.
Evrensel'in haberine göre, katliama ilişkin Ankara 4'üncü Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen davanın karar duruşması 'FETÖ' sanıkları için özel olarak inşa edilen Sincan Ceza İnfaz Kurumu içerisindeki duruşma salonunda görülmeye başlandı.
Duruşma öncesinde çeşitli illerden ve Kızılay’dan otobüsler kaldırıldı. Duruşmayı izlemeye gelen mağdur aileleri 4 arama noktasından geçirildi. Aileler, 6 noktada kimlik kontrolü yapıldı. Cezaevi kampüsünün çevresindeki bazı noktalarda TOMA ve akrep araçları konumlandırıldı. Duruşma salonuna sarı basın kartı olmayan basın emekçileri alınmadı. Mağdur aileleri X- Ray cihazından geçirildi. 10 kişilik gruplar halinde duruşma salonuna alındı. Mağdur aileleri salonda kendilerine ayrılan bölümün tamamını doldurdu.
Salonda 10 Ekim katliamının yaşandığı Tren Garı’ndan daha fazla polisin bulunması dikkat çekti. Sanıkların etrafı yaklaşık 100 polis, 200 jandarma tarafında çevriliydi. 900 kişilik duruşma salonunda sanıklar koruma altına alındı. Duruşmaya izleyici olarak CHP’li ve HDP’li milletvekillerinin yanı sıra DİSK, KESK, TMMOB, TTB yöneticileri katıldı. Katliam mağduru ailelerin duruşma salonuna telefon, anahtar, çakma vb. eşyaları sokmasına izin verilmedi.
09.30'da başlaması gereken duruşma, cezaevi koşulları dolayısıyla uzun süre başlayamadı. Başkan, heyet ve savcı duruşma salonuna gecikmeli girerken, dışarıda içeriyi girmeyi bekleyen çok sayıda kişi vardı. Dışarıda bekleyenlerin de içeri girmesiyle birlikte duruşma başladı. Ancak salon düzeni aileler, avukatlar ve izleyiciler için adeta eziyet oldu. Salonun büyüklüğü dolayısıyla aileler, mahkeme heyetini, sanıkları ve avukatlarını görmekte zorlandı, seslerini duyamadı.
Mahkeme Başkanı, dava dosyasına sanık ve mağdur avukatlarının gönderdiği dilekçeleri okudu. Mağdur ailelerinden birinin “Burada katliam yapıldı” feryadını duyan Mahkeme Başkanı, konuştuğu mikrofonun sesinin yükseltilmesini istedi. Giray, sanıklar hakkında dava dosyasına gelen belgeleri okumaya devam etti. Giray, mağdur avukatlarının savcının mütalaasına ilişkin sunduğu bir klasörlük itiraz dilekçesi olduğu söyledi. Savcı daha önce verdiği mütalaasını tekrarladı ve bu mütalaa doğrultusunda karar verilmesini istedi.
Daha sonra konuşan müşteki avukatlardan Murat Kemal Gündüz, “50 celsedir Sıhhiye'de yargılamayı sekteye uğratacak hiçbir şey olmamasına rağmen davayı Sincan'a naklettiniz. İtiraz ettik, reddedildi. Duruşma şehirden kaçırıldı. Müvekkillerimizi göremiyoruz, sizi dahi zor görüyoruz. İnsanlar eziyet çekerek duruşmalarını takip etmeye çalışıyorlar. Şehir dışlarından gelen insanlar, sınırlı sayı olduğu için duruşmaya dahi katılamıyorlar.” diyerek yaşananlara tepki gösterdi.
Avukat İlke Işık da “7 Kasım 2016'dan beri bu katliamı her yönüyle anlatmaya çalıştık. 103 insan hayatını kaybetti ve yakınları buradalar, 2 yıldır bu davanın peşindeler. Esas hakkında mütalaaya karşı müvekkillerimizin beyan etmek istedikleri var. Müvekkillerimiz beyanda bulunacaklar” dedi.
Mahkeme Başkanı'nın bu talebi reddetmesi üzerine Avukat Mehtap Sakinci Coşgun “Silahların eşitliği ilkesi gereği, davanın asıl tarafı olan katılanları olarak beyanda bulunacağız.” dedi. Heyetle yapılan tartışmalar sonucunda katılanların aralarında belirledikleri 6 kişinin beyanda bulunulması kararlaştırıldı.
Katliamda hayatını kaybeden EMEP GYK üyesi Korkmaz Tedik’in annesi müşteki Zöhre Tedik, 10 Ekim katliamında barış için alanda olduğunu hatırlatarak, şunları söyledi: “Tek talebimiz bu ülkede ne askerin ne polisin ölmesi ne de sivillerin ölmesiysi. 103 tane insan ölsün diye alana çıkmadık. Benim oğlum, 'Tarhana yaparken anne sensiz olmaz' dedi. 'Anne barış herkes için gelecek' dedi. Güle oynaya 81 ilden insanlar Ankara’ya geldi. O gün otobüsler aranmadı. İnsanlar barış içinde eylemini yapacak diye mutluyduk. Benim eşim kalktı ‘Neden aranmıyoruz’ dedi. Bende bu tedirginlik yoktu. Yüz binlerin aktığı alanda barış olacağını, kimsenin ölmemesi için alanlarda olacağımı düşündüm. Orada tanıklarımızla, barış için gelenlerle öpüştük. Benim oğlum 'Anne ben Emek Partisi altında yürüyeceğim' dedi. Bombalar patladı. İnsanlar cesetler üzerinden atlarken üzerimiz gaz bombası atıldı. Benim oğlum oraya yere düşünce görmedim. Arkadaşları bulmuş, vatandaşlar bulmuş. Benim oğlumun atılan gazdan nefesi daraldı da öldü. Çocuklarımızın üzerine IŞİD’liler bomba atmasına göz yumanlar, çocuklarımızın hastaneye yetiştirilmesine engel olanlar neden yargılanmıyor”diye konuştu.
Tedik hakime seslenerek, “Sayın hakim kaç aramadan geçtik. Ancak çocuklarımızın üzerine bomba atanlar neden aranmadı. Benim üzerime bomba atıldı. Üzerimde et parçaları vardı. Siz bu çocuklarımızın katillerini yargılamıyorsunuz. IŞİD’lilere ise basit cezalar veriyorsunuz. Biz gerçek sorumluların yargılanmasını istiyoruz. Şu salona girerken üzerimizde aranmadık tek nokta bırakmadınız. Keşke o zaman bu arama yapılsaydı da bizim çocuklarımız ölmeseydi”diye konuştu.
Mağdur ailelerinden Kemal Kılıç, katliam günü mahkeme salonunda olan güvenlik önlemlerinin olmadığının altını çizerek, “Bu önlemi alan kolluk kuvvetleri o gün neredeydi. O gün 81 ilden buraya gelirken, emniyet neredeydi. Biz adalet için buradayız ancak adaletsizliğin en büyüğünü görüyoruz. Çünkü bizim çocuklarımızın katillerini burada koruyor ve kolluyorsunuz. Maddi gerçek eksik iddianamelerle ortaya çıkmaz. Sunduğumuz tüm delillere itibar göstermiyorsunuz” diye konuştu.
Söz alan Ayşegül Duman da “Ben buraya Artvin Şavşat'tın bir köyünden yüzde 45 engelli geldim. Fizan'a da götürseniz gelirim. Bu katliamdan 8 ay sonra psikolojik tedavi ve ilaç kullanmaya başladım. Bugün içeri girerken duruşma salonuna ilaçlarımı almadılar. Gerçek adaleti sağlamazsanız bundan sonra olacak katliamların vebalini almaya hazır mısınız? Biz tarihe adımızı kanla yazdık, siz de adaletle yazın. Bu sanıklar zaten ceza alacaklar da bizim derimiz sadece bunlar değil. Bu katliamın yolunu açanlar yargılanmazlarsa yarın yine bu suçu işleyecekler ve masumlar ölecek. Bunun vebalini almaya hazır mısınız?” dedi.
Müştekilerden gazeteci-fotoğrafçı Özcan Yaman, ilk defa Sincan’daki duruşma salonuna geldiğini söyleyerek, şunları belirtti:
“Bir havaalanından uçağa binmek buraya girmekten daha kolay. Buraya girmek bende bir ironi yarattı. Olay günü alanda tam bunun tersi vardı. Ankara katliamı deyince aklıma şu söz geliyor. Bir polis amiri polislere ‘Ne derlerse desinler, bugün onların acıları var’ demişti. Evet bu doğru. Bu ülkenin mahkemesi Gar Katliamı diyemiyor, ‘Ankara olayı’ diyor. Türkiye Cumhuriyeti’nin en büyük saldırısı diyorsunuz, dosyalarda ‘olay’ diyorsunuz. Bu dava sonucu itibariyle örnek dava olacak. Ya adaletin yerini bulduğu ya da ileride konjonktür değiştiğinde yeniden açılacak bir dava olacak demiştim.
Mahkeme ilk başladığında, iddianame ilk okunduğunda avukatlarımız ‘1 yıllık gizlilikten bu mu çıkar’ dedi. Dosyaya yeni belgeler soktu. Dosya yeniden açılmalı, baştan sona deliller yeniden toplanmalı. Devlete uzanan diye bir şey var. Antep Emniyeti'ne adamlar bıçakla girip çıkıyormuş. Çağırın o emniyet görevlilerini, neden böyle oldu diye soralım. Neden sorumluluğu olan bir tane yetkili çıkmıyor. Avrupa’da en ufak olayda adamlar istifa ediyor. Siz davayı kapatmayı düşünüyorsanız bu dava yeniden açılır hakim bey. Durumu vicdanınıza bırakarak, yeniden düşünmenizi istiyorum.”
Katliamda hayatını kaybeden avukat Uygar Coşgun’un annesi Nuray Coşgun, hakime “Ben sizin meslektaşınızın annesiyim” diye seslenerek, “Benim çocuğum kan görmeye dayanamıyordu. Katliam günü ‘Acaba bir yerde bayıldı mı?’ dedim. Ancak bu olmadı. Acı bizi kötü bir yerden buldu. Toplanmayan delillerle bu mahkemenin bitmesini yüreğim kabul etmiyor. Benim torunum var, onu kreşten alıyorum. Bir babanın çocuğunu aldığını göstermemeye çalışıyorum. Bu nasıl vicdan. Bu çocuğu yıllarca babasız kılmaya kimin hakkı vardı. Ben sadece gerçek adalet istiyorum. Onlara göz yuman herkesin yargılanmasını ve adalet istiyorum” diye konuştu.
Katliamda yaralanan Cihan Andiç’in babası Ahmet Andiç, çocuğunun halen tedavisinin sürdüğünü vurgulayarak, şöyle konuştu:
“Tedavi için gitmediğimiz hastane kalmadı. 3 yıldır hastanelerde mücadele veren Cihan Andiç. Benim oğlum inşaat mühendisiydi ve devlet memuruydu. F16 uçaklarının üzerimizden yürüdüğü savaş ortamından. Artık çocuklarımız ölmesin diye Ankara’daki barış mitingine gelmişti. Zaten mitinge katılanların çoğu da devletin memuru, yurttaşlarıydı. Devletin görevi kendi yurttaşlarının can ve mal güvenliğini sağlamaktı. Ama 50 duruşmadır gördüğümüz, bu katliamı yapanlar bir yerden destek aldı ve onlara yol açıldı. Katliama yol açanların dosyalarda yer almasını görmek isterdim. Bazen devletler ve içindeki organlar da hata yapabiliyor. Biz 2. Dünya Savaşı’nda sonra Alman Başbakanın Polonya’da diz çökerek nasıl özür dilediğini gördük. Bizim ülkemizde de katliamda ihmali bulunanların ‘Bizim sorumluluğumuz var ve gereğini yapmalıyız’ demeliydi.”
Katliamda yaralanan Muhammed Bahadır Kılıç, davaya ilk defa gelebildiğini söyleyerek, “Duruşmalara katılmıyorum ama sosyal medya ve basın üzeriden takip ediyoruz. Devletin yönlendirdiği mülkiye müfettişlerinin raporu ret ediliyor. 15 Temmuz gecesi halka ateş açan askerleri yargılayan mahkeme ile katliam günü üzerimize gaz sıkanlar arasında ne fark var. Bizim vergimizle maaşını alan polis, bizim vergimizle aldığı gaz bombalarını IŞİD’in yarım bıraktığı işi tamamlamak üzere üzerimize sıktı. Bugün yaptığınız yargılama göstermelik demek istemiyorum. Ama arkanızda yazan adalet mülkün temelidir yazısı artık adalet iktidarın özel mülküdür. Siz mahkemeyi hangi sonuçla sonlandırırsanız sonlandırın barış talebinin yanında adalet talebini de görmeye devam edeceksiniz” dedi.
Hayatını kaybeden Turan Bozacı'nın oğlu Çağatay Bozacı, tepki gösterdiği bazı sözleri üzerine salonundan atıldı.
"Gaz sıkıldığı için yaralılar ölmüştü"
Söz alan Elif Özdoğan'ın konuşması Türkçe bilmediği için tercüman aracılığıyla çevrildi. Özdoğan, Kürtçe yaptığı konuşmasında, “Eyleme geldiğimiz gün etrafta polis yoktu. Neden arama yok dedik. Bize ‘barışa geldik, savaşa değil. O yüzden arama olmaz merak etme.’ dediler. Arabada ben, gelinim, torunum ve eltim vardı. Patlama olduktan sonra kendimi hastanede buldum. Üstümüzde et parçaları vardı. Polisler gaz sıkıyorlardı. Yaralıları gördük. Gaz sıkıldığı için yaralılar ölmüştü. Polisler ambulansların gelmesini engellediler. Alanın ortasında TOMA’lar vardı. Ambulans gelmediği için taksiyle gitmek zorunda kaldık. Taksi bizi almak istemedi. Şimdi ise psikolojik tedavi görüyoruz. Şikayetçiyiz.”diye konuştu.
Mağdur avukatlarından söz alan Tonguç Cankurt, IŞİD’in örgütlendiği Gaziantep’te 10 Ekim katliamına kadar ciddi bir operasyon yapılmadığını anlatarak “Bu uzun süreç IŞİD’in katliamları nasıl örgütleyebildiğini gösteriyor. Bu dönemde IŞİD’in Adıyaman’da örgütlenme içerisinde olduğuna dair basına çok sayıda veri yansımıştı. Farklı yerlerdeki soruşturmaların aynı sonuçlanması bir siyasi iradeyi gösteriyor. Bunu dönemin Başbakanı Davutoğlu açıkça söyledi. ‘Potansiyel şüpheli olarak birini tutuklayamayız’ dedi.” Cankurt, eski Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun ifadelerini hatırlatarak, IŞİD örgütlenmesine izin verildiğini bu ifadeler üzerinden örneklendirdi.
Avukat Kazım Bayraktar, IŞİD’in örgütlenmesi ve katliamların yolunun nasıl açıldığını anlatacağını belirterek, “Suriye’de iç savaş sürecinde kurtlar sofrası oluşturuldu. Türkiye’nin siyasi iktidarı da bu sofrada yerini aldı. Şam’a girilecek, Emevi Camii’nde namaz kılınacaktı. Saraydaki hesaplar tutmadı. Suriye’deki kan Türkiye’ye sıçradı. ÖSO gibi batı devletleriyle birlikte meşrulaştırılanları bir yana bırakıyorum, Türkiye siyasi iktidarı bu fırsattan bir fırsat daha çıkardı. El- Kaide, IŞİD gibi örgütlenmelerin Suriye’de örgütlenmesinin yollarını açtı” diye konuştu. “IŞİD, El- Kaide, El Nusra Türkiye’nin yargı kararlarında terör örgütü olarak tescil edildi” diyen Bayraktar, şunları ekledi: “Bu örgütler tescil edilmiş olmasına rağmen siyasi iktidar bu örgütlere terör örgütü diyemedi. Bu politikanın pratikte uygulanmasında Suriye’de yapılmak istenen kısmen laik çizgilere sahip olan Suriye anayasal rejiminin yıkılmasıydı. Şu süreçte ise Türkiye’nin laik çizgideki anayasal rejiminin yıkılmaya başlandığına şahit oluyoruz” dedi.
Bayraktar, IŞİD üyelerinin Türkiye’de dernek kurmasına bile izin verildiğini savunarak, “Türkiye’nin adı cihatçı otobanı olarak anılmaya başlandı. Bu tür politikalar uygulanırken, devletin bu politikalarından özerk geleneği vardı. Siyasi iktidarlar suç işlerken, devlet geleneğinde bunlar kayıt edilir. Devletin bir eli istihbarat toplarken, diğer eli armut topluyordu. Ama iki el de aynı merkezden yönetiliyordu. Kanıtlar, kayıtlar toplandı. Yapılan operasyonlar kayıtlara rağmen sınırlı tutuldu. Demek ki arkasında bir hesap var. Örneğin El- Kaide soruşturması Türkiye’de daha önce belki yapılmıştır ama bizim 10 Ekim dosyasına gelene bakıyoruz. Devletin takip yapan eli 2012 yılında harekete geçti ve bir tutanak düzenledi. Tutanakta El- Kaide üyelerinin toplantı yaptıkları geçiyordu. İsimler veriliyordu. Bu isimler 2015 yılında katliamları yapacak hücrelerin ele başları” diye konuştu. Bayraktar, IŞİD üyelerinin takip edilmesine rağmen yakalanmadığını dava dosyalarından örneklerle anlattı.
Bayraktar, IŞİD sanıkları hakkında Gaziantep Adliyesi savcı ve hakimlerinin işleme koymama kararı verdikleri ifade ederek, “Antep savcıları aralarında top çeviriyor” dedi. Bayraktar, mahkeme heyetine seslenerek, “Egemenler kirli işlerini yaparken piyonlar kullanırlar. Her birinin kullanmaz tarihleri vardı. Onları kullanım tarihleri bittiğinde çukura atarlar. Sayın savcı geçen duruşma ‘kimseye yaranamıyoruz’ dedi. Sadece tetikçileri yargılayarak, ‘adalet yerini buldu’ diyemezsiniz müdahiller ve avukatlara. Bu tür tarihsel davalar bir şekilde sonuçlanır ancak tarih unutmaz. Arşivine kayıt edilir. Gün gelir hesap görülür” diye vurguladı.
'Bu bir patlama değil katliamdır'
Avukat Nuray Özdoğan, duruşma salonun kapısına yazılan “Gar patlaması davası” yazısına tepki göstererek, “Zihniyetin değişmesi gerekir. Bu bir patlama değildir, katliamdır. Bu tanımlamanın değiştirilmesi gerekir” ifadelerini kullandı. Özdoğan, 10 Ekim davasının soruşturma sürecinde bilgi saklandığına dikkat çekerek, “Yargı yargıdan bilgi saklandı” dedi. Özdoğan, mülkiye müfettişlerinin katliama ilişkin hazırladığı ön inceleme raporuna 3 gün içerisinde işlemden kaldırma kararı verildiğini belirtti. Dava dosyasında “delil olarak kullanılamaz” denilen MİT raporu olduğunu aktaran Özdoğan, “Siz bu bilgi notunu ‘delil olarak kullanılamaz’ diyorsunuz. İçeriğini savcılık makamı sormuyor” diye vurguladı.
Tutuklu sanıklarla sınırlı mütalaa verilmişti
Savcı, mütalaasında kamu görevlilerinin katliamdaki ihmallerini es geçmiş, sanıklar Esin Durgun, Hatice Akaltın, Yakup Yıldırım, Suphi Alpfidan, Yakup Karaoğlu, Mehmeddin Baraç, Nihat Ürkmez, Abdulhamit Boz, Burak Ormanoğlu’nun “IŞİD terör örgütüne üyelikten” cezalandırılması istemişti.
Sanık Erman Ekici’ye hem “terör örgütü yöneticiliğinden” ceza, hem de “Anayasal düzeni zorla değiştirmeye teşebbüs” suçundan suç duyurusunda bulunulması talep edilmişti.
Diğer sanıklar Abdulmuttalip Demir, Talha Güneş, Metin Akaltın, Yakup Şahin, Hakan Şahin, İbrahim Halil Alçay, Resul Demir, Hacı Ali Durmaz, Hüseyin Tunç açısından, “Anayasal düzeni zorla değiştirmeye teşebbüsten”, “terör eylemi kapsamında canavarca hisle tasarlayarak insan öldürme ve öldürmeye teşebbüsten” ceza verilmesi istenmişti.
Mütalaada firari konumunda bulunan sanıklar İlhami Balı, Savaş Yıldız, Edremit Türe, Deniz Büyükçelebi, Yakup Selağzı, Kasım Dere, Nusret Yılmaz, Mustafa Delibaşlar, Walentine Slobodjanjuk, Muhammed Zana Alkan, Ömer Deniz Dündar, Cebrail Kaya, Ahmet Güneş, Kenan Kutval, Bayram Yıldız, Hasan Hüseyin Uğur açısından ise dosyanın tefrik edilmesi (ayrılması) talep edilmişti.
Mahkeme de duruşmayı 31 Temmuz, 1-2 Ağustos 2018’e ertelemişti. Hakimin “salon yetersiz” diyerek bir dahaki duruşmanın Sincan Ceza İnfaz Kurumu’nda yapılacağını açıklaması da büyük tepki çekmişti. “Oraya da geleceğiz” diyen aileler, duruşmanın Ankara merkezine uzağa taşınmasını sıralara vurarak ve “adalet” sloganlarıyla protesto etmişti.
Müdahil ailelerin avukatları, mütalaayı şu açıklamayla eleştirmişti: “Katliama göz yuman, sorumluluğu bulunan hiçbir kamu görevlisi yargılamaya dahil edilmeyerek devletin sorumluluğunun üstü örtüldü. Tüm delillere, dosyaya sunulan bilimsel görüşlere rağmen insanlığa karşı suç yönünden cezalandırma talebimiz göz ardı edildi. Katliamla ilişkili, yöneticilik konumunda olan sanıkların bir kısmı için sadece üyelikten ceza talep edildi. Mevcut sanıklar dışında katliamla ve sanıklarla ilişkili kişiler dosyaya dahil edilmedi. Dosyaya gelen binlerce bilgi ve belgeye rağmen 2.5 yıl önceki iddianamenin de gerisine düşen, devletin her kademedeki sorumluğunu ısrarla yok sayan mütalaa kabul edilemez.”
Ne olmuştu?
10 Ekim Ankara Katliamı’nın ikinci yıl dönümünde Ankara Garı önünde yapılmak istenen anma etkinliğine polis saldırmış; katliamda yaralananlarla hayatını kaybedenlerin yakınlarına biber gazı sıkılmıştı. 10 Ekim Ankara Katliamı’nın 13 Haziran 2018’de gerçekleştirilen bir önceki duruşmasında bir sonraki duruşmanın şehir merkezine uzak olan ve ulaşım sıkıntısı bulunan Sincan’da görülmesine karar verilmişti. Karar açıklanması beklenen duruşmanın nakline aileler tepki göstermişti.
© Tüm hakları saklıdır.