Masallar ve çağdaş edebiyatımız

Cumhuriyet’in ilk dönemlerinde toplum gerçekliğini oluşturan bir unsur olarak kullanılan masallar, 1980’den sonra yazılan postmodern romanlarda fantastik dünyanın gizemli, ilgi çeken, yer yer korkutan, yer yer güldüren unsurları olarak kullanılıyor

06 Ağustos 2015 15:00

Masal kelimesi, Carl Brockelman’a göre, Habeşçe mesl, Aramice, masla, İbranice masla kelimesinden dilimize geçmiş, karşılaştırma, örneklendirme amacıyla kullanılan, atalarsözü anlamı da kazanmış bir kelime. Masalların sonunda yer alan ibret dersi alma amaçlı sözleri düşünecek olursak doğru bir tespit. Masal türünün, nasıl oluştuğuna bakıldığında, mitolojik kutsal metinlerin, kutsallıklarını yitirmesiyle oluştuğu üzerinde durulmaktadır. Özellikle erginleme sınavlarının hikâyesini içeren bir metin olduğu Mircae Eliade’nin tespitlerinden biridir.

Edebi türlerle ilgili çalışmalara baktığımızda da masalın, sıradan veya tabiatüstü varlıkların, olağanüstü macerasının anlatıldığı, bilinmeyen bir mekân ve zamanda gerçekleşen olayın, dinleyiciler tarafından anlatı mantığı içinde doğru kabul edildiği, kısa mensur tür olma özelliği üzerinde durulduğu görülür. Masallar denince, bir eksiğin giderilmeye bir görevin yerine getirilmeye çalışıldığı bir olay, olağanüstü şahıs ve varlık görülebildiği bir anlatı dünyası, tekerlemelerin, kısa cümlelerin kullanıldığı bir üslup akla gelir. Bu üç temel özellik adeta masalların ayırdedici özelliğidir. Başka türlerde yazılmış metinlerin bu nitelikleri taşıdığında masalsı diye belirtilmesine yol açan unsurlardır.

Nasıl açıklanırsa açıklansın, masal türü de diğer edebi türler gibi insanın hikâye dinleme ve anlatma ihtiyacından oluşmuş bir türdür. Bu bir psikolojik ihtiyaçtır ve insan, yaşadığı baskıyı, istek ve arzularını bu türle de dile getirmiş ve rahatlamıştır. Çeşitli psikolojik travmaların dile getirilmesinde masalların kullanıldığını da belirtmemiz gerekir. Aynı zamanda masal, günümüzde eğlenmek, hoşça vakit geçirmek için kullanılan film, dizi, roman gibi sanatsal unsurların da temelinde yer almaktadır. Radyo ve televizyonun bu kadar yaygınlaşmadığı, çok değil elli yıl önce bile, masal dinlemek için farklı köylerden gelen insanların, bir köydeki masalcıyı dinledikleri de saha araştırmacıları tarafından dile getirilmektedir.

Edebiyatımızda masal

Masal türünün Türk edebiyatındaki yerine bakıldığında Hint, Arap, Fars, Avrupa ve Türk grubu olarak ayrılmaktadır. Hint grubunda Pançatantra, Çakasaptati (Türkçe’de Tûtîname olarak bilinir), Masal Nehirleri Okyanusu ve Bahar-ı Dâniş gibi eserler yer alır. Arap masalları arasında Ferec Bade’ş-Şidde, bütün dünyada bilinen 1001 Gece Masalları vardır. Bunlar hem Türkçeye çevrilmiş hem de konu, motif, tip itibariyle Türk edebiyatına da etkide bulunmuştur. İran masallarından 1001 Gündüz Masalları en bilinenidir. Avrupa masalları grubunda Ezop,  La Fontaine, Charles Perrault, Grimm Kardeşler’in masalları Türk edebiyatında da kullanılmıştır. Türk masalları grubunda ise İslâm öncesi dönemden Altun Yaruk, Prens Kalyanamkara ve Papamkara Hikâyesi, Kuanşi İm Pusar, Turfan Metinleri, Uigurica’nın adı geçer. Yazmalar ve basmalar arasında ise Dâstân-ı AHmed Haramî, Mecmuaü’l-Letâif, İbni Sina Hikâyeleri, Muhayyelât, Billur Köşk Masalları yer alır. Bunların yanında M. Digéon, W. Radloff, I. Kunos, T. Menzel gibi yabancıların Türk masal yayınlarını da belirtmemiz gerekir.

Türk masallarıyla ilgili araştırmalara bakıldığında metin merkezli masal yayını yapanlarla, masalı anlatıldığı ortamı, sözsüz mesajlarıyla birlikte metni olduğu gibi derleyenleri görüyoruz. Birinci grup masalları yeniden üretmektedirler. Bunlar arasında Ziya Gökalp, Eflatun Cem Güney, Naki Tezel, Pertev Naili Boratav, Oğuz Tansel, Muhsine Helimoğlu Yavuz yer alır. İkinci grupta ise Saim Sakaoğlu, Bilge Ercilasun, Umay Günay gibi akademisyenler vardır. Bir de bunların dışında çocuk edebiyatı kapsamında ele alınabilecek yeni masal üreten yazarlar vardır. Tarık Dursun K., Sevim Ak, Aytül Akal, Aysel Gürmen ve Ayla Çınaroğlu gibi isimleri sayabiliriz.

Yeni Türk edebiyatında masalların kullanımına baktığımızda önce Tanzimat dönemi yazarları aklımıza gelir. Namık Kemal’in Celâl Mukaddimesi’ndeki, geleneksel anlatıları aşağıladığı bölümü her Türkoloji öğrencisi ezberlemiştir artık. Yazarın mürekkep hokkasından girip okyanuslara açılan kahramanları, anlatan metinleri “kocakarı masalı” olarak belirtip küçük görür. Tanzimat’ın birinci nesli, akılcı, olgucu, anayasacı bir dünya görüşüyle, geleneksel olan anlatılara da siyasi yapılara da karşıdırlar. Ziya Paşa, bu dönemin ikili anlayışının temsilcisidir. Önce halk anlatılarını edebiyatımızın temeli diye yüceltir sonra da eşek anırtısına benzetip aşağılar. Aynı ikili tavır Namık Kemal’de de vardır. Bahar-ı Daniş’in tercümesini yapar. Halk hikâyelerinin konu kalıbı romanlarında belirgindir. Hatta roman kahramanlarının tasvirini yaparken bile divan edebiyatının üslubundan, benzetmelerinden kurtulamaz. Şinasi ise Fransızca fabl’ları Türkçeye manzum şekilde çevirir. Aydınlanmacı bir nesil olan Tanzimat’ın birinci nesli halka, halkın anlayacağı bir dille, siyasi düşüncelerini aşılamaya çalışmışlardır. Ahmet Midhat ise Kıssadan Hisse adlı hikâye serisinde masalları, ibret dersi verme, halkı eğitme amacıyla kullanır.

Tanzimat’ın ikinci neslinde Recaizade Mahmut Ekrem örneğinde gördüğümüz üzere halk kültürüne karşı küçümseyici, seçkinci bir tavır vardır. Macar Türkolog Ignace Kunos, Balkanlar’dan İstanbul’a halk kültürü unsurlarını derleyerek gelmiştir. Recaizade onu, oduncu Veli dayının masallarını ne yapacaksın diye küçümsediğinde; Kunos, halk kültürünün bir toplumun değerlerinin temelini oluşturduğu cevabıyla karşılamıştır.

Milli edebiyat dönemi ise halk kültürünün örnek alındığı, milliyetçi bakış açısıyla bu unsurların yeniden üretildiği bir dönemdir. Ziya Gökalp’in, halk kültürünü oluşturan hars ve bu kültürün işlenmiş hali için kullanılan tehzib kavramları, adeta bu döneme damgasını vurmuştur.

Ziya Gökalp, masalları yeniden yorumlamıştır. Mesela “Yılan Bey” masalının halk arasından derlenen varyantında, -ki bunu bir kadın anlatmıştır-, kadın yıllarca ayrı kaldığı ilk kocası Yılan Bey’le, iki çocuğu olduğu ikinci kocası arasında tercih yapmak zorunda kaldığında, severek evlendiği ilk kocası Yılan Bey’i seçmiştir. Halbuki Ziya Gökalp, bunu kendi yayınında, çocuklarının babası olan ikinci kocasını tercih etmesi şeklinde değiştirir. Bunu da Ziya Gökalp’in toplumsal, siyasî idealler karşısında bireyin, bunlara itaat etmesi gerektiği, kadının görevinin kocasına hizmet etmesi ve çocuklarını iyi bir şekilde büyütmesi gerektiği şeklindeki düşüncesiyle açıklamak yerinde olur.

Ziya Gökalp, Türk Töresinde Aşk Ustûreleri başlığıyla Güneş Hanım, Çolbu Hanım, Öksüz Kız adlı efsanelerini masalsı bir dille yazar. Gökalp, Ülker ile Aydın, Küçük Şehzade, Polvan Veli, Keloğlan, Tembel Ahmed, Kuğular, Nar Tanesi, Keşiş Ne Gördün, Pekmezci Anne ve Kolsuz Hanım masallarını da yayımlar. Ziya Gökalp, Ala Geyik şiirini de masal diliyle yazmıştır.

Millî edebiyatın önemli temsilcilerinden Ömer Seyfettin de, tarihi anekdotları, efsane, masal ve fıkraları, çağdaş hikâye formatında tekrar yazmıştır. Ali Cânib'in annesinin anlattığı Kurumuş Ağaçlar masalını hikâyeleştirir. Ömer Seyfettin, Binecek Şey, Kurbağa Duası, Ali Yoz’un Kavağı, Başını Vermeyen Şehit, Birdenbire, Lokanta Esrarı, Herkesin İçtiği Su hikâyelerinde de masallardan yararlanır.

“Cumhuriyeti ilan ettiğimize göre…”

Osmanlı’nın saltanata dayanmasına karşılık, Cumhuriyet’in meşruiyetini cumhurdan aldığı düşüncesi, cumhurun kültürünü ön plana çıkartmıştır. Cumhuriyet’in ilk dönemlerinde, Atatürk ilkelerinin halka benimsetilmesi için 1936’da Matbuat Umum Müdürlüğü tarafından çeşitli yazarlara, aydınlara bir yazı gönderilmiştir.  Bu ilkelerin, halkın anlayacağı bir dille, onun sevdiği metinler ve edebi kahramanlar aracılığıyla benimsetilmesi istenmiştir.

Pertev Naili Boratav, bir eserinde bu işin ne kadar uç noktaya vardığını şöyle belirtmiştir. Milli Eğitim Bakanlığı’nın bir toplantısında bürokratlardan birinin, Cumhuriyeti ilan ettiğimize göre, masallardaki padişah ve şehzadeleri ifadesinin çıkartılması, ülkenin birinde bir reisicumhur ve onun çocukları varmış diye masalların başlaması gerektiğini söylediğini yazmıştır.

Cumhuriyet’in ilk yıllarında halk kültürünü oluşturan gelenekler, halk inanışları, halkın durumunu tespit etme amaçlı kullanılmıştır. Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Yaban romanı, halkın bilimsel bilgiden uzaklığını, vurdumduymazlığını, siyasi konulara ilgisizliğini, milli hassasiyetten uzaklığını eleştirir. Yazar, bir noktada da adeta bir oryantalist gibi halka uzaktan bakar.

Cumhuriyetin bu döneminde, nesriyle, şiiriyle halk edebiyatı edebi türleri, örnek alınan metinler olarak görülür. Beş Hececiler’i böyle görmek gerekir. Ayrıca Halkevi dergilerinde halk kültürü, halk edebiyatı örnekleri, derlenip yayınlanır. Bu dergilerde masalları da bulmak mümkündür. Masal anlatma geleneğinin canlı olduğu dönemlerde bunların yazıya aktarılması büyük kazançtır. Artık elektronik kültür ortamı denen, radyo, televizyon, internet hâkimiyetinde, bu ürünlerin yerine çok daha gelişmiş, diziler, filmler, animasyonlar yer almaktadır. Masal anlatma geleneği de büyük ölçüde sönmüştür.

Cumhuriyet dönemine tekrar dönecek olursak… Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Ankara romanının sonunda, Ankara’nın gelecekteki hali tasvir edilir. Milliyetçi kimliği yansıtan, mimari, heykel, şehircilik unsurlarıyla bezenmiş bir Ankara, tıpkı masallardaki olağanüstü mekân özelliği gösterir. Karaosmanoğlu’nun, Ses Duyan Kız adlı hikâyesinde de masal etkisi görülür.

Reşat Nuri Güntekin, Kızılcık Dalları romanında da yine bir masal anlatılır. Tın Tın Eden Kabacığım masalı, romanda, üvey annesinin baskısıyla ormana terk edilen kardeşlerle ilgili bir bölümde yer alır. Bu masal Alman masallarından Hansel ve Gretel’le de benzerlik taşır.

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın yazılarında sık sık “masalı olmak”tan bahsedilir. “Masalı olmak” kaçacak, sığınacak muhayyel dünyası olmak anlamında kullanılmıştır.

Refik Halit Karay’ın, Ay Peşinde ve Memleket Hikâyeleri’nde masallara rastlamak mümkündür. Bu eserlerde toplum gerçekliğini yansıtmak amaçlı bu unsurların kullanıldığı görülür.

Orhan Seyfi Orhon’un Peri Kızı ile Çoban Hikâyesi şiiri, masal motiflerinin işlendiği bir metindir. Bu şiir, romantik bir memleket imgesinin oluşturulduğu metinlerden biridir. Şekil değiştiren peri kızını, yine şekil değiştirerek yakalayan çoban, kızla evlenmeye hak kazanır.

Sabahattin Ali’nin, "Sırça Köşk," "Hasan Boğuldu" adlı hikâyelerinde masal unsurları vardır.

Nâzım Hikmet, Sevdalı Bulut kitabında sevgi, dostluk, bağlılık temaları, bir masal üslubuyla işlenir. Kara Seyfi ve Ayşe Kız arasındaki çatışma, Sevdalı Bulut’un koruyucu bir işlev üstlenmesiyle iyilikle sonuçlanır. Yine şairin, Masal Gibi adlı şiirinde de masal etkisi görülür.

Necati Cumalı’nın, Boş Beşik oyunu, yine aynı adlı efsaneye dayanır. Yeni doğan bebeğini kartala kaptıran bir gelinin trajedisi anlatılır. Bu oyun daha sonra filme de aktarılmıştır.

Necip Fazıl’ın, Sabır Taşı adlı oyunu da bir masala dayalıdır. Kendi yerine geçerek Şehzade ile evlenen cariyenin, genç kızı öldürmek istemesi. Yaşadıklarını bir mercimek büyüklüğündeki sabır taşına anlatması, taşın büyüdükçe büyüyüp sonunda çatlaması, sonuçta da şehzadenin her şeyi anlayıp cariyeyi cezalandırıp genç kızla evlenmesi anlatılır. Görüldüğü üzere eser, tam bir masaldır. İnsanın sabretmesi, nefsine sahip olması işlenir.

Behçet Necatigil, mitleri, masalları iyi bilen ve günümüz dünyasına uyarlayarak bunları yorumlayan bir isimdir. Sysiphos miti, insanlık için kendini feda eden kahramanın tanrılar tarafından tekrarlanan acıyla cezalandırılması niteliğini yitirir onun şiirinde. Gündelik hayatın rutini içinde tekrarlanan sıkıcı hayatın bir simgesi haline dönüşür. Necatigil’in Üç Turunçlar şiiri ve oyunu da konusunu aynı adlı masaldan almıştır. Şiirin sonunda “Masallarda şehzade / Muradına ermiş ama / Önce bulmuş suyunu” diyerek kapitalist dünyanın maddi güce dayalı acımasızlığına, ekonomik gücü olmayan insanın acizliğine vurgu yapmıştır.

Sezai Karakoç, Şehrazat şiiri, Binbir Gece Masalları’nın bu ünlü kahramanına yazılmış bir güzelleme gibidir. Şaire göre celladı, ölümü atlatan bu kadın idealleştirilmiş bir kadın imgesine sahiptir.

Yaşar Kemal’in Filler Sultanı ve Topal Karınca eseri ise çağdaş bir masaldır. İşçi Partisi’nin "Bütün işçiler birleşiniz" sloganının adeta masal dünyasında vücut bulmuş metnidir. Ezilen karıncaların birleşerek güç birliği oluşturmasını Topal Karınca söyler hep. Başlarına gelen felaketleri hep dağınıklıklarına bağlar.

Murathan Mungan, halk kültürü unsurlarını Kırk Oda, Cenk Hikâyeleri ve Lâl Masallar adlı hikâye kitaplarında hem Türk masallarından, halk hikâyelerinden, özellikle Dede Korkut anlatılarından ve hem de Grimm masallarından tip, motif, tema aktarması yapar. Bunları özellikle birey olma teması çerçevesinde işler. Cinsiyet ve dilsizlik de merkezi temaları oluşturur. Masalları da bu temaları ifade etmede kullanır.

Latife Tekin’in, Sevgili Arsız Ölüm ve Berci Kristin Çöp Masalları, fantastik edebiyatın bir örneği olarak değerlendirilir. Ama bir yönüyle de köy, kasaba, gecekondu insanın dünyası, halk inanışları, halk anlatıları çerçevesinde bir masal üslubuyla yeniden üretilir. Anlatılan köy adeta bir masal köyüdür, zaman, mekân yoktur. Tıpkı masallardaki gibi cinler, periler, Azrail yer alır. Gabriel Garcia Marquez’in Yüzyıllık Yalnızlık romanı örnek alınarak yazıldığı dile getirilse de Latife Tekin, son derece yerli bir anlatı oluşturmuştur. Aslında halk mantığını ve anlatımını da yeniden üretmiştir. Sınıf bilinci edinememiş, birey olamamış insanları, kapitalist düzen içinde tutunmaya çalışmalarını, masalsı bir üslupla anlatmıştır.

İhsan Oktay Anar, genel olarak kendine has bir masal dünyası oluşturmuş yazardır demek yanlış olmaz. İlk romanından son romanına kadar hep masal türünün kipleriyle yazar. Belirsiz bir zaman, mekân vardır. Bir başarı öyküsü, bir macera anlatılır. Ama bu tıpkı halk anlatılarının, masalların o kısa cümleli, hızlı ilerleyen anlatımıyla yapılır. Tanrısal konumdaki anlatıcı her şeyi bilir, görür, okuyucuya yansıtır, kendi yorumunu da ironik bir dille eklemeyi ihmal etmez. Bu dil hem eleştireldir hem komik. Efrasiyab Hikâyeleri’nde masal kahramanlarını da bu fantastik dünyaya dâhil eder. Popüler kültür, halk kültürü bu ironik dil içinde erir. Okumak başlı başına eğlenceli bir maceraya dönüşür.

Hasan Ali Toptaş’ın Gölgesizler romanı, Denizli yöresinde anlatılan Ayı Gabak masalına dayanır. Bir ayı tarafından kaçırılan bir kızın aranma süreci, hem masalda hem romanda benzer bir süreci beraberinde getirir. Fakat Toptaş’ın dili, bu geleneksel anlatı merkezli yapıyı postmodern bir roman haline dönüştürür.

Bir dönem Türkiye’nin Salman Rushdie’si olarak lanse edilen Sadık Yemni, romanlarında gizemli bir dünya yaratmak için halk kültürü unsurlarını kullanmıştır. Mesela Muska romanında, korku etkisi yaratmak için efsanelerde, masallarda karşımıza çıkan motifler, fantastik unsurlar olarak kullanılmıştır.

Metni Tarık Günersel tarafından yazılan Ali Baba ve Kırk Haramiler adlı iki perdelik opera da masaldan çağdaş sanata uzanmış bir eser olarak kaydedilmelidir.

Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: Cumhuriyet’in ilk dönemlerinde toplum gerçekliğini oluşturan bir unsur olarak kullanılan masallar, 1980’den sonra yazılan postmodern romanlarda fantastik dünyanın gizemli, ilgi çeken yer yer korkutan yer yer güldüren unsurları olarak kullanılır.