Harper Lee, yaşamı boyunca ilk romanının getirdiği şöhretin gururuna kapılmamaya çalışmış, Bülbülü Öldürmek’te de bunu yazmıştı: “Aklı olan yeteneklerinden gururlanmaz.”
31 Mart 2016 13:05
Amerika’nın kuzeydoğusunda, küçük bir kasabanın kitap düşkünü yaşlı bir çift tarafından işletilen ve sadece haftanın üç günü açık Kitap Mahzeni adlı salaş kitapçısında her ay bir kitap kulübü toplanıyor. Katılımcı sayısı bazen bir elin parmaklarını ancak geçiyor. Ocak ayının kitabı Go Set a Watchman[1], yazarı Harper Lee. Büyük katılım olması bekleniyor bu sefer. Çoğunluğu emeklilerden oluşan kulüp nihayet kararını veriyor: “Fena sayılmaz ama asla Bülbülü Öldürmek kadar iyi değil. Keşke biraz daha elden geçirilseymiş.” Aslında bu küçük kitapçıda samimiyetle varılan yargı geçtiğimiz yıl ikinci –yazılım sırasına göre ilk- kitabını yayımlayan Harper Lee etrafındaki gizemi de, Harper Lee mitini de bir ölçüde değiştirmiş gibi görünüyor. Geçen ay 89 yaşında, memleketi Alabama’daki bir bakımevinde hayatını kaybetti Harper Lee. Yazarın son yıllarındaki devam romanının yayımlanması etrafındaki tartışmalar bir yana, Harper Lee Bülbülü Öldürmek’in yazarı olarak öldü.
Okurları hayatının son yılında yaşananlar nedeniyle biraz daha buruk yas tuttu Harper Lee için. Ölümü yazar hakkındaki son haber de olmadı üstelik. Geçen ay, Harper Lee’nin mirasçıları, Bülbülü Öldürmek’in bundan sonra cep boy baskısının yapılmasını yasakladı, yazarın vasiyeti de mühürlendi. Okullarda en çok bu baskı kullanılıyor, kolay taşındığı için yolculuklarda o tercih ediliyor, kısacası en çok o satılıyordu. Bu yeni yasaktan en çok “Harper Lee endüstriyel kompleksinin”[2] ya da ticarethanesinin kalan üyelerinin kazanç sağlayacağı düşünülüyor.
Yazarın gerçek adı Nelle. Ama o Nelle Lee’nin “Nellie” diye okunacağını düşünerek cinsiyetsiz bulduğu Harper Lee müstearını seçmiş. Monroeville, Alabama’da doğup büyüdü, dört kardeşten biriydi. Bir süre Alabama Üniversitesi’nde hukuk okudu ama mezun olmadı. 1960 yılında başyapıtı Bülbülü Öldürmek’i yayımladı, bir yıl sonra bu romanla Pulitzer Ödülü aldı. Nelle ile kendisinden 15 yaş büyük ablası Alice uzun yıllar Monroeville’de mütevazı bir evi paylaştılar. Nelle en çok Jane Austen, Eudora Welty ve William Faulkner okurdu. Bülbülü Öldürmek’ten sonra geçtiğimiz yıla kadar hiç kitap yayımlamadı. Yakın arkadaşı Truman Capote’nin In Cold Blood (Soğukkanlılıkla) adlı kurmaca dışı kitabının araştırma sürecinde ona yardım etti. Bir ara kendisinin de benzer bir kitap için bilgi topladığı konuşuldu ama Harper Lee’nin de kabul ettiği bu araştırma sonucu bir kitap yayımlanmadı. Harper Lee, basından hep uzak kalmayı yeğledi; piyasanın ve en çok da yeni gazeteciliğin yöntemlerine öfkeliydi. Bir defasında bir gazetecinin ısrarlı söyleşi teklifleri karşısında patlamış ve şöyle karalayıvermişti zarfın üstüne: “Gidin başımdan! İmza: Harper Lee.” Harper Lee’nin çocukluk arkadaşı Truman Capote’yse bunun tersini yapıp üne dört elle sarıldı.
Ablası Alice’in Harper Lee’nin yaşamında ve edebi kişiliğinin yönlendirilmesindeki rolü büyük. Yazar 2007 yılında felç geçirene kadar birlikte yaşadıkları küçük evde iki kişilik bir dünya kurmuştu iki kız kardeş. 2007’den sonra Harper Lee süreç içinde hem görme hem duyma yetilerinde büyük sorunlar yaşamaya başladı. Bülbülü Öldürmek’in devam romanının yayımlanmasına ilişkin büyük tartışma da buna dayanıyor. Yakın arkadaşlarına göre Harper Lee yayın kararını verebilecek kadar sağlıklı değildi. İkinci romanda karşılaştıkları Atticus’u sevmedi Amerikan halkı, yine de bu adeta ırkçı, adalet anlayışı değişmiş kahramanın ve artık çok da ideal olmayan babanın, Atticus’un pekâlâ sonu olabileceğini belirtenler de oldu. Şüphesiz Go Set a Watchman, etrafındaki edebilik tartışmaları bir yana, bir karakterin oluşturulma süreci, yazarın yazma süreci hakkında incelenmeye değer bir vaka idi.[3]
Bülbülü Öldürmek ile yazarın yaşamı arasındaki paralellikler de hep konuşuldu. Örneğin Finch, Harper Lee’nin annesinin kızlık soyadıydı, Harper Lee’nin çocukluğu Scout’la özdeşleştirildi. Bülbülü Öldürmek’teki Dill karakterinin modeli Lee’nin çocukluk arkadaşı ve kapı komşusu Truman Capote’ydi. Harper Lee’nin hem gazetecilik hem avukatlık yapmış babası romandaki Atticus’unkine benzer bir davayı alıp kaybetmişti.
Nelle, neşeli, mütevazı ve sevgi dolu bir insan olarak hatırlanıyor yakın arkadaşları tarafından. Başyapıtını yayımladıktan sonra yayın yapmama kararı alması konusunda “Söylemek istediğimi zaten söylemiştim” dese de hep bir yazar olarak kalmış, buna pek çok arkadaşı ve onunla bir yıl geçiren, ardından bir anı kitabı yazan gazeteci Marja Mills de tanıklık etmiş.[4] Bu tanıklıklarda geçen “yazar olarak kalmak” ifadesi, anladığım kadarıyla, Harper Lee’nin gözlem gücünü, merakını, espri anlayışını ve yazar duyarlığını hiç yitirmemiş olmasına karşılık geliyor. Bu tanıklıklar yazarın başka yönlerinden örneğin, salaş pantolonlarını aldığı büyük marketlerden, yemek yediği salaş restoranlardan ve sektirmeden beslediği kazlar ile sürdüğü eski mavi Buick’ten de bahsediyor. Bu gözlemlerin de ortaya koyduğu gibi Harper Lee, yaşamı boyunca ilk romanının getirdiği şöhretin gururuna kapılmamaya çalışmış, Bülbülü Öldürmek’te de bunu yazmıştı: “Aklı olan yeteneklerinden gururlanmaz.”
Bülbülü Öldürmek az rastlanır bir edebiyat olayı. Romandan gelen kazanç Harper Lee’nin Monroeville’de ablasıyla birlikte mütevazı bir yaşam sürmesine, yılda birkaç kez gittiği New York’ta aylarca kalabilmesine, bol bol bağış yapmasına yetti. Kendisi de sessiz, mütevazı bir yaşamı yeğleyen Harper Lee, Bülbülü Öldürmek’ten daha iyi bir roman yayımlamak ya da daha çok kazanmak zorunda kalmadı. Harper Lee’nin bu özel durumu bana hep J. D. Salinger vakasını hatırlatır. Son yıllarını biri ülkenin en kuzeyinde, biri en güneyinde iki küçük kasabada (Salinger da New Hampshire’ın Cornish kasabasında yaklaşık yarım asır yaşadı) ve “münzevi” diye anılarak geçiren bu iki büyük Amerikalı yazar, kitaplarının geliriyle yaşamlarını sürdürebilmiş, öte yandan markalaşmış adlarıyla adeta didişip dursalar da kenara çekilmiş yaşamları içinde haklarını, isimlerini korumayı ihmal etmemişlerdir. Harper Lee vakasını Salinger’dan ayıran en önemli unsursa aslında Harper Lee’nin tam olarak münzevi olmayışı. Çünkü yazar söyleşi vermese de, kitabına ilişkin faaliyetlerde boy göstermese de, yaşadığı Monroeville’de kapalı bir hayat sürmedi.[5]
Harper Lee bir edebiyatçı olarak, Bülbülü Öldürmek bir başyapıt olarak edebiyatın ve pazarın her türlü cilvesinden nasibini aldı. 1960 yılında kitap yayımlandığında büyük beklentileri yoktu yazarın. Ancak roman büyük bir edebi olaya dönüştü, Pulitzer aldı, yine de sansürlendiği pek çok okul da oldu. Harper Lee romanını günlük işinden ayrılıp iki buçuk yıl soğuk ve karanlık bir New York dairesine kapanarak yazmıştı. Bülbülü Öldürmek dünya dillerine çevrildi, küçük Alabama kasabasındaki ırk ayrımcılığının sarsıcı öyküsü aynı zamanda evrenseldi. Taşranın, çocuk anlatıcının evrenselliğini ve en önemlisi hukukun üstünlüğü idealinin ve bu ideale bir türlü ulaşamamanın evrenselliğini taşıyordu. Bülbülü Öldürmek’i eleştirenlerse Atticus’un gerçek olamayacak kadar mükemmel bir karakter olduğunu, romanın hoşgörü gibi dini değerleri adeta vaaz etmek için yazıldığını söylediler. Örneğin Anthony Daniels “duygusal manipülasyonlar” diye nitelendirmişti Bülbülü Öldürmek’in bugün çokça alıntılanan bazı cümlelerini.[6]
Yarım asır öteden, başka bir kıtadan bakınca bile Harper Lee’nin ötekini anlamaya çalışırken aklımızda tutmaya değer sarsıcı bir hikâye ve onu taçlandıran ışıltılı cümleler bıraktığını görürüyoruz. Harper Lee’nin “Bana kalırsa tek bir tür insan var. İnsanların hepsi insan” dediği Bülbülü Öldürmek belki naif bir insanlık ideali peşinde ama bugün yarım asır sonra sadece benzer bir ırk ayrımcılığı söylemenin hortladığı Amerika’da değil, yanı başımızda, kendi ülkemizde olanları anlamak, bu ideali düşlemek için de deniz fenerleri yakıyor.
Romanın belki de en çok alıntılanan diyaloğunda empatinin önemi okurun aklına kazınıyor örneğin: “Bir kibrit çakıp kaplumbağanın altına tutmanın iğrenç bir şey olduğunu söyledi Dill. ‘İğrenç falan değil, sırf dışarı çıkarmak için, ateşin içine atmak gibi bir şey değil’ diye gürledi Jem. ‘Kibritin ona zarar vermeyeceğini nereden biliyorsun?’ ‘Kaplumbağalar hissetmez, aptal!’ dedi Jem. ‘Hiç kaplumbağa oldun mu?’” Naif gibi görünen bu diyalog aslında bugün, belki tam da şu anda bu sayfayı kapatıp, açacağınız haberde karşınıza çıkacak toplumsal sorunların da adeta panzehrini içeriyor belki. Çünkü yine Bülbülü Öldürmek’te yazıldığı gibi: “Kendinizi bir insanın yerine koymadıkça, onun yerinde olmanın nasıl bir şey olacağını anlamaya çalışmadıkça o insanı gerçekten tanıyamazsınız.”
Kaybedilen özgürlükleri, kapatılan dergileri, susan kalemleri neden özlediğimizi anlamak için yine Bülbülü Öldürmek’i karıştırabiliriz pekâlâ: “Okumayı sevmezdim, ta ki onu kaybetmekten korkmaya başlayana değin. İnsan nefes almayı sevmez.” Ve nihayet, Harper Lee’ye kulak verip sessizliğin ölümcüllüğünü hatırlayarak konuşmaya, yazmaya devam edebilir –“Hiç kımıltısız, ıssız bir sokaktan daha ölümcül bir şey yoktur. Ağaçlar hiç kımıldamıyordu, bülbüller susmuştu”- insana inancımızı koruyabilir –“İnsanların çoğu iyidir, Scout, yeter ki sen onları bir gün gör”- ve umutlanabiliriz çünkü “sabah olunca her şey hep daha iyi olur.”