Eros ve Devrim

Nilüfer Kuyaş’ın Can Yayınları etiketiyle, 7 Temmuz günü raflardaki yerini alacak olan Karasevda Kitabı’ndan “Eros ve Devrim” adlı deneme ilk kez K24 sayfalarında…

29 Haziran 2015 03:00

Serbest Düşüş romanımda, arzuyu devrime benzettiğim bir pasaj vardı. Eros ve devrim birbirine benzer, diyordum. Kendini başka birisine veya başka bir şeye vermek ister insan, bir tehlikeyi göze alır, bilinmeyene adım atar.

Arzuya direnemediği için yapar bunu elbette, ama kendini tanımak için de yapar, daha çok kendisi olabilmek için yapar. Kendini göze almak da diyebiliriz buna. Sınırlarını zorlamak.

Aşkta ve devrimde insan tam anlamıyla kendisi olmayı göze alır ve tam da o nedenle farklı bir insan olmaya, daha iyi bir insan olmaya kendisini açar.

Karasevda Kitabı, Nilüfer Kuyaş, Can YayınlarıDevrim de aşk gibi eski kimliğimiz açısından bir yok oluş anıdır, sonra başka birisi olarak tekrar var oluruz, yeniden doğarız. Olduğumuzdan daha iyi bir insan olmayı özlemişizdir. Haysiyet için yaparız bunu, özsaygımız için yaparız, özgürlük için yaparız, yaşamaya devam edebilmemiz için zorunludur bu dönüşüm.

İnsan devrimde ve arzuda kendinden daha büyük bir şeyin içinde kaybolmayı istiyor, sonra başka birisi olarak yeniden var oluyor. Hatta, romantik bir düşünceyle, bu bozuk düzen yıkılsın, yerine yepyeni, daha iyi bir dünya doğsun da istiyoruz.

Elbette düzen tamamen yıkılmaz devrimlerde, ya da aşkta, ama insan yıkılmış gibi gelir. Bir şeyler yer değiştirir, başka bir şey başlar. Kimse aynı kişi olarak kalamaz artık, devrime ve aşka karşı olanlar bile. Hiçbir şey aynı olmayacaktır bir daha.

Devrim de aşk gibi, bir yok oluş anı ve sonra yeniden var oluyor insan. Tabii, kalbi kırılmamışsa, bir kurşunla yahut kapsülle ölmemeyi başarmışsa, bir çukura düşmemişse, şanslıysa. Devrimin de aşk gibi trajik bir boyutu var.

Devrim ve aşk, ikisi de birer vazgeçiş anıdır. Boyun eğmekten vazgeçiş, susmaktan vazgeçiş, tek olmaktan vazgeçiş, bazı güçlerin bizi ezmesine izin vermekten vazgeçiş ve yeni bir yolu denemek, yeni bir yolu ve yeni bir dili göze almak. Ben Gezi Direnişi’ni de daha baştan itibaren böyle bir devrim olarak gördüm. Politik değil, çok daha önemli, kültürel bir devrimden, bir zihniyet devriminden söz ediyoruz. Virginia Woolf’un “insan karakteri değişti” dediği türden bir dönüşüm.

Gezi olayları mahşeri görüntülerle sona erdiği sıralarda, Cemal Süreya’nın “Park” adlı şiiri bir mucize gibi karşımda belirdi, Sevda Sözleri kitabını açmıştım, karşıma “Park” şiiri çıkıverdi. “Öyle sevdim ki seni/ Öylesine sensin ki!/ Kuşlar gibi cıvıldar/ Tattırdığın acılar.”

Şairin büyüklüğü zamanın ötesine ulaşıyor. Bu dizeler ansızın yüreğimi yakalıyor, yaşadıklarıma tercüman oluyor. Bir yeşil alana da böyle seslenebilir insan, bir sevgiliye de, bir devrime de.

Ben de Gezi Parkı’nı tam da kendisi olduğu için sevdim, sahici olduğu için. Bazen doğanın da yardımıyla, insanı eylemleriyle, insanın saflaşan dehasıyla, yahut aşkın büyüsüyle, kocaman şehrin tam merkezinde, bir başka “yer” kendiliğinden doğabiliyor. Her zaman var olmayan bir mekân ve zaman duygusu. Mekân ruhu dediğimiz şey, zamanın ruhu dediğimiz şey, gözlerimizin önünde somutlaşıyor.

Sihirli bir baloncuğun içindeyizdir sanki. Biz galiba demokrasiyi, neredeyse aşkmış gibi, ilk defa orada tattık. O tadı unutmayacağız, o tadı arayacağız hep, o tadı yeniden üretmeye, yaymaya çabalayacağız. Belki de bir mucizeydi Gezi Parkı, çünkü öyle kendisiydi ki. O yeni “yer”de, o büyülü mekânda, alışılmış kurallar geçerli değildi.

Gene Cemal Süreya en güzel şekilde ifade ediyor o duyguyu:

“Bir korkusuzluk aldı yürüdü çevremizde / Sen çıkardın utancını duvara astın / Ben masanın üstüne koydum kuralları / Her şey işte böyle oldu önce.”

Devrimi de anlatıyor olabilirdi şair burada, aşkı da. Özgür ve denetimsiz bir alan. Belki de sürdürülemeyecek bir alan. Ama yaşanması çok önemli.

Şehirde ve hayatımızda sürüp giden yıkım ve yapım döngüsünün özüdür bu. Melankolinin özüdür. Melankolik dünya, şu çağda, böyle görünüyor bize. Bu açıdan, Gezi olaylarının melankolisi çok güçlüydü. Gezi olaylarının, annemin hayatında ve benim onunla ilişkimde sonun başlangıcı olması, sonradan bakınca, hiç de şaşırtıcı durmuyor.

Onu benden bir tek böyle büyük bir altüst oluş alabilirdi.