Eleştiricinin bunalımı

Orhan Koçak'ın geçen hafta K24'te yayınlanan “Karşılaştırmalı edebiyat burda niye olmuyo?” başlıklı yazısına cevaben...

16 Ağustos 2018 14:00

K24'te yayınlanan bir yazının başlığı hâliyle dikkatimi çekti: “Karşılaştırmalı edebiyat burda niye olmuyo?” Başlık neden tırnak içindeydi, neden laubaliydi? Başlıktaki iddiaya ve olumsuzluğa bakılırsa, belki de yazar, disiplinin duayenlerinden René Wellek’in 1959 tarihli “The Crisis of Comparative Literature” (Karşılaştırmalı Edebiyatın Krizi) başlıklı ünlü makalesi ile Gayatri Chakravorty Spivak’ın 2005 tarihli Death of a Discipline (Bir Disiplinin Ölümü) kitabının izinden giderek meselenin Türkiyeli boyutunu ele alacaktı.

Okur boşuna ümitlenmiş. Orhan Koçak (OK) bambaşka bir şey yapmış.

Editörün dikkat çekici bulup özetleyerek spota aldığı cümlelerden başlayalım: “Şimdi ‘bu topraklarda’ hem Sabahattin Ali’nin Kuyucaklı Yusuf’unu hem de Balzac’ın Goriot Baba’sını okumuş binlerce kişi vardır. Ne var ki, ben bu iki romanın nerdeyse ‘özdeş’ bitişini birbiriyle kıyaslayan herhangi bir yazı görmedim…”

Yazarın bu yaklaşımı metin boyunca sürüyor. Türkiye’de henüz nelerin karşılaştırılmadığını kendince örneklerle listeliyor. İzlenimlerini, bilgi kırıntılarını “neden araştırılmadı” kipinde sunuyor. Olmayan yazarları olmayan metinleri yüzünden haşlamak gibi abes bir huy edinmiş OK. Neden herkes onun bildiklerini bilmiyor ki? Okur, OK’nin yazısını okuyup bilgilenmek isterken, maruz kaldığı, kökeni belirsiz, sınırsız bir agresyon. OK, Nurdan Gürbilek’teki eksiklikler dâhil olmak üzere, aklına gelenleri sıralamış.

İnsanın “Başkalarının eksikliklerini sıralayacağına sen yazsaydın Orhan” diyesi geliyor. Fakat mesele biraz daha derin; hatta epey derin.

Bu devirde, iki metni “mukayese” edince, benzerlikleri, farklılıkları listeleyince “karşılaştırmacı” olmuyorsunuz. “Tuz”un, “siyah güneş”in izinde ilerleyerek, “veri sunuculuğu” yaparak, “hırsızlıklar”ın, “aşırmaların” peşinde koşarak olmuyor o iş.

Oysa OK demektedir ki: “Şimdi, herhangi bir karşılaştırmalı edebiyatın asgari zeminidir bu, bundan aşağısı olmaz.” Aşırmaların incelenmesi mi? Değilse, üç şairin metninde aynı sözcük geçiyorsa hemen peşine mi düşmeli? OK “azami zemin” olarak bunu mu tahayyül ediyor?

Disiplin olarak Karşılaştırmalı Edebiyat (KE) tam da bu basit zihniyetle mücadele içinde doğmuş, içe kapalı ulusal edebiyat meraklılarının sergilediği dirence karşın geçen yüzyıl boyunca serpilmiş, kısa sürede ulusötesi niteliğine kavuşmuştur. Anlaşılıyor ki OK, ulusçuluktan yana değilse de, 19. yüzyılın sonundan bugüne sönümlenen bir eskil anlayıştan yana. Hâlbuki epey uzun süredir KE’ciler, tırtıklamalar yerine,  “metinlerarasılık” ile ilgilenmekteler. Disiplin yepyeni ufuklara yönelmişken eskil kavrayışlarla mücadele etmeye artık gerek duymamakta.

Çağdaş gelişmeler karşısında OK’deki KE tasavvurunun rüşeym hâlinde kalmış olmasına tanıklık etmek, hayret verici, üzücü.

Türkiye’de KE’nin olmadığına (belki de olamayacağına) dair temel anlayışına destek bulmak amacıyla OK, dedikodusal kanıtlara yönelmiş. Ülkedeki bir KE bölümü kurucusu, vakti zamanında, gecenin ileri bir saatinde, belli bir dozdan sonra meğer ona KE’ye inanmadığını söylemiş. Gelin görün ki, inanmaya inanmaya bölümü kurmuş. Bu dedikodudan, KE’nin bu topraklarda yeşeremeyeceğine inanmamız bekleniyor.  OK yirmi küsur yıl önceki kehaneti doğrulamak peşinde. Oysa merak etse, diğer bölümlerin yanı sıra, kastettiği bölümün kaçıncı yılında olduğunu (22), şimdiye kadar kaç yüz mezun verdiğini, orada kaç yüksek lisans tezi yazıldığını öğrenebilirdi. Yoksa kehanetin doğru çıkmaması karşısında (gözde izlekleri olan) hırs ve haset, şahsiyetine de mi sirayet etti? İnsanın gözü önüne, yeni yürümeye başlamış bebeğin üst üste birkaç ahşap blok görünce onları devirmekten büyük zevk alması, başarısının takdir edilmesini beklemesi geliyor. Biraz daha büyüyünce blokları dizmekten zevk almaya başlayacaktır.

Türkiye’de sayıları sınırsız ırkçı, dinci edebiyat bölümü varken bozkırda yetişmeye başlamış çiçekleri ezmeyi yeğlemek, bir şeyler olmayınca kötülemek, olunca hasetlenmek, bu arada bilgi paralamak –tipik yerli zihniyet.

Yazısından OK’nin Türkiye’de bir KE olmasını istediği, ancak bunun yalnızca kendisinin sınırlı ufkuna göre kurulup ilerlemesini arzuladığı izlenimi doğabilir. Bence tam öyle değil. OK, KE alanında derinlikli analizler yapmaya pek hevesli görünmüyor. Amacı, malumatını sergileyerek başkalarının yetersizliklerine dikkat çekmek (cümle tersinden de kurulabilir). Biriktirdiği bilgilere hayran kalınması, kendisininkiler dâhil bütün parmakların onu göstermesi.

Yazının ilginç bir evresinde OK, bu kez negatif tezine dedikodusal olmayan bir kanıt sunuyor. Kendisine bir “yetersizlik örneği” olarak Devrim Dirlikyapan’ın Edip Cansever’in düzyazılarını büyük bir emekle derlediği Şiiri Şiirle Ölçmek kitabının başlığını seçmiş. Başlığı beğenmemiş OK ve kendisine göre itirazlar geliştirmiş. Kitabın başlığının Dirlikyapan tarafından uydurulmadığı, derlemedeki bir Cansever makalesinden alındığı bilgisini okurdan esirgemiş. OK kitabı kendisi derleseydi, derlemedeki onlarca yazıdan birisini kitap başlığı olarak tercih edebilecekti. O ise kendi tercihinin telepati yoluyla algılanmasını arzulamış.

Ama Dirlikyapan’ın emeğini küçümsemek amacıyla “Ah bu çocuklar” derken baltayı taşa vurduğunun farkında değil. Türkiye’deki en kayda değer Cansever araştırmacılarından olan Dirlikyapan’dan haberi yok gibi. Dirlikyapan’ın doktora tezine dayanan Ölümü Gömdüm, Geliyorum kitabını belki okumamıştır, ama basit bir internet taramasıyla, pek de “çocuk” olmayan birisiyle karşı karşıya olduğunu “hissedebilirdi.”

Zaman kıtlığından olacak, önemli adları (mahalleden ahbaplarını) “Dosto,” “Raskol,” “Walter,” “Hamdi” diye anan bir yazarın Dirlikyapan’ın büyük emek eseri kitabını da değersizleştirmesi bir noktada “doğal” karşılanıyor –eleştirici ahlakı bakımından.

Yoksa bazı eleştiriciler fazla mı kolay yazıyor?

Yazının başında andığım Wellek ile Spivak, ilgili metinlerinin başlıklarındaki olumsuz sözcüklere karşın, KE çalışmalarının ilerlemesine eşsiz katkılarda bulunmuşlardır –üstün donanımları, yüksek pozitif enerjileriyle.

OK’de ise herhangi bir pozitif enerjiye rastlanmıyor. En yakın arkadaşları dâhil, insanları küçümsemekle, yetersizlikler dizini çıkarmakla meşgul.

Başkalarına parmak sallaması yerine, kendisine teorik çerçeve bakımından 19. yüzyılı temel alarak, iki romanı, öyküyü, şiiri vb. mukayese etmesi (kıyaslama da denebilir) tavsiye edilebilir. Fakat baştan belirtelim: O anlayıştan ne KE ne de eleştiri çıkar.

Olmuyor OK olmuyor.