Sokaktan kitaba, kitaptan sokağa: Oyunbozan feminist manifestosu

Feminist Bir Yaşam Sürmek

Feminist Bir Yaşam Sürmek

SARA AHMED

Çev.: Beyza Sümer Aydaş Sel Yayıncılık

Sara Ahmed, Feminist Bir Yaşam Sürmek’te çocukluğumuza, aile sofralarımıza, okullarımıza, ilişkilerimize, öğretmenlerimize, çalıştığımız kurumlara, okuduklarımıza, izlediklerimize, mücadele alanlarımıza, dertlerimize bir kez daha bakıyor; feminist olma hâlimizi teorik ve pratik olarak sahne sahne sınıyor, tartışıyor...

MELİKE KOÇAK

 

 

“Neyle karşı karşıya olduğumuzu tanımlamak için

kelimeler edinmeliyiz. Feminist olmak kelimeler bulmaktır.”

Çiçekli şiirler yazmamıza izin vermeyenlerin gittikçe el yükselttiği bir kara çağa ve insanlığa hapsolmuşlarız. Toprağı, göğü, suyu, kayayı yer yurt edinmiş, güzellemiş canlıların hepsine düşman insan öyle çok ki. Söküm, yıkım, parçalama ve yeniden inşayı söylem ve eylemlerimizden sildiler süpürdüler. Kendilerinin belleyip inciri kayadan, ahtapotu sudan, zeytini topraktan, kırlangıçları gökten sürgün ettiler. İşgal ve araçları öylesine güçlüydü ki isyan bastırıldı. Gittikçe azaldık, yoksullaştık, kimsesizleştik, yalnızlaştık. Gidenlerimiz oldu, kalanlarımız kovuklara çekildi.

Ama, hayır, itirazım var’ları bildiğince sürdürmeye çalışanlarımız oldu. Bazen beğenmedik, burun kıvırdık; bazen kendimizi tepelere yerleştirip akıllar verdik, parmak salladık. Bir kısmımız yan yana gelmekten hiç imtina etmedi.

En çok biz kadınlar, translar, kediler, köpekler, orospular, ağaçlar, kuşlar, çocuklar… Bedenlerimiz, dillerimiz, hayallerimiz, hayatlarımız, hakikatlerimizi rehin aldılar. Okullar, fabrikalar, plazalar, toplu konutlar, mezbahalar, hayvanat bahçeleri ile sokaklar, meydanlar bir. Her yer mezbaha her yer kıyım! 28 gün çeken şubat ayına 49 kadın kıyımı yazıldı. Kaç çocuk, bebek kaç kedi, köpek, inek… bilmiyoruz. 28’e düşen 49, sadece sayılabilen.

Sonra bir gece…

Kırlardan, dağlardan değilse de bir metafor olarak şehrin kırları dağları da dâhil her yerinden her yaştan, inançtan, dilden, kimlikten, kültürden, sınıftan… kadın, birbirimizi ayırmadan, etiketlemeden, ötelemeden, ötekileştirmeden bir araya geldik. Yağmur nasıl da yağdı! Biz, oradaydık. Oyunbozan bir gece kurduk.

“Rahatsız olanlar” ne çoktu sağdan sola, soldan sağa kadınlı erkekli. Başta şiddeti, şiddeti kuran, sürdüren, kurumsallaştıran ve gelenekselleştiren her tür yapıyı, kurumu, ilişki biçimini ifşa ettik. Örtüsüz, dolaysız, sakınımsız bir dille. Sonsuz neşe, ironi, espriyle. Evet, “keyif kaçır”dık. “Çünkü bir oyunbozan öncelikle ifşa ettiği şeyden dolayı oyunbozan olur.”du. İfşa, isyan, itiraz!

Dil ve söylemin bu denli özgür, özerk, özgünlüğü karşısında birilerine gün doğmuştu belli ki! Ahkâm kesiyor, tükürüklerini klavyeden saça saça şehvetle açüklamaya (mansplaining) devam ediyorlardı. Din, aile, devlet düşmanı ilan edilmiştik edilmesine. Edepsiz ve ahlaksızlıkta kimse elimize su dökemezdi! Bu sene ise payımıza ayıpçılar daha çok düşmüştü. Emek ve erkek kısmı, bir nebze gündemden düşmüştü!

“… iyi bir hayatın temeli olarak ailenin, çift forumunun, üremenin yüceltilmesinin şiddeti; şiddet hakkında konuşmayı sadakatsizlikle özdeşleştiren kurumlar tarafından yeniden üretilen şiddet”i; “neoliberalizm ve küresel kapitalizmin mutluluk mitleri”ni, “imtiyazlı bir azınlık için yaratılan sistemin aslında çoğunluğun mutluluğuna ilişkin olduğu fantezisi”ni ifşa ediyorduk. “Halen lütuf olarak, özgürlük, demokrasi ve eşitlik ver”diği iddiasıyla gerekçelendirilen savaşları ve onlarla yazılan tarihi kabul etmediğimizi, “eşitsizlik ve şiddeti esas al”an sistemin “bizi kapsayacak şekilde genişlemesi”ne minnettar olmadığımızı, dâhil edilmeyi istemediğimizi de.

“Mutsuzluğa neden olmaya istekli”ydik apaçık. Bazılarının dillerinin, bedenlerinin, zihinlerinin, bakışlarının korkak, eril, ahlâkçı, cinsiyetçi, homofobik ve transfobik konforlarını yerinden oynatıyor, rahatlarını bozuyorduk. “Mutsuzluğa sebep olmaya istekli olanları desteklemeye istekli”ydik.“Şiddete karşı sessizlik”in de “şiddet” olduğunu iyi biliyorduk. Akışkan, geçişken, şeffaf olmayı. Irkçılığa, türcülüğe, homofobi ve transfobiye karşı ortaklaşacağımız buluşma noktalarımız, alanlarımız, zeminlerimiz nereler olabilir? Nasıl kurabilirdik?

Biz, “transfeminist oyunbozanlar”, “etnik oyunbozanlar”, “sakat oyunbozanlar”, “yerli feminist oyunbozanlar”, lez-bi, cis/translar, queer, heterolar. Her alanda güvencesiz çalışanlar, öğrenciler. “Desteksiz çalıştıkları koşullara karşı çıkanları”, kadrosuz, sürekli sözleşmeli çalışanları destekleyen düzenli ve güvenceli çalışan oyunbozanlar. “Feminist bir yaşam süreceksek alan açmalıyız. Alan açtığımızda başkalarına da alan açarız.” Bunu bilenler. Bilmekle kalmayıp hayata geçirenler. Hepimiz, 8 Mart 2018’de bir kez daha ve bu kez belki daha da güçlü, “Feminist Oyunbozan Manifesto”muzu yazmıştık ki“Kendi bildiğini okuyan oyunbozan feministlere: BU SİZİN İÇİN” ithafıyla açılan bir kitapla güzellendi gecemizin sabahı.

Feminist Bir Yaşam Sürmek”

Okuduklarımızı, izlediklerimizi, öğrendiklerimizi sokağa taşıyıp yan yana geldiğimizde ne kadar güçlü olduğumuzu bir kez daha gördük. Ne teori olmaksızın sokağın ne de sokak olmaksızın teorinin bir anlamı vardı. Bunu bir kez daha yaşadık.

Sara Ahmed’i okumak, kimi zaman bir atölye tartışması kimi zaman terapi seansı kimi zaman kahve sohbeti gibiydi. Sara Ahmed, Feminist Bir Yaşam Sürmek’te çocukluğumuza, aile sofralarımıza, okullarımıza, ilişkilerimize, öğretmenlerimize, çalıştığımız kurumlara, okuduklarımıza, izlediklerimize, mücadele alanlarımıza, dertlerimize bir kez daha bakıyor; feminist olma hâlimizi teorik ve pratik olarak sahne sahne sınıyor, tartışıyor. Sahi, feminist miydik? –mış gibi miydik? Feminist olmak bizim için bir yaşam biçimi miydi? İddialarımızı hayatımıza ne kadar taşıyabiliyorduk? Kâh öfkeleniyor kâh cevaplar buluyor kâh kendimizle yüzleşiyor, hesaplaşıyorduk. Hah, evet tam olarak bu diyorduk. Sara ile atölyemiz/ terapimiz/ sohbetimiz hiç bitmesin istiyorduk.

Kişisel ve kısa olmayan bir parantez. Okulların edebiyat bölümlerinin toplantıları, şube öğretmenler kurulları, öğretmenler odaları; edebiyat dünyasındaki çeşitli buluşmalar, söyleşiler, yayınlarla ilişkiler, iletişimler, çalışmalar... Okunan, izlenen, dinlenenlere eleştirel bakma adı altında yapılan işler. Hemen hepsi için konuşmaları, tartışmaları anımsıyordum Sara’yı okurken. Erkeklik, erilliği kuşanmış kadınlar, hele hele feminist olduğunu söyleyip de feminizmi bir etiket gibi taşıyanlar! Devrilen gözler, ekşiyen yüzler, of yine uzattı, şimdi ne gerek var gerginlik çıkarmaya, huysuz, inatçı işte, hay Allah’ım takıldı kaldı yine, yani şimdi ben cinsiyetçi miyim, ne alâkâsı var canım… bakışlar, cümleler uçuşmakla kalmıyor hepsini adlandırıyordum.

Pratikle teorinin iç içe geçip birbirini açtığı, birbirine açıldığı karşısındakini çoğaltan bir okumaya imkân sunuyordu bu kitap. Rahatsız ediyordu. Aslında bir davetti. Kışkırtıcı bir davet. Haydi diyordu düşün, nasıl feminist oldun? Feminizminin kökenleri neler? Nasıl besledin, büyüttün? Peki, sahiden feminist oldun mu sen? Feminist bir yaşam sürdün mü?

“Nasıl feminist bir yaşam sürüleceği sorusunu tarihe havale etmeyi reddediyorum. Feminist bir yaşam sürmek, her şeyi sorgulanabilir bir şeye dönüştürmektir. Nasıl feminist bir yaşam sürüleceği sorusu, yaşamsal bir soru olmanın yanı sıra bir soru olarak da canlıdır” diyordu Sara Ahmed. Kitap da böylesi bir sorgulamaya kapı açıyordu. Hem çevremizi hem kendimizi. Sorulara sürekli yenileri ekleniyordu. Cevaplar veriyor, buluyorduk. Evet, feminist bir yaşam sürüyorum diyorduk mesela. Sonra yeni bir soru tırtıklıyordu cevabımızı. Peki, aktivist olmak, toplantılara katılmak, teorik okumalar, yazılarla hemhal olmak feminist bir yaşam sürmek için yeterli mi? Feminist olup olmamayı belirleyen koşullar neler? Hangi “tuğla duvar”larla karşılaşıyor, karşılaşınca ne yapıyoruz? Evde, sokakta, iş yerlerimizde feminist bir alan, zemin, yaşam inşa etmek mümkün mü? Teori ile pratiğin arasındaki açının büyümesi, değiştirme ve dönüştürme imkânlarımıza nasıl yansır? Neden huysuz, inatçı, isyankâr ve oyunbozanız? Hem trans hem lezbiyen hem siyah hem hem hem… isek feminizmle nerede, nasıl buluşuruz?

Kesin olan şuydu: Feminist bir yaşam sürmek, “dünyaları yıkma ortak projemizde birbirimize olan bağlılığımıza ve birbirimizden nasıl yararlandığımıza dair”.

Sanki feminist olmak otomatik pilotta uçmak.”

Feminist olmak, içinde bulunulan her alandaki her tür iktidar ilişkisine, eşitsiz koşullara, düzenleme ve uygulamalara karşı duyarlı hâle gelmek, tetikte olmak demek mesela. Tüm bunları görmek ve reddetmek. Gören ve reddedenlerle dayanışmak. Soru sormaktan, sorgulamaktan, bakmaktan bıkmamak demek. Neyin bitip neyin bitmediğini fark etmek, bitiş ve yeniden başlangıçlara hazır olmak, kendi içine kapanmamak. Göz devirenlere, aman sen de, ama şimdi, yine mi, huzurumuzu bozdun, mutsuz ettin, işin yürümesini engelliyorsun diyenlere nanik yapmak. Ne salt teori ne de pratikle sınırlı kalmak. Devinim, kıpırdanma, aktif olmak, durmamak. Alan ve zeminler inşa etmek.

Hem ilişkilerimizde hem de aile, evlilik, okul, iş vb. kurumlarda öylesine duvarlara tosluyorduk ki kadın/erkek fark etmeksizin kişisel pozisyonlarımızı ve konforumuzu kaybetmemek için eşitsizlik, adaletsizlik, haksızlık, sömürü, taciz, tecavüz karşısında güç sahiplerinin bunu nasıl kötüye kullandığını, kimi zaman –mış gibi yaparak kimi zaman sessiz kalarak yaşananları örttüğümüzü, geçiştirdiğimizi görüyorduk. Sara Ahmed, akademideki kendi sürecinden1, kamusal alanda yaşanan benzer vaka ve durumlardan yola çıkarak kimi zaman feminist kurum ve kuruluşların da suça nasıl ortak olabildiğini gösteriyordu bize.

Peki, Mrs. Dalloway’den En Mavi Göz’e… Sara Ahmed’inkiler gibi “çok iyi yoldaş”larımız var mıydı? Yoldaş metinlerimiz? Kitap tek başına uzun soluklu bir yüzleşme ve farkındalık seansına dönüşüyordu iyiden iyiye.

Sara’nın da dediği gibi belirli, tanımlı mutluluk, keyif, sevinç an ve hâllerini yaşamaya pek de istekli değildik. Feminist olmak, bunların sorgulanmasını da kapsıyordu. Hep iyimser, nazik, hoşgörülü… tebessümü dudağının kıyısında olmayabilirdik. Hatta, “gülümsememe grevi” ne de güzel olurdu. Gülümsemiyorum, senin mutluluk vaadini istemiyorum!

Feminizmin korku salmasına şaşmamalı; birlikte tehlikeliyiz.”

Elbette, öncesiz ve sonrasız değildik. Feminist hareket ne dün’le bağını kopartmalıydı ne de bugün çoğalma, gençleşme, başkalaşmayı göz ardı edebilirdi. Söylemlerin de eylemlerin de zenginleşmesi, biçim değiştirmesi gerekiyordu. Direniş biçimleri çeşitlenebilirdi. Durmamak, ses yükseltmek, üzerimize topraklar dökseler de kolumuzu hep çıkartmak zorundaydık. En önemlisi de ırkçılıktan türcülüğe homofobiden transofobiye kadar her çeşit nefret, ötekileştirme, ayrımcılık alanıyla bakışan, konuşan buluşma noktaları kurabilmemizdi. Çünkü“Kesişimsellik bir başlangıç noktasıdır, iktidarın nasıl işlediğine dair bir açıklama sunacaksak bu noktadan yola çıkmalıyız.”

Ve sokakta, sosyal medyada, ev içlerinde, iş yerlerinde, okullarda, akademide, edebiyatta elbette tedirgin edecektik. Ne savunmaları bitecekti ne de saldırıları. Haklılardı!

O hâlde edebiyattan eğitime her alanda ne umut etmeyi bırakmalı ne feminizmi. Sara Ahmed, Feminist Bir Yaşam Sürmek’te tam da bunu nedenleri, nasıllarıyla beraber gösteriyor. Feminist teoriyi tartışmaya açıyor. Feminist olma süreçlerini, köklerini… Yabancı olunan bu dünya ne yapacağız, ve nasıl? Çoğaltılabilecek tek bir cevaptan yola çıkıyor sanki. Riskler, bedeller, kaybedilecekler ne olursa olsun haykırmaktan, çalışmaktan, mücadele etmekten vazgeçmemek; yaratıcı tüm yolları, biçimleri kullanmak, sınırları zorlamak. Bağlar kurmak. Çoğalmak.

1 Konu için bkz: “Cinsel Tacize Karşı Güçlü Bir Ses: Sara Ahmed’in İstifası” http://cts.ankara.edu.tr/?p=1453 Sara Ahmed’in diğer yazıları için kişisel blog sayfası: https://feministkilljoys.com/