HÜSEYİN KIRAN
Sel Yayıncılık
Sanrının içerisinden kendince bir dil doğuruyor Hüseyin Kıran, imlayı yok sayıyor. Bir karmaşanın içerisinde her gün 24 saat kendini düşünen bir adamı ânı ânına anlatırken buluyor kendisini, durduramıyor.
İnsanın evrimini tamamlama yolundaki adımlardan ikisidir; omurganın dik durması ve dilin iletişim aracı olarak kullanılması. Omurganın dikliğiyle başını da daha dik tutmaya başlayan insan, önüne bakmayı uzağı görmeyi de öğrenir. Dil yanında ödül olarak durur. Dünya büyüdükçe, sınırlar çizildikçe, devletler kurulup yıkıldıkça bizler insanın omurgasının esnekliğiyle dilin gevşekliği arasında bir doğru orantı olduğunu öğrendik. Çoğunluğun yanında ve iktidarın içerisinde yer almak için omurgasını eğenlerin, dillerini de değiştirdiğini gördük. Bir söz söylenmedi kesmedi savaşı, bir söz söylendi akıttı kanı.
Hüseyin Kıran’ın yeni romanı Dağ Yolunda Karanlık Birikiyor nereden gelip nereye gittiğini ve iktidarın onu yolladığı yolda aklının yetmediği yerde dilini unutan bir elçinin romanı. İktidarın kendine bir vazife vermesiyle kendini iktidar sanmaya başlayan, ne olduğunu unutup yola koyulan ve yolda kendi iktidarını yaratmaya çalışan bir adam Yakup, ismiyle müsemma. İbranice “sonra gelen, yerine geçen” anlamındadır Yakup. İbrani din büyüğü ve atasıdır, İslamiyet’e göre peygamberdir. Tanrı tarafından İsrail adını almıştır. İsrail; "Tanrı'nın yolunda, doğru yolda" veya "Tanrı'yla güreşen" anlamını taşır.
Yakup, Defter Zabiti’yle Kapı Zabiti arasında gidip gelen, bir kulağıyla duyduğu ismi unutmadan sessizce diğerine taşıyan bir adamken bir gün devlet erkânı kendisinden bir isimden daha fazlasını taşımasını ister. Taşıyacağı mektuba uygun bir kılığa sokulur, altına bir at verilir ve yola koyulur. Yakup yola çıkınca yol yol olur. Taşı, suyu, toprağı ve en önemlisi de dağı fark eder Yakup, kendini derin bir uykudan uyanmışçasına dünyaya değerken bulur. Görevinin kendince ehemmiyetine kapılır, önündeki dağlar büyüdükçe aklının iktidarına yenik düşer, yenilmez ve yıkılmaz olduğuna inanır. Elbette yolda düşülür ve kalkılır. Hüseyin Kıran’ın ilk romanında “varlığım sonsuz bir çabalamayla boğuşmaktan ibaret olacak” diyen Resul gibi bir çabayla devam eder Yakup yolculuğuna. Varacağı yeri bilmeden çıktığı yolda kendince bir yere varır elbette. Ve aklın iktidarının dağın iktidarından büyük olduğunu düşünür kendince.
Bir insan bir dağın içinde yaşamaya başladığında kendinin evren içerisinde ne kadar da küçük olduğunu düşünmelidir oysa heybetinden sual olunmayacak sınırlardır dağlar. Çağırmayı bilir, göndermeyi bilmezler. Dilin yetmediğini insanın aklından okurlar. Bir dağa dokunmak dünyaya dokunmak gibidir, kudretin cazibesi insanı yakar. Dağdan kabul almak, dünyaya inanmaktır. Orada dil, din, kadın ve erkek yoktur sadece hayat vardır. Yakup’un şaşkınlığıysa burada başlıyor ve kendini yarattığı bir sanrının içerisinde buluyor.
Sanrının içerisinden kendince bir dil doğuruyor Hüseyin Kıran, imlayı yok sayıyor. Bir karmaşanın içerisinde her gün 24 saat kendini düşünen bir adamı ânı ânına anlatırken buluyor kendisini, durduramıyor. Yakup’u özgürleştirirken dağı hâkimiyeti altına alabileceğini düşünüyor. İnsanın en büyük ahmaklığını ortaya döküyor, yalnızca kendine olan imanın asla hiçbir şey kazandırmayacağını.
96 sayfalık bir novellanın içerisinde bir sürü sorgulama yapmanızı sağlıyor Hüseyin Kıran, aslında bütün iktidar sistemlerine ve çoğunluğun içerisine bir şekilde dâhil olmak isteyenleri kendi kendilerine yok ettiriyor. İktidarın dilini eleştiriyor, kendi elleriyle başka bir dil üretip onu da kendi kendine kocaman bir pisliğin içerisinde boğuyor. Hükmünün hiç geçmediği bir yerde bir insana bir hüküm verme şansı tanıdığınızda o insanın nasıl yoldan çıkabileceğini anlatıyor. Herkesin kendi içerisinde bir iktidar beslediğini ve o içimizdeki küçük iktidarların nasıl yaşamak ve büyümek için kendilerine yol bulduklarını gözler önüne seriyor. Aklı elinizden alıp yerine kibri koyuyor. Kalbi, vicdanı ve ahlakı köreltip yerine sadece arzu koyuyor.
Dağ Yolunda Karanlık Birikiyor’un içerisinde ürettiği dilin kendince bir ritmi var Hüseyin Kıran’ın, bir atın bir ormanın içerisinde kayboluşunun sesleri gibi geliyor önce insana ritim, yavaşça kendini sadece bir rüzgâr sesine bırakıyor; Yakup’un aklı gibi romanın dili de savruluyor. Kıran, sırf kendi kurduğu için kendince heba etmiyor ama dilini, onu özenle kullanıyor. Şiirle başladığı yazım hayatına romanlarla devam eden ve her romanında başka bir “deli” ile karşımıza çıkan Hüseyin Kıran, dil kullanımıyla da her metninde aynı zamanda başka bir ritim üretiyor.
Hangi iktidarın içerisinde nerede yaşıyor olursanız olun, aklın iktidarı vicdanınkinden ağır basıyorsa ve dahi duyulmuyorsa sesi insanlığın; merhametten yoksun hep bana diyen insanlar yetişiyorsa toprakta, toprak da kendinden nefret ediyor elbette. İnsan kendini olduğu, büyüdüğü, doyduğu yerle anlatma ihtiyacı taşır çünkü hep deriz coğrafya kaderdir diye. Lakin istikrar ve dilin bir düzmece aracı olarak dün, bugün ve yarın kullanılabiliyor olması kaderi değiştiremez, siz topraktan neyi alırsanız toprak bütün kazandıklarınızı elbet bir gün sizden geri alacaktır. İsrail’i kendiyle güreştiren Tanrı, İsrafil’e Sûr’u da üfletmeyi bilir elbette.