10 Ekim 2021

Şehir ziyaretlerinin vazgeçilmezi: Galeri ve sergi ziyaretleri

Altı yıldır yaşadığım Londra'da da hâlâ keşfe devam etmeye bayılıyorum

Yeni bir şehre gittiğinizde yapmak istediğiniz ilk 10 şey arasında neler var?

Ben rahatlıkla TOP 10 listeme galeri ve sergileri yazarım.

-Önce o şehrin sokaklarını tanımak isterim, binalarını izlerim.

-Sonra kafelerde oturup gelen geçen insanları izlerim.

-Mutlaka turistik olmayan restoranları keşfetmeye çalışırım. Bilmediğim yemekleri tatmak isterim.

-Yanımda oturan tanımadığım insanlarla sohbet ederim.

-Kalmadığım otelleri gezip odalarına bakarım.

-Emlakçıların camlarında satılık kiralık evlere bakarım.

-Ve tabii müzeler ve sergi salonlarını, galerileri gezerim.

Altı yıldır yaşadığım Londra'da da hâlâ keşfe devam etmeye bayılıyorum.

Haftaya Frieze sanat fuarı (13-17 Ekim) başlayacak. Benim için yeni keşif demek bu fuar. Covid nedeniyle yapılamayan yılların acısı çıkacak.

Hem heyecanlı hem de biraz tedirginim. Kapalı yerlere girmek ve uzun süre kalmak, iki aşı olmuş olsam da beni rahatsız ediyor.

Açıkçası yeni gelen grip salgını da başa bela olacak gibi. Ama sanata olan merakım beni bu çekincemden alıkoyamaz. Sanat içimi rahatlatıyor doğrusu.

Geçtiğimiz günlerde Fransa'dan Londra'ya gelmiş biri olarak iki ülkenin tedbirleri arasındaki farkı görünce İngilizlerin hâlâ ne kadar rahat olduklarına inanamıyorum.

Fransa'da her yerde (açık havada bile) aşı kartı sorulmasına rağmen İngiltere'de neredeyse çoğunluk artık maskeleri atmış durumda. Sanki hiç Covid yaşanmadı bu ülkede. Millete bir rahatlık geldi.

Neyse ki Frieze'i gezerken aşı kartını göstermek zorunlu. Ya da PCR veya Antigen testi sonucunuzu belgelemelisiniz.

Ayrıca sergiyi önceden seçtiğiniz saat aralıklarında gezebileceksiniz ve içeride kalacağınız süre de 3 saati geçmeyecek. Bu bile iyi bir tedbir.

Anladığım kadarıyla vestiyer bile yok. Her şey online'a dönmüş. Bir sürü yeni Covid tedbiri koymuşlar.

Sırt çantası veya daha büyük çanta kabul edilmiyor. Sergiyi maskesiz gezmek mümkün değil. İçerde yemek yenilecek restoranlar ve kafeler mevcut. Ancak buralarda biraz soluklanıp nefes alabiliriz. Biletler de çok pahalı. Erken satışa çıkarılan daha uygun biletlerin hepsi bitmiş. Biz arkadaşlarımla hangi gün gidelim diye karar vermeye çalışırken yavaş hareket edip ucuz biletleri maalesef kaçırdık.

Bu sergi için çok heyecanlanıyorum. Nedenini söyleyeyim; orası benim için bu dünyadan koptuğum bir yer. Etrafımda bir sürü sanat eseri. Her biri başka bir hikaye anlatıyor bana. Ne büyük bir zenginlik. Zaten Regent's Park muazzam bir yer. Sergi alanının dışındaki büyük heykellerle başlıyor sergi.

Ziyaretçilerin kıyafetleri bile çoğu zaman çok eğlenceli oluyor. Bazen oturup bir yerden onları izlemek hoşuma gidiyor.

Bazı insanlar sanki bu dünyadan değillermiş gibi gelir bana bazen. Belki ben de ara sıra kendimi öyle hissetmek istediğim için hoşuma gidiyor onlara bakmak. Gelen insanları merak ederim. Nereliler, hiç eser aldılar mı? Neleri beğendiler? Niye beğendiler?

Bazı salonlarda konuşmalar oluyor. Bilerek ya da bilmeyerek içeri girersin karşına  edebiyatçılar, sanatçılar, koleksiyonerler çıkar konuşma yapan. Kafamı açar bu konuşmalar, benden farklı ya da işte tam da benim gibi düşünüyor derim. Farklı ya da benzer düşünceler ile buluşmak ne büyük zenginliktir. Onlara zihninde ve kalbinde yer açmak.

Bazen koleksiyonerlerin evindeki buluşmalara da giderim. O evlerdeki eserlerin bazıları çok ünlü sanatçıların eserleriyle dolu olur.

İşte o evlerden biri de İran asıllı Fatima Maleki'nin evi.

Ev, Antony Gormley'den, Anish Kooper'a, Anselm Kiefer'e kadar daha saymakla bitmeyecek sanatçıya ait eserlerle doluydu.

Ne yalan söyleyeyim gözlerime inanamamıştım, hayranlıkla evin güzelliğine mi bakayım yoksa etrafımdaki eserleri mi seyredeyim şaşırmıştım.

Üstelik İstanbul'dan da alışıktım koleksiyonerlerin evine gitmeye. Ama bu ev başka bir evdi...

Saha Derneği ile yapılan gezilerde bazı koleksiyonerler evlerini bu gezilere açar ve kendi sanat yolculuklarını paylaşırlar. Hem onları dinlemek hem de eserleri izlemek büyük keyiftir.  Fatima Maleki bizi o kadar güzel ağırlamıştı ki zarafetine de ayrıca hayran kaldım. Yediğim İran pilavının tadını hiç unutmadım.

Evi gezerken de gözüm o evde bizim sanatçılardan birini görebilmeyi çok istedi. Biraz etrafa o amaçla baksam da göremedim belki oğlu Kamiar Maleki sonra almıştır. Zira İstanbul'u çok sevdiğini söylemişti. Hatta yanılmıyorsam bir ara  Contemporary İstanbul için de çalıştı.

Londra'da ünlü iç mimarlardan Shallini Misra'nın evindeki davette de gözüm duvardaki eserlere ve heykellere gitti. Hepsi birbirinden meşhur sanatçının eserleriydi ama bu sefer şeytanın bacağını kırmıştık, çünkü oturma salonunda Sarkis'in bir eserini gördüm… Eminim ona o tabloyu bir Türk arkadaşı aldırdı.

Bizim sanatçılarımızın global alanlarda hem tanınması hem de büyük koleksiyonerlerin evine girebilmesi çok değerli. Bu tanınma işi de hiç kolay değil. Onun için devlet desteği çok önemli.

Sanatçıların büyük fuarlarda eserlerini sergileyebilmesi için bütçelerinin olması ve büyük galerilerle yurt dışında çalışabilmeleri gerekli.

Bu da ancak devlet tarafından destekle olabilecek bir iş. Kişisel çabalarla yapılabilmesi çok zor.

Eskiden büyük holdingler koleksiyonlarını dünyanın değişik şehirlerinde sergilediklerinde çok ilgi olurdu. Basında yer alır, ülkemizin tanıtımına çok olumlu katkısı olurdu. Son dönemde ben Asyalı sanatçılara devletlerinin nasıl sahip çıktığını görüyorum ve bizim devletimizin de bu desteğe devam etmesi gerektiğinin önemini düşünüyorum.

Bu sergileri de önceden planlayıp, uzun dönemli bakmak gerekiyor. Hadi bir sergi yapalım demekle olmuyor bu işler. Haa öyle de yapılıyor tabi! Parayı verince apar topar buralarda da oluyor ama o zaman ancak kiralayabildiğiniz, nispeten sanat dünyasında çok da itibarlı olmayan ama popüler yerlerde bu sergileri yapabiliyorsunuz. O da ana hedefe değil de popüler kültüre hizmet ediyor.

Şu an bu işi düzgün olarak yapmak istesek iyi bir strateji ve planlamaya ihtiyacımız olur ve  ancak iki yılda bu tip sergilere istenen kalitede hazır oluruz. Bu da ülkemizi tanıtırken sadece deniz, kum, güneş değil de artık onun ötesine taşır, genç sanatçıların önünü açar ve Türkiye'de yapılan fuarların uluslararası platformlara taşınmasını kolaylaştırır diye düşünüyorum.

Görüyorum ki son yıllarda gençler sanat okumaya meraklı ve bunun için imkanı olanlar yurt dışına gidip eğitim alıyor ya da sanatını başka kültürlere de entegre edebilmek için farklı ülkelere gidip kendilerine yeni pazarlar yaratmaya çalışıyorlar.

İşte onlardan biri de Seçil Erel.

Seçil'le tanıştığımda Londra'ya yeni gelmişti. Küçük kızıyla birlikte başka bir ülkeye gelmiş olmanın tüm zorluğunu sırtlanmıştı. Hem sanatına devam ediyor hem onlara market bulmaya çalışıyor, hem İstanbul'daki koleksiyonerlerinden kopmamaya hem de iyi bir anne olmaya gayret ediyordu.

Londra'ya yeni gelip yerleşmiş bütün Türk aileler gibi üzerinde hafif ürkek bir hava da vardı.

Tüm gücüyle başarılı olmaya adamıştı kendini.

Zaman zaman buluşup birlikte sergi geziyorduk. Bu gezilerde birbirimize soruyorduk "Eee nasıl gidiyor, iyi misin, her şey iyi mi?" diye... Bunlar çok kıymetli buralarda.

Onun evi aynı zamanda atölyesiydi. Evine gitmeyi severdim. Hemen başka havaya girip bir işinin önüne geçer, anlatmaya başlardı. Heyecanı beni de etkilerdi. Anlattıklarının bir kısmında kaybolsam da hoşuma giderdi onun o uçuşan şiirsel anlatımı.

Çalışırken kullandığı bantları vardı. O bantlarla renklere yol verir, sonra o renkleri küçük hücrelere hapsederdi. Sonra da o hücreleri açınca özgürleştirdi renklerini, anlardım ki rahatladı işler, iyi ruh hali, daha iyi.

Ve yakından da görüyordum ki Seçil'in ruh hali hep o tuvalin üzerindeydi ve her seferinde renkler ve çizgilerle anlatıyordu kendini.

Seçil'in renkleri hiç karanlık olmadı; sarılar, yeşiller, maviler... hep coşkulu renkleri seçti.

Bu yaz ondan iyi bir haber aldım. Sesi cıvıl cıvıl geliyordu. Resmi, Royal Academy'nin Summer Exhibition'ında sergilenmek için seçilmişti. Çok mutlu oldum onun için. "Aferin Seçil, bak azmettin oldu işte…" dedim.

Bir Türk sanatçı için buralarda tutunmak hiç kolay değil gerçekten. En büyük sebebi, buraya dünyanın her yerinden yetenekli insan akıyor olması. Global oyunda herkes bir pay almak istiyor. Ya çok sıradışı bir yaratıcılığın olacak ya da arkanda iyi bir galeri.

Ama Seçil bunları tek başına başarıyor, görüyorum. Kadın olmanın, anne olmanın gücüyle çalışıyor, üretiyor, kendini tanıtıyor, PR'ını yapıyor, her yere koşuyor.

Ben de onun bu yolculuğuna tanıklık etmiş biri olarak bu başarısıyla gurur duyuyorum.

Geçen gün birlikte onun eserini Royal Academy'de görmeye gittik.

Katılan 4000 eser arasından sıyrılmak büyük başarı.

2 Ocak 2022'ye kadar devam edecek sergide çok tanınmış ressamların eserlerinin yanı sıra,  yerel santçılar ve genç sanatçıların da eserleri yer alıyor.

Her eser satılık olmasa da çoğu satılık.

Bu sergide bir eserinizin sergilenebilmesi için önce başvuru yapmanız sonra da jüri tarafından iki elemeyi geçmeniz gerekiyor.

Bu yıl komitenin başkanlığını Yinka Shonibare yapmış. Onun da eserleri sergileniyor değişik salonlarda.

Sergiyi gezdikten sonra merak edip biraz okumaya başladım Summer Exhibition ne zaman başlamış diye. 1768'den beri bu sergi geleneği devam ediyormuş. Gözlerime inanamadım. Vay vay vay… Nasıl bir tarih bu!

Royal Academy'deki Summer Exhibition, 1768 yılında 40 sanatçı tarafından kurulmuş ve devlet yardımı olmadan bu günlere kadar gelmiş. Şimdi ise biraz zorlanıyorlar; Covid her şeyi etkilediği gibi onları da çok etkilemiş. Üstelik onlar Tate gibi Covid döneminde devletten yardım alamamışlar.

Royal Academy sadece bir sergi salonu değil aynı zamanda İngiltere'nin en değerli sanat okullarından biri. Buradan mezun olmak çok havalı. Okulun akademisyenleri arasında birbirinden değerli sanatçılar var.

Yönetim kurulunda olan ressam arkadaşım Stephen Chambers'dan da dinlediğim Royal Academy hikayelerine hep hayran kalıyorum.

Umarım sevgili arkadaşım Seçil Erel'in eseri de en kısa zamanda alıcı bulur ve hep birlikte bu başarısını kutlarız.

Sanata ve sanatçılarımıza uluslararası alanda daha çok destek verildiği günleri görebilmek dileğiyle.

Kalın sağlıcakla.

Yazarın Diğer Yazıları

Bir daha asla demeyeceğim: "Hindistan mı asla! Ne işim var orada!" dedim ve yine gitmek istiyorum

Giderken beni hijyenle ilgili o kadar korkutmuşlardı ki yanıma aldığım kraker ve kuru yemişlerle iki hafta geçirmeyi planlıyordum. Oysa hiç öyle olmadı. Gezi boyunca inanılmaz güzel Hint yemekleri yedim. Her şey nasıl baharatlı ve lezzetliydi anlatamam

Yeni yıldan ne istiyorum?

"Bak bu benim manifesto listem, seninki nerede?"

Shavasana

Kendinle yalnız kalmak ve o derin sessizliğin içinde ne istediğini bulmaya çalışmak çok zor ama bir o kadar da çekici…