10 Ekim 2021

Biri dışında, bütün çocuklar büyür: Peter Pan'ler Ülkesi

Aile evinde yaşamak, aile üzerinde ekonomik bir yük, sosyal yetişkinliğe ve bağımsızlığa ulaşmada gecikme, öz kimlik konusunda kafa karışıklığı, iş piyasasına girmede gecikme ve nihayet, kendi ailesini kurmada gecikme gibi olumsuz sosyal ve ekonomik sonuçlara yol açıyor


Desen: Selçuk Demirel

İskoç oyun yazarı ve romancı J.M. Barrie'nin (1860-1937) Peter Pan hikâyesi, en etkileyici giriş cümlelerinden biriyle açılır; Biri dışında, bütün çocuklar büyür.

Barrie burada büyümeyecek tek çocuk olan Peter Pan'den bahsediyor. Peter Pan, daha doğduğu gün, anne ve babasının bu yeni çocuklarının büyüyünce ne olacağı üzerine konuşmalarını duyup, hiç büyümek istemediğinin farkına varır ve hep çocuk kalmak için evden kaçar. O andan itibaren de hiç yaşlanmaz (bebeklikten çocukluğa geçiş, hikâyede bir boşluk olarak kalmıştır). Hikâyede büyüme korkusu derinlemesine işlenir ve bundan kaçış başarılı bir şekilde yansıtılır. Yani Peter Pan'in hikâyesi, çocukların hayal güçleri tarafından inşa edilen Düşler Ülkesi (Neverland) ve aorada karşılaştığı korsanlar, Kızılderililer, deniz kızları ve perilerle olan maceralarından ibaret değildir yalnızca. Peter Pan, genç olmakla yaşlanmak arasındaki bitmeyen mücadelenin simgesidir.


Orijinal kitaptan bir çizim ('Peter Pan and Wendy', by J.M. Barrie, 1911) 

İlk olarak 1904'te oyun olarak sahnelenen Peter Pan, 1911'e kadar basılı olarak yayımlanmamış. Ama o zamandan bu yana çeşitli versiyonlarıyla defalarca basımı yapılıp, çok sayıda filmde, oyunda ve TV uyarlamalarında kullanıldığından, Peter Pan'in Düşler Ülkesi'ndeki maceraları günümüzdeki çoğu insana tanıdık gelir.

Fakat J. M. Barrie'nin asla büyümeyen çocuk hakkındaki orijinal romanının Disney'in çocuk dostu versiyonundan oldukça farklı bir hikâyesi olduğu da belirtilmelidir. Düşler Ülkesi, özellikle kitlesel medyanın seçici vurgularıyla, çocuklar için genellikle bir ütopya olarak tanımlanır. Hâlbuki eserin orijinali ütopik yanlarının yanı sıra güçlü distopik unsurlar da içerir.

Peter Pan hikâyesinin temel ilham kaynağı, başarılı bir oyun yazarı olan Barrie'nin 37 yaşındayken Londra'daki Kensington Gardens'da tesadüfen tanıştığı Llewelyn Davies ailesinin beş küçük oğludur. Barrie'nin bu beş küçük erkek çocukla ve onların anne ve babasıyla olan dostluğu zaman içinde iyice ilerler. Barrie, boş zamanlarının çoğunu, Peter Pan karakterlerine isimlerini veren Llewelyn Davies çocuklarıyla, korsanlarla ve Kızılderililerle savaşmayı içeren hikâyeler anlatıp, oyunlar oynayarak geçirir. Barrie'nin derinden bağlandığı bu çocuklar, Peter Pan'e sızıp, hikâyedeki 'Kayıp Çocuklar (Lost Boys)'a dönüşürler. Llewelyn Davies'lerin en küçüğü Peter, adını Peter Pan ile paylaşır.


J.M. Barrie (Captan Hook) ve Michael Llewelyn Davies (Peter Pan), Düşler Ülkesi'ni oynuyorlar (1905)

Öte yandan, hikâyenin belki de en önemli düşünsel kaynağı, Barrie'nin erken yaşlarında yaşadığı ve hikâyede kendini çeşitli düzeylerde hissettiren bir trajedidir. Barrie daha altı yaşındayken, ağabeyi David bir buz pateni kazası sonucu 14 yaşında ölür. David, annesinin gözdesidir ve ölümü kadını derinden etkiler. 

Barrie'nin annesi, bu kaybın üstesinden bir türlü gelemez. Annesini biraz olsun rahatlatmak isteyen Barrie, David'in kıyafetlerini giymeye ve onun hareketlerini taklit etmeye başlar. Bu tuhaf durum, Barrie 14 yaşına, yani David'in öldüğü yaşa gelinceye kadar devam eder. Barrie 14 yaşına girdiğinde, abisini taklit etmeyi bırakır ve yeniden, kendisi gibi davranmaya başlar.

Barrie daha sonraları, geçmişe dönük düşündüğünde, annesine hiç değilse oğlu David'in asla büyümeyeceğinin ve hep masum bir çocuk olarak kalacağının garip bir rahatlık verdiğini söyleyecektir. David'in ölümü ve ölümünden sonra, artık daima bir çocuk olarak kalacağı fikri, Barrie'nin Peter Pan karakterini yaratmasındaki temel motivasyon kaynağı olarak görülür.

Peter Pan 1904'teki ilk performansından bu yana, zamanın geçişi ve yaşam döngüsü hakkındaki hikâyesiyle, hem genç hem de yaşlı okuyucuların ve izleyicilerin aynı anda keyif alabildiği ender eserlerden olmuştur. 

Peki, çocukların sevimliliği ve masumiyetinin kalıcı olabileceği fikri ile ilişkili olarak genellikle güzel ve melankolik bir fantezinin ifadesi olarak yorumlanan Peter Pan, nasıl oldu da psikoloji alanında belirli türden bir yetişkin davranış bozukluğunu tanımlamak için ideal bir model olarak kullanılmaya başlandı?

Peter Pan Sendromu

Peter Pan Sendromu adını J.M. Barrie'nin yetişkin bir erkeğin toplumsal rolü altında ezilmek istemeyen ve Düşler Ülkesi'nde perilerle yaşayan ikonik karakteri Peter Pan'dan alır. Sendrom ilk kez Dr. Dan Kiley tarafından 1983 yılında "tek bir semptom değil, bunun yerine yetişkinliğin ortak normlarını benimsemedeki başarısızlık" olarak tanımlanmış. Bu arada, Dünya Sağlık Örgütü sendromu psikolojik bir bozukluk olarak tanımıyor. 

Yani Peter Pan Sendromu, disipliner bir teşhisten çok mental olgunlaşma eksikliğini yansıtan bir dizi davranış olarak öne çıkıyor. Bu davranış biçiminin bireyin her türden sosyal ilişkisi ve yaşam kalitesi üzerinde etkili olabileceği konusunda birçok uzman arasında fikir birliği var. Dr. Kiley'in ifadesiyle, "Yaşamsal bir riski olmadığı için bu bir hastalık değil. Ama kişinin ruh sağlığını tehlikeye atıyor, bu yüzden de bir rahatsızlıktan daha fazlası. (...) Tanınabilir herhangi bir kategoriye uymaması var olmadığı anlamına gelmiyor. Bizim alanda böyle bir anomaliye sendrom deriz."

Dr. Kiley çalışmalarında, mental olarak olgunlaşamamanın özellikle erkeklerdeki görünümlerine odaklanıyor. Fakat Peter Pan Sendromu her cinsiyetten veya kültürden insanı etkileyebilir. Bu sendromu gösteren kişi, "kendi eylemlerinin sorumluluğunu üstlenemediği gibi diğer insanlarla gerçek ilişkiler kurmakta da büyük zorluklar yaşıyor." Sendromun görülme sıklığındaki çarpıcı artış, Kiley'e göre, modern yaşamın baskılarının soruna neden olan faktörleri şiddetlendirmesiyle ilgili, ve sorunun önümüzdeki yıllarda daha da kötüleşmesini beklemek için her türlü nedenimiz var.

Son yıllardaki ekonomik durgunluğun özellikle genç nesillerde Peter Pan sendromunun yaygınlaşmasına katkıda bulunabileceğine dikkat çekiliyor. Peter Pan sendromuna neden olan durumlar arasında kronik işsizlik, eksik istihdam ve eğitim hayatındaki başarısızlıklar gösteriliyor. Dolayısıyla bireylerin kendi kontrolleri dışındaki etkenler, olgunlaşmalarını geciktirebiliyor. Kiley'in de tahmin ettiği gibi giderek daha fazla sayıda yetişkin duygusal olarak olgunlaşamamış davranışlar sergiliyor ve yetişkin sorumluluklarını üstlenmekte güçlük yaşıyor. Yani günümüzde "yetişkin olmak" eskisinden daha zor görünüyor. Gelir dağılımının daha da bozulup, istihdama katılımın zorlaşması "yetişkinleşme adaletsizliğini" de beraberinde getiriyor.

"Post-endüstriyel toplumlarda gençlikten yetişkinliğe geçiş kişisel bir mesele değildir"

Son yıllarda yapılan pek çok araştırma, ekonomik zorlukların gençlikten tam yetişkinliğe geçişi geciktirebildiğini gösteriyor. Genç yetişkinlerin işgücüne katılım oranı "yirmi yıldan fazla bir süredir düşüyor ve kariyerlerine başlamaları, önceki nesillere göre daha uzun sürüyor." Yani günümüzde gençler, önceki nesillere göre ekonomik bağımsızlıklarını daha geç yaşlarda kazanıyor.

Bunu doğrudan destekleyen veriler, örneğin Türkiye'de işsizlik oranının daha ileri yaş gruplarına kıyasla gençler arasında daha yüksek olduğunu gösteriyor. Avrupa İstatistik Ofisi'nin (Eurostat) 2020 yılı verileri, Türkiye'deki 15-24 ve 25-29 yaş grupları için işsizlik oranlarını sırasıyla yüzde 25.1 ve yüzde 17.9 olarak gösteriyor. Bu işsizlik oranları, ortalama ulusal işsizlik yüzdesinin (yüzde 12.2) bazen iki katını geçiyor. Bu tablo, gençlerin eğitimden işgücü piyasasına hızlı ve kolay bir geçiş yapamadıklarını açıkça gösteriyor.

Genç yetişkinlerin eğitimden tam zamanlı kariyere geçişlerinin gecikmesinin neden olduğu aileye ekonomik bağımlılık ise yaşam döngüsü üzerinde zincirleme bir etki yaratıyor. Bu bağımlılık, evlenme ve çocuk sahibi olma yaşını geciktirebildiği gibi gençlerin ebeveynleri ile birlikte daha uzun süre yaşamalarına da neden olabiliyor.

Ebeveynleriyle birlikte yaşayan gençlerin en yüksek yüzdesi Akdeniz ülkeleri arasında görülüyor

Eurostat verilerine göre (2019), İskandinav ülkeleri, Birleşik Krallık ve Orta Avrupa ülkeleri, 16-29 yaşları arasında hala ebeveynleriyle birlikte yaşayan gençlerin en düşük yüzdesine sahipken, en yüksek yüzde Akdeniz ülkeleri arasında görülüyor.

Mesela Türkiye'de ebeveynleri ile yaşayan 18-34 yaş aralığındaki genç yetişkinlerin yüzdesi 70.6 gibi çok yüksek bir orandır. Ayrıca Türkiye'de 16-29 yaş aralığındaki genç yetişkinlerin aile evinden ayrılma yaşı ortalama 27.8'dir. Yunanistan, İtalya ve İspanya gibi Akdeniz ülkeleri de Türkiye ile benzer yaş ortalamasına sahiptir. Buna karşın, aile evinden ayrılma yaşı, Birleşik Krallık'ta ortalama 24.6, Almanya'da 23.8, İsveç'te ise 17.6'dır. Ayrıca Türkiye OECD ülkeleri içinde 'ne eğitimde ne istihdamda' olan gençlerin (16-29 yaş) oranında yüzde 32 ile ilk sırada yer alıyor (Eurostat, 2020).

Tüm bu verileri göz önüne aldığımızda, Türkiye'deki gençlerin devlet tarafından güçlü bir şekilde desteklenen Orta ve Kuzey Avrupa ülkelerindeki gençlerin aksine, büyük ölçüde ailelerine bağımlı yaşamak zorunda oldukları yorumu yapılabilir.

Aile evinde uzun süre yaşamanın ne gibi sonuçlarının olabileceği, Yunan gençlerinin yaşam koşulları ile ilgili Sotirios Chtouris ve arkadaşları tarafından yapılan 'Çağdaş Yunanistan'da gençliğin durumu' başlıklı çalışmada ulaşılan ampirik bulgularla gösteriliyor. Buna göre, "aile evinde yaşamak, aile üzerinde ekonomik bir yük, sosyal yetişkinliğe ve bağımsızlığa ulaşmada gecikme, öz kimlik konusunda kafa karışıklığı, iş piyasasına girmede gecikme ve nihayet, kendi ailesini kurmada gecikme gibi olumsuz sosyal ve ekonomik sonuçlara yol açıyor." 

Bahsi geçen çalışma temel alınırsa, Yunanistan ile benzer sosyo-ekonomik yapıya sahip Türkiye'de de yetersiz kurumsal örgütlenmenin bir sonucu olarak gençler için başlıca koruyucu mekanizmayı geleneksel çekirdek ailenin oluşturduğu söylenebilir. Bunun da ekonomik azgelişmişlik ve siyasal istikrarsızlıkla yakından ilişkili olduğunu düşünebiliriz. Tıpkı Yunanistan'da olduğu gibi Türkiye'de de refah devletinin gençlere sunması gerekenleri aile dayanışması sağlıyor. Sonuç olarak, eğitimden kariyere geçişteki bu sorunlu aşama, gençleri, ergenlik yıllarından çok sonra, finansal olarak ebeveynlerine giderek daha fazla bağımlı hale getiriyor.

"Büyümek için umutsuzca çabalıyor, ama olmuyor"

Peter Pan'in yayımlanmasından yıllar sonra, Barrie defterine şu notu düşer: "Peter Pan'ı yazdıktan ancak çok sonra onun gerçek anlamını anlamaya başladım sanki... büyümek için umutsuzca çabalıyor, ama olmuyor."

Barrie'nin bu son notları, Peter Pan'in sadece büyüme korkusuyla değil, aynı zamanda büyüyememe korkusuyla da ilgili bir hikâye olduğunu gösteriyor. Peter Pan'i bu şekilde değerlendirmek, hikâyeyi, günümüzde yetişkinliğe geçişte zorluk yaşayan gençlerin durumuyla bağlantılandırmayı da mümkün kılıyor.

Çünkü bu gençlerin, yetişkinliğin sorumluluklarını almak istemedikleri için büyümekten kaçındıklarını söylemek zor. Daha çok, ülkelerinin koşulları gerçek anlamda bir yetişkin olmaya el vermediği için büyümek onlar için korkutucu bir yaşamsal deneyime dönüşüyor. Başka bir deyişle, olgunlaşmaya giden yolun kontrolümüzün dışında olduğunu fark ettiğimiz anda, büyüme ve zamanın geri döndürülemezliği fikri en büyük korkumuz oluyor.

Tek bir kimseyi bile beklemeye vakti yokmuşçasına acımasızca akan zaman, gelecek beklentileri yıkılan ve hiç büyümediklerini sanan Peter Pan'leri sanki yavaş yavaş Kaptan Kanca'nın (Captan Hook) kaderini yüklenmeye zorluyor. Hatırlanırsa Peter Pan, korsanların lideri Kaptan Kanca ile bir dövüşü sırasında onun bir elini keser ve oradan tesadüfen geçen bir timsaha atar. Kaptan Kanca'nın ismi de, artık timsahın midesindeki elinin yerine taktırdığı bu kancadan ileri gelir. Kaptan Kanca'nın eliyle birlikte bir de saat yutan timsah, karnındaki saatin dışarıdan bile duyulan tik tak'ları ile

Kaptan Kanca'nın peşini hiç bırakmaz.


Peter Pan Resim kitabından bir çizim (1907)

Peter Pan fazlasıyla hayal ürünü, ama kaderi Kaptan Kanca'nınki ile çaprazlandığında günümüz için fazlasıyla gerçek bir hikâye anlatıyor; büyüyememek, ama zamanı da durduramamak…

Timsah, midesindeki saatin mekanik tik tak'ları ile sürekli peşimizde. Artık neden kaçtığımızı unutup, timsahtan değil, midesindeki saatten korkmaya başlıyoruz. Tıpkı Peter Pan gibi zamanın aktığını unutmak istiyor, ama Kaptan Kanca gibi daima hatırlatılıyoruz. Çünkü timsah peşimizde ve midesindeki saatin tik tak'ları daima kulağımızda. Korkuyoruz. O saat bir gün duracak. Bunu çok iyi biliyoruz.

Yazarın Diğer Yazıları

Dün her şey daha güzeldi...

Dünün daima daha güzel olduğu düşüncesi, sürgün edebiyatından önce, nostaljinin konusudur. Bir kelime olarak nostalji, “eve dönüş” ve “acı” anlamlarına gelen Yunanca sözcüklerden türer.

Agota Kristof'un üçlemesi: Sürgün, nostalji ve yas

"Ülkemi terk etmeseydim hayatım nasıl mı olurdu? Sanırım daha zor, daha yoksul ama daha az yalnız, daha az parçalanmış ve belki daha mutlu.”

İsmi dışında tamamen yazısız ve sadece resimlerden oluşan bir roman okudunuz mu?

'The Arrival' tamamen yazısızdır. Belirli bir sistematik dahilinde bir araya getirilen görseller, illüstrasyonlar ve simgeler, hikâyenin çeviriye gerek kalmadan ve yeryüzündeki hemen herkesçe anlaşılmasını mümkün kılar