26 Aralık 2016

İki arada bir derede orkideler

Oyun, iki arada bir derede kalınmış sanki, yazarın istekleri ile yeni bir şeyler söyleme arzusu arasında...

Memet Baydur çağdaş Türk tiyatrosunun temel taşlarından biri… Kısacık ömrüne (2001’de sadece 50 yaşındayken dünyayı terketti) birçok sinema yazısı, öykü, makalenin yanında 23 tane oyun sığdırmayı başarmış, çok üretken, oyunları ödenekli tiyatrolarımızda çok sık sahnelenen bir “klasik."

Bireyin toplumdaki yerini sorgulayan, sözde aydınları ti’ye alan, dili çok iyi kullanan, sözcük oyunlarıyla dolu, dramaturjik açıdan “kopuklu ve yarım bırakılmış anlatılarla örülü” (1) oyunlarında dil, karakterler ve karakterlerin bulundukları durumlar içinde verdikleri tepkiler ve toplumsal eleştiridir hep öne çıkan. 80’li yıllarda Türk tiyatro yazınına o yıllar için yepyeni bir soluk getirmiş, değerli bir yazarımızdır. ( Düdüklüde Kıymalı Bamya, Yeşil Papağan Limited, Cumhuriyet Kızı, Limon, Güne Bakan Cam Kırıkları Baydur tiyatrosunu yakından tanımak isteyenler için oyunlarından bazıları).

İstanbul Şehir Tiyatroları, yazarın 1989 yılında kaleme aldığı “Yangın Yerinde Orkideler”ini sahneliyor. “Orkideler”, yazarın toplumsal gerçekçilikle fanteziyi harmanladığı ve seyirciye karmaşık, dramaturjik sebepleri belirsiz bir takım durumlar içinde karşı karşıya gelen taban taban zıt iki grup insanı sunduğu bir metin. Bir tarafta “aşağıdakiler” diyebileceğimiz sokak bilgesi, zeki, muzip Nuri, fahişe Neriman ve elinde oyuncak mı gerçek mi olduğunu oyunun sonuna kadar anlayamadığımız tabancası ve şampanyasıyla gecenin bir yarısı onlara katılan, bir oda aradığını söyleyip duran, kibar, paralı ama kayıp ruh Adam… Diğer tarafta ise “yukarıdakiler”, yani bir gece partisinden sonra yolları bir şekilde bu ruhların takıldığı bölgeye düşmüş (yazar burayı bir köprü altı ya da onun gibi bir yer diye tanımlar) zengin fakat sonradan görme fabrikatör Nebati Bey, yardakçısı Nezih ve ne idüğü belirsiz, yüzeysel Nurçin… Oyun bu karşıt kişilik gruplarının zıtlıkları üzerine kuruludur ve hararetle “aşağıdakiler”in, yani gerçek olanların yanındadır. Adam’ın tam olarak ne yapmaya çalıştığı, Nuri’nin ne kadar yüksekten attığı, zengin üçlünün buraya nereden düştüğü ve hatta gerçek olup olmadıkları oyunun sorup da cevabını özellikle vermediği meseleler arasındadır.

Memet Baydur oyunlarında dekora, kostüme, ışığa ve müziğe çok önem veren ve bunlar çok iyi yapılamayacaksa oyunlarının oynanmamasını isteyecek kadar titiz bir yazar. İstanbul Şehir Tiyatroları prodüksiyonunda bir limanı, hatta gecenin bir saatinde  Harem’i ya da Karaköy’ü andıran sahne tasarımı başarılı (Almila Altunsoy) fakat kostüm tasarımında (Almila Altunsoy) aynı özen yakalanamamış. Arabesk-pop karışımı müzik ise, (Cihan Kurtaran-sözler yönetmen Hülya Karakaş) bu metnin ruhuyla hiç mi hiç uymuyor. Hele ki yazarın şu sözleri oyunun kitapçığında da belirtildikten sonra: “Orkideler’i hep bir ’ballad” olarak düşledim. Sahnede “temsil edilemeyecekse” ıslıkla mandolin ve ağız mızıkasıyla çalınabilir bir ezgi. Araya bir keman ya da trombon da girebilirdi tabii...

Ama mutlaka ballad olmalıydı.” Baydur burada oyununu bir ballada benzetiyor, doğrudan müzikten bahsetmiyor fakat yazarın sıkı bir cazsever de olduğu düşünüldüğünde bu prodüksiyonda kullanılan arabesk-pop arası müzik son derece iğreti kaçıyor.

Gelelim oyunculuklara: “Orkideler”in en iyi yazılmış, en zevkli karakteri kuşkusuz Nuri ve Can Ertuğrul bu muzip, hayalperest, cesur, diline çabuk sokak insanını mükemmelen canlandırıyor. Yine önemli bir karakter olan Adam’ı canlandıran Eraslan Sağlam’ın oyunculuğuysa, Nuri’ye tezat olarak çok alttan ve yumuşak bir çizgide ilerlemeyi seçmiş gibi görünüyor fakat sönük kalıyor. Fahişe Neriman’ı canlandıran Gözde İpek Köse’nin oyunculuğunu ilk perdede abartılı ve yapay buldum, ikinci perdede başka bir saç ve kostümle, karakterin de adeta olgunlaşmasıyla ise sahicileşip ete kemiğe büründü.

Zengin üçlüyü canlandıran Ö. Barış Bakova, Emin and ve Zümrüt Erkin’in oyunculukları çok şahane olmasa da yeterli ve kendi üçlü grupları içinde tutarlıydı. Problem, “aşağıdakiler” üçlü grubunun oyunculuklarındaki uyum eksikliği ya da kimya tutmaması gibi görünüyor. Bu da bizi prodüksiyonun belkemiğindeki probleme getiriyor: Hülya Karakaş’ın rejisinde maalesef bir vizyon karışıklığı, bir tutarsızlık söz konusu. Oyunun kitapçığında “becerebildim mi bilmiyorum, bazen büyük bir yazarın gölgesinde kalabilir yönetmen” demiş. Tam böyle olmamış, ayrıca yönetmen çok enteresan bir vizyonla ortaya çıksa her ufak ayrıntıda en tutturuklu yazarın bile bütün “arzu”larını es geçerek çok vizyoner bir reji yakalayabilir. Fakat İstanbul Şehir Tiyatroları’nın Yangın Yerinde Orkideler’inde iki arada bir derede kalınmış sanki, yazarın istekleri ile yeni bir şeyler söyleme arzusu arasında. İkisinden biri seçilememiş ya da ikisi iyi harmanlanamamış… Bu da prodüksiyonu tutarsız ve biraz da ürkek kılmış.


(1) Sevda Şener “Memet Baydur Tiyatrosu.”

Yazarın Diğer Yazıları

Sessiz sedasız II. Mehmet: Opera sahneye nasıl düzgün bir şekilde konur?

Ege’de bir ada, Venedikli şövalyeler, Fatih Sultan Mehmet ve ordusu, güzel, soylu bir kadın ve imkânsız aşk(lar)ı, işgal, fetih, harem, rahibeler ve dua koroları, fedakarlık, bağışlama ve ölüm…

Muzlu karanlıktan ejderhalı aydınlığa…

Sanatla ilişki kurarken 35 cent’ten sırf bir sanatçı duvara yapıştırdı diye 6.2 milyon dolara satılan ve onu satan 74 yaşındaki Bangladeşli göçmeni ağlatan bir muz yüzünden üzülmeye değil, iki başlı gökkuşağı ejderinin uçuşuyla güzel hayaller kurmaya ihtiyacım var; bence tüm dünyanın ve insanlığın da…

III. Richard: Bir kral olsam, zulmedip dursam

Ostermeier’in III. Richard’ı, dünyanın birbirinden çılgın adamlar tarafından yönetildiği/yönetileceği günümüz politik karanlığına çok güzel bir ayna tutuyor

"
"