Avrupa Birliği ile üyelik müzakerelerinin bir gram dahi ilerlememesi ve iki tarafta da bu konuda var olan ‘isteksizlik’ ya da yok olan ‘arzu’, ilişkileri sadece ‘Vize muafiyetinin konuşulduğu sohbet’ ortamına getirdi. Buna da şükür…
Eğer sonuç alınırsa ne âlâ…
Çünkü; banka hesap dökümleri, gelir beyannameleri, vergi bildirimleri, kira sözleşmeleri, tapu, hastalık sigortası, nerede konaklayacağınız bilgisi, dönüş bileti gibi çok sayıda evrak ve belge… Dahası, konsolosluk kapılarında geçen ‘eziyetli’ günler, belki de aylar... Vize için ödenen yüksek meblağlar da işin cabası…
Ancak şunun altını çizmek gerekiyor.
Vize konusunu, ‘düşünce ve ifade özgürlüğü’ konusundan ayıramayız.
Nereden çıktı demeyin…
Çünkü AB’nin ‘Vize Muafiyeti’ için şart koştuğu en önemli kriterlerden birini, Türkiye’nin kanunlarındaki ‘terör’ tanımını değiştirmesi oluşturuyor.
AB, kişilerin bildiri ya da basın yoluyla görüşlerini paylaşmasının “ifade özgürlüğüne” girdiğini savunuyor. Ancak Türkiye’de bu durum gazetecilerin, akademisyenlerin, sivil toplum kuruluşlarının ‘Terörle Mücadele’ kapsamında çoğu zaman yargılanmalarına neden olabiliyor.
AB’ye göre Türk mevzuatında terör konusu, oldukça geniş bir şekilde yorumlanıyor ve bu durum temel hak ve özgürlüklerin ihlal edilmesine sebebiyet veriyor.
Yani vize konusu, düşünce ve ifade özgürlüğüne yönelik bazı reformlardan bağımsız değil, istişareler ya da pazarlıklar bu konu üzerinde yoğunlaşıyor.
Yeri gelmişken not düşmekte fayda var:
İki yıl önce, Ahmet Davutoğlu’nun başbakanlığı döneminde vizelerin kaldırılması meselesi hemen hemen hallolmuştu. Brüksel’deki diplomat ve bürokratlardan biliyorum. Her şey hazırdı.
Ancak, Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Türkiye dört bir yanından terör örgütlerinin ve onlara destekçilerinin saldırısı altındayken, vize için terörle mücadele yasasını değiştiremeyiz. Biz yolumuza gidiyoruz, siz de yolunuza gidin” dedi ve vize müzakerelerine son verdi.
Ve eğer vizeler kalkacaksa AB’nin isteğini yerine getirmemiz lazım ve iki yıl boşu boşuna geçmiş olacak.
Neyse… Şimdi gelinen noktada durum şu:
AB’nin 72 kriterinden 6’sı ya da 7si kaldı. İki taraf da farklı sayı söylüyor. Kısaca özetleyeyim:
-AB standartlarında tam uyumlu biyometrik pasaport çıkartılması,
-Yolsuzlukla mücadele için önlemlerin alınması,
-Europol ile operasyonel işbirliği anlaşması yapılması,
-Terörle mücadele yasa ve uygulamalarının Avrupa standartlarına uyacak şekilde düzenlenmesi,
-AB standartlarında kişisel verilerin korunması düzenlemesinin kabulü ve uygulanması,
-Suç bağlantılı konularda AB’nin tüm ülkeleriyle etkili işbirliği yapılması,
-Ve AB-Türkiye Geri Kabul Anlaşması’nın tüm maddelerinin eksiksiz uygulanması"…
Terörün tanımı konusundaki durumu yukarıda özetledim.
-Yolsuzlukla mücadele konusunda AB’nin beklentisi: Bir takım hukuk dışı faaliyetlerin önlenmesi; mal, gelir ve borç beyanlarında bulunulması, siyasi partilerin finansmanı, dokunulmazlıklar, rüşvet ve yargı bağımsızlığı alanlarında reformlar içeren eylem planının acilen uygulamaya koyulması...
-Suç bağlantılı konularda, yaşanan en büyük sıkıntılardan birisini, Türkiye’nin AB üyesi Güney Kıbrıs’ı tanımaması oluşturuyor. Çünkü AB, ‘Tüm Ülkelerle’ işbirliği istiyor. Ayrıca Türk kanunlarına göre, AB vatandaşı olan suçlular ile üçüncü ülke vatandaşı olan suçluları iade edebilirken, Türk suçluların iadesi için Uluslararası Ceza Mahkemesi’ni kuran anlaşma olan Roma Statüsü’nde öngörülen 4 çekirdek suçtan, (soykırım suçu; insanlığa karşı suçlar; savaş suçları; saldırı suçu) birini işlemiş olması gerekiyor. Bu da bir sorun…
-Avrupa Polis Teşkilatı (Europol) ile Türkiye arasında stratejik işbirliği mevcut. Bunun yanı sıra AB’nin beklentisi, kişisel olmayan bilgilerin paylaşımı. Türkiye, kişisel verilerin korunması mevzuatını AB standartlarına uyumlu hale getirmeyi taahhüt etti. Uygulama bekleniyor.
Görüldüğü üzere kilit konu, ‘Terörle Mücadele’ konusu ve bu konuda Türkiye’nin fikir beyanını, düşüncelerin dile getirilmesini terör suçu kapsamında saymayacağına yönelik yasa değişikliği…
Yani, düşünce ve ifade özgürlüğü..
Yani demokrasi…